YAZAR: Şeyma BULUT

Her güzel şeyin bir miladı vardır. Ben her zaman iyi şeylerin bir gün biteceğini düşünerek yaşadım bugüne kadar; mesela bir restoran düşünün, yeni keşfettiniz, aşçısı muhteşem. Bildiğiniz yemekleri öyle farklı bir şekilde sunuyor ki size yemelere doyamıyorsunuz. Gel gelelim ki bir gün o aşçı gidiyor. Yemek aynı, restoran, çalışanlar hepsi aynı ama artık o tadı alamıyorsunuz. Zira o dokunan büyülü eller yok artık. Yemek aynı olsa da lezzet farklı. Bir süre sonra ayaklarınız sizi oraya götürmez olur ve bir daha da gitmezsiniz. Şimdi diyebilirsiniz ki bunu bize neden anlatıyorsun? Açıklayayım. Güvercin bilinen bir öyküyü öyle güzel harmanlayıp sunmuştu ki bize tadına doyum olmuyordu. İzledikçe bitmesin istiyordum ama aşçı değişti ve lezzeti gitti. Her şey yerinde gibi dursa da aslında artık hiçbir şey eskisi gibi değil.

Geçtiğimiz haftaki bölümde Zülüf ve Kenan’ın birbirlerine aşk ilanıyla bölümü noktalamıştık. Ben de size uzun uzun bu aşka artık inanamadığımı, çok boşluklar olduğunu söylemiştim. Bu hafta doldu mu o boşluklar? Kesinlikle hayır. Bu çok sevdiğim çift sanki görmediğimiz bir evrende çok badireler atlatmışlar da artık bir engelleri kalmamış gibi davranıyor. Ben o engellerin aşıldığını görmedim. Görmediğime de inanmakta zorluk çekiyorum. Çifti bırakın, bunca zamandır izlediğim iki insanı tanımakta dahi zorlanıyorum. Hâl böyle olunca da ne yazık ki izlediğim sahnelerin görünürde romantizm düzeyi tepe noktasına ulaşsa da etkileyiciliği sıfıra iniyor.

Zülüf için neler söylemek istiyorum neler… Haddimi de aşmak istemiyorum ama içimde tutamıyorum. Benim ilk bölümlerde gördüğüm idealist kıza ne oldu? Müzede çalışmak için kendi kendine provalar yapan, hayalleri olan kız nerde? Ben Zülüf’ü neden sevmiştim biliyor musunuz? Hayatında yaşadığı onca zorluğa rağmen ayakta durabildiği için. Bir şeyleri başarabildiği, hayatında bir amacı olduğu için sevmiştim. Maalesef o Zülüf’ün yerinde yeller esiyor şimdi. Böylesine büyük hayalleri olan bir kadın, “Kendimi teslim etmek istiyorum.” noktasına geldi. Beni yanlış anlamayın ama bu çok hatalı geliyor bana. İlişkilerdeki teslimiyet anlayışı hastalıklı bir durum değil mi? Birine âşık olursun, bir hayat kurarsın. O insan sana candaş olur, yol arkadaşı olur ama sahibin olmaz. Öyle olursa da bunun adı ilişki değil, sahiplenme olur.

Diğer yandan Kenan ise aşka düşünce diğer tüm sorunları görmemeye başlayan birine dönüştü. Kenan da böyle değildi. Kardeşinin nikâhına gitmedi mesela. Bedir bile oradaydı ama o yoktu. Ökkeş’in tek ailem dediği abisinin orada olmamasının sebebi nedir? Tüm hayatını ailesine adayan biri, nasıl oldu da karısıyla geçireceği romantik bir akşam için bunu atladı? Bunu Ökkeş yapsa anlarım. Kenan yapınca insan bir dumur oluyor. Karısıyla romantik bir yemeği başka bir gün de yiyebilirdi. Bunlar Kenan’ın daha doğrusunu benim tanıdığım Kenan’ın yapacağı şeyler değil.

Kenan’ın aşkı da benim için tartışılır bir hale geldi. Önceleri ilgisi vardı, adım da attı ama ardından “Sana deliler gibi âşığım.” moduna ışık hızıyla geçti. Zülüf ona adım atana kadar neredeydi bu aşk? Çekip gitti bu adam yahu. Valizini topladı gitti. Zülüf’ün dediği mücadele buysa kusura bakmayın ama giden nasıl mücadele etmiş oluyor? Dönme sebebi bile aşkı değil annesi. Çok duygusuzsun, demezseniz bir şey söylemek istiyorum. Kenan’ın meselesi sevmek değil sevilmek bana göre. Bugüne kadar sevilmediğini düşünen bir adam sevgi kıpırtısı gördüğünde birden âşık olduğuna karar verdi. İpek’le de böyle olmuş bence. Zülüf’e  ilk kez âşık olduğunu söyledi. Eeee sen bu kadınla evlilik aşamasına kadar gelmedin mi? Nasıl “İlk kez bir kadına sevdiğini söylüyorsun?” diye sormazlar mı insana? O zaman yıllar önce de aynı şey oldu. İpek, Kenan’ı sevdi; o da sevildiğini görünce onun yanında kaldı. Şimdi Zülüf, Kenan’a bir adım attı ve yine aynı şeyi yaptı. Ben bunun sevgi olduğu kanaatinde değilim. Bazı insanlar sevmeyi, bazıları sevilmeyi sever diye düşünürüm ben hep. Kenan sevilmeyi seviyormuş gibi bir portre çiziyor. Zira bana göre seven adam gitmez, bırakmaz, mücadele eder.

Keşke tek sorun burada olsaydı, sesimi bile çıkarmazdım. Kenan ve Zülüf’ün aşk meselesi hikâyenin içindeki en ufak hata. Bilenler bilir ben mucizelere çok inanırım. Hatta her yazımda bunu sizlere de tavsiye ederim. Amma velakin bu kadar kısa sürede cereyan edenini bir tek peygamber kıssalarında gördüm. Bildiğiniz gibi İsmihan hastaydı ve Kenan’ın dönüşü de bu sayede olmuştu. Sonra da “Mucize Doktor İpek” geldi. Hazır mısınız? Sevginin gücü, durumu umutsuz olan ve hayatının geri kalanını mutlu geçirmek isteyen İsmihan’ı iyi etti. Herhangi bir tedavi olmadan, sadece testlerle oldu bu. Hani tedavi başlasa ilaç alsa falan tamam da bildiğiniz Kenan’ın sihirli elleri iyi etti bu kadını. Bana asla inandırıcı gelmedi, ne yalan söyleyeyim. Senaristler hikâyenin buradan gelişmeyeceğini anlayıp fikir değiştirmiş olabilir de bu bağlantı, neden – sonuç ilişkisiyle ve mantık çizgisinde kurulur. Hâl böyle olunca da inandırıcılığı sıfıra indi.

Hatalar zinciri her sahnede kendini gösterdi, istinasız her sahnede. Bir bölüm önce izlediğimiz, diğer bölümde hükümsüz hâle geldi. Mesela İpek… Bu kadın Kenan’dan nefret ediyordu. Hırsı vardı, acıları vardı. Peki ne oldu? Zülüf bir kere konuştu ve durumun böyle olmadığına ikna etti doktor hanımı. Asla affetmeyeceğim, diyen İpek birden “Ben senden asla nefret etmedim.” dedi. “Bunu bana Zülüf gösterdi.” dedi. O sahnelerde içimden “Vay be Zülüf! Ne mübarek kadınsın!” demekten alıkoyamadım kendimi. İntikam meselesi de masadan kalkınca artık sormak zorundayım. İpek’in hikâyedeki varlığının amacı ne? Kenan ve Zülüf onun sayesinde bir araya geldiler. Kenan için adım da atmayacaksa nöbetçi doktor olmak dışında bir fonksiyonunu görecek miyiz?

Diğer yandan Gafur ve Kevsa için diyecek pek bir şey yok. Hâlâ kaldıkları yerden devam etmekteler. İkisi de yine bölüm boyunca bağırdı, çağırdı, tehditler savurdu ve sonuç kocaman bir sıfır. Gafur hala öyküde bir yere bağlanmadı. Ana çatışma içerisindeki yeri hala belli değil. Kevsa ile birbirlerine meydan okudular. Orada da kaldı. Bu karakterin bir şekilde  öyküye bağlanması gerektiğini düşünüyorum. Öyle bir adım da göremedim ne yazık ki. Neyseeeee umut, fakirin ekmeğidir. Belki ilerleyen zamanlarda görebiliriz demekten de başka sözüm yok. Elimizdekiler iyice biriksin Kevsa’yı uzun uzun anlatmayı planlıyorum. Hâlâ o aşamada olmadığımız için sonuçsuz kalacak iddialarda bulunmayacağım.

Güvercin’de önümüze yeni bir çatışma kondu. Zeliha’nın kazayla Nefise’yi vurmasıyla Kenan ve Zülüf arasına yeniden kan girdi. Tam olduk dediklerinde önlerinde büyük bir engel var şimdi. Kaybedilen bebek yüzünden iki aile yeniden kan davalı oldu. Yani aslında bakacak olursak tarih tekerrür ederek aynı hikâye farklı versiyona evrildi. Bunu sorgulamak haddime düşmez. Bu durum hikâyenin yönünü nereye çevirecek bilmiyorum. Amaaa söylemezsem de olmaz. Ben daha farklı bir engel bekliyordum. Aile meselesi bu kadar hızlı çözülünce yeniden benzer bir şey olmaz diye düşünüyordum. Neyse kısmet böyleymiş, ne yapalım?

Emek veren herkesin gönlüne bereket. Yazıma Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu güzel dizeleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin

Bir adın kalmalı geriye,
Bir de o kahreden gurbet.
Beni affet;
Kaybetmek için erken, sevmek için çok geç

 

Related Article

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.