Ve Kişi Daima En Sevdiği İle İmtihan Edilirdi
Yazar: Tuğçe Yeliz
En son bir piknikte bırakmıştık kahramanlarımızı. Yeni bölümü yine kaldığımız yerden açtık. Bir ton umutla yapılan piknik hazırlığından bir kez daha hazin sonla dönüldü maalesef. Mert’in Azra’ya olan öfkesi sandığımdan daha kuvvetli olsa da ben onun yavaş yavaş çözülmeye başladığı kanısındayım. O, ablasına uzun süre karşı koyabilecek bir çocuk değil. Azra’nın Mert’in gözlerinde gördüğü umut ışığını ben de gördüm sanki. Uzun zaman sonra gerçekleşen ilk fiziksel temasta da, kukla sahnesindeki tavırlarda da Mert’in kalkanlarının bir an olsun indiğini hissettim.
Azra, sadece kardeşinin üzerine çok fazla gitmeden ona ulaşmanın, kendini ifade etmenin bir yolunu bulmalı, o yol bulununca gerisi zaten çorap söküğü gibi gelecektir. Kaldı ki gerek Arda gerekse Cenk, Azra’ya fazlasıyla destek vererek Mert ile onun arasında köprü oluyorlar. Aslına bakarsanız Mert’in ablasını gördüğü her an bu kadar öfke dolu olmasının altında da Azra’ya bu kadar yakın olup kendini ona karşı frenlemek zorunda kalışının yattığını düşünüyorum. Ablası Mert’in karşısındayken onun ablasına tavır koyması daha da zorlaşıyor çünkü karşınızda Azra gibi içi gözlerinden okunan bir karakter varsa onun bile isteye size zarar vereceği kanısına varmak gerçekten güç. Öyle ki Mert’in de ablasını bu kadar sevip ona karşı gardını almaya çalışırken bir hayli zorlandığı izlenimini alıyorum. Bir tarafta onu bıraktığını düşündüğü ablası diğer tarafta birilerine en çok ihtiyaç duyduğu anda yanında biten Sumru… Mert iki karakter arasında köşeye sıkışmış, hangisine inanacağını şaşırmış durumda ve bu ikilem de onun öfkesini daha da kuvvetlendiren etkenler arasında. Ben, ne olursa olsun Azra’nın doğru hamleyi buluşuyla Mert’in ablasına koşarak geleceğinden eminim. Bu noktada Azra’ya çok büyük bir pay düşüyor ancak onun kafası çevresinde yaşananlar nedeniyle o kadar kalabalık ki, nereye yetişeceğini şaşırmış bir karakter var karşımızda.
Başındaki dertler yetmezmiş gibi bir de Cansu eklendi bu sıkıntılara. Uzun zamandır ortalıkta olmayan Cansu, ne yaptı ne etti Çelenlerin gündemi olmayı başardı. Aslına bakarsanız ben, Cansu ve Kadir’den böyle bir hamle bekliyordum. Geçen haftaki yazımda Kadir’in Melis’i bu intikamın bir parçası haline getiremeyeceğini yazmıştım. Tam bu noktada ona yeni bir kurban gerekliydi ve Cenk’i avucunun içi gibi tanıyan Kadir için bu kurbanın kim olduğunu bulmak da hiç güç olmadı. Bu hamlesi Kadir karakterinin kolay lokma olmayacağının da en kuvvetli sinyaliydi. Kardeşiyle benzer hikâyesi olan başka bir kadını elleriyle şekillendirecek kadar da akıllı üstelik. Cansu’ya, kardeşinin Cenk’e yazdığı mektupta kullandığı kelimelerle video çektiren Kadir; Cenk’in vicdanına nasıl oynanacağını çok iyi bilen ve o vicdanla Cenk’e yaptırabileceği fedakârlıkların farkında olan bir adam. Üstelik hamlelerini Cansu üzerinden oynadığı zaman kendisinin kırmak zorunda olduğu bir kalp de olmayacak. Kısaca neresinden bakarsanız bakın Cenk’in bu Kadir’le başı bayağı bir ağrıyacak belli ki.
Başlarda Cenk’e kendi yaşadığı duygunun birebir aynısını tattırmayı hedefleyen Kadir’in tek hatası, seçtiği kurbanı sonradan tanıması oldu. Melis hakkında bilgi sahibi olmadan intikam planına ortak etmesi, onu hiç beklemediği bir yerden yakaladı: “kendi” vicdanından! Kadir, benzer duyguları yaşamış birinden menfaat umamayacak kadar yaralı bir adam. Cenk’e öfke duyduğu konumda, kendisini bırakmayacaktır. Kaldı ki “Ben, belki de sandığın kadar iyi biri değilimdir.” ya da “Bu anı bozma!” sözleriyle Melis’in anlattıklarından etkilendiğini de ele vermiş oldu.Bundan sonraki süreç Kadir ve Melis’e neler getirir muamma ama Cansu’nun daha da kötü duruma geleceğinden şüphem yok. Aslına bakarsanız Cansu’nun şu anki durumunda Cenk kadar Sumru’nun da payı var. Hatta belki Cenk’ten daha fazla onun…
Cansu’nun hislerinin karşılıksız olduğunu bile bile Azra’ya olan kininden ve kendini Çelenlerle beraber görmek umuduyla kızını Cenk’e yönelten Sumru değil miydi? Şimdi faturanın sadece Cenk ve Azra’ya kesilmesine anlam veremiyorum. Cansu’nun bugün önünü alamadığı bir aşkı varsa bunun en büyük payı Sumru’ya aittir. Evet, Cenk’in yaptığı da yanlıştı belki ama bu durumun tek suçlusu Cenk değil benim nazarımda. Ortak yapılan bir hatanın bedelini yine sadece Azra’ya ödetmek de bir o kadar adaletsizlik. Kardeşi ve Mert arasında köşeye sıkıştırılan Azra, ne karar verir belirsiz ama vereceği karar ne olursa olsun her halükârda Cenk’in Azra’yı bırakacağına ihtimal vermiyorum. Ne kadar vicdanına oynansa da bu hikâyenin en güçlü halkası Cenk, Azra’dan kolay kolay vazgeçmeyecektir.
Öyle ya da böyle Sumru’nun,Cansu’ya; Melek’in de annesine kavuşmasına şahit olduk ama beni asıl etkileyen bir kavuşma varsa o da Melek’le Ali’nin sahnesiydi. Ali’nin annesine hissettiği saf duyguları o kadar derinden hissettim ki… Annesini gördüğü ilk an “Annem mi? gerçekten annem mi?” diye sorup koşa koşa annesine sarılması beni Hüsniye teyze ve Melek’in kavuşmasından daha çok etkiledi. İzlerken bir kez daha anladım ki bundan sonraki süreç için Ali’nin en temel ihtiyacı “annesi.”
Biraz da Melek’ten söz edip yazımın final kısmına geçeceğim. Melek, yaptığı hatalardan ders çıkarmış ve pişman olmuş ancak bu pişmanlığın etkisiyle annesinin karşısına çıkıp af dileyememiş bir karakter. Yıllar sonra bir cesaretle annesinin karşısına onun son isteğini yerine getirmek amacıyla çıktı çıkmasına ama geç kalmış oluşunun acısı onun içinden kolay kolay çıkmayacak belli ki. Melek konusunda emin olduğum tek bir nokta varsa o da annesinin sözlerini tekrar ezip geçmeyeceğidir. Hüsniye teyzenin vasiyeti yerine gelecek, Ali ve Melek bundan sonra ayrılmayacak buna eminim. Melek’in oğlundan ve annesinden aldığı helallikten başka tesellisi olmasa da bundan sonra iyi bir anne olacağına ve dik duracağına kuşkum yok. Bu yaşadığı ömür boyu unutamayacağı ders olarak kalacak ona.
Melek’i de kaleme aldığıma göre ebedi dostlara geçebilirim artık. Bunca zaman birbirlerine kardeş, eş, dost, ana – baba olan Hüsniye teyze ve Feride Çelen’den geriye sadece Şeker teyzemiz kaldı artık. Hüsniye teyzenin “Keşke bir mucize olsa da en azından kolumun biri kalksa… Sana doyasıya sarılabilsem yüzünü sevebilsem.” sözlerine “Ben senin elin kolun olurum.” diyen Feride Çelen, bir kol eksik artık. İtiraf etmeliyim ki iki haftadır bu ikilinin her sahnesi içimden bir şeyleri koparıp alıyor sanki. Hüsniye teyzenin “ahretlik” dediği can dostuyla tam da istediği mucizeye yakışır şekilde ellerini sımsıkı tutarak vedalaşıp ardından ebediyete gitmesi benim kopuş noktam oldu diyebilirim. O sahneden sonra bir müddet kendimi toparlayamadım. Bu arada bölümün sonunda Feride Çelen’in dilinden ” inna lillah ve inna ileyhi raciun” sözlerini duymuştuk. Ben anlamını bilmediğim için araştırdım benim gibi meraklısı vardır diye buraya not düşüyorum; ölen kişilerin arkasından söylenirmiş. Feride Hanım da bu sözlerle ahretliğini sonsuzluğa yolcu etti. Bakalım bundan sonraki Hüsniye teyzesiz süreç Feride Çelen’e neler getirecek? Unutmadan buraya da ekleyeyim: Bu dünyadan bir Hüsniye teyze geçti, iyi ki de geçti…
Bölümde emeği geçen, yazan, çeken, oynayan herkesin emeklerine sağlık. Keyifli okumalar dilerim.