YAZAR: Şehriban Simay DEMİR

Hepimizin hayatında kimsenin bilmediği sırlar, belki beyaz yalanlar vardır. Çevremize zarar vermeyen , bilseler de onları pek etkilemeyecek, yaşamlarını değiştirmeyecek türden. Alışığızdır bunlara pek de yadırgamayız. Peki ya tüm gerçekliğimizi derinden sarsacak, varlığımızı bile sorgulatacak bir konuda bize yalan söylenir, hayatımızın gerçeği bizden saklanırsa? Sözde “iyiliğimiz için” söylenmiş art niyetli bir yalanın kurbanıysak? İşte o zaman ne yapılan açıklamanın ne de karşılığında sunulan mazeretin bir önemi kalır. Ne olursa olsun aldatılmış, kandırılmış ve gerçek olmayan bir yaşam sürmüşüz demektir: Tıpkı Ateş Avcı gibi. Onun hayatı belli ki yalanlar üzerine kurulu, ne acıdır ki o bunun farkında bile değil.

Aslında Ayşen’in deyimiyle “yalancıların ruhani lideri!” o. Hayatını beyaz yalanlarla yönetiyor, öyle baş ediyor yaşamla daha önce de değindiğimiz gibi. Ayşen’le tanışması da Yasemin’le evlenmesi de bir yalanla başladı öyle devam etti. Tabii bunların hiçbiri, ailesinin ona söylediği yalanlar kadar kötü ve sonuçları itibariyle trajik değil ve Asaf Bey, Ateş’in sahte dünyasındaki tek gerçek kötü olarak artık önümüzde duruyor.

Bu bölüm bir kez daha anladık ki  onun Ateş’in babası olması mümkün değil. Asaf Avcı, Ateş’e karşı en ufak bir sevgi kırıntısı göstermeyi bırakın ondan nefret ediyor adeta. Sürekli onu aşağılayıp küçümsüyor, devamlı onun sıradanlığına değiniyor. “kenar mahalle tam ona göre” derkenki küçümseyici tavırları, “tamirci çıraklığı tam onluk meslek” tonlamasında yüzünde oluşan alaycı ifade gözümüzden kaçmıyor. Aslında Ateş’in sıradanlığı hak ettiğini ama bunun Avcı ailesine yakışmadığını vurguluyor her seferinde. Ateş’i değil soy ismini düşünüyor desek daha doğru olacak. Dışarıdan bir göz olan Ayşen’in  bile “O adam ne bilmiyorum ama kesinlikle bir baba değil” sözleri boş değil. Gözlerinde, sevgi hariç her türlü duyguyu barındıran “baba”nın  herkese diz çöktürme kararlılığı da girince işin içine, bizde pek bir şüphe kalmıyor doğrusu. Ateş bir yalanın en büyük kurbanı gibi görünüyor. Yaşamını kökten değiştirecek bir sırrın ucundaki kişi o. Şimdi diyeceksiniz peki Ateş, Asaf Bey’in oğlu değilse kimin çocuğu? Artık rahatlıkla söyleyebilirim ki bütün oklar Gülriz ve Emin’i gösteriyor. Gülriz’in, Ateş’le Emin’in aynı mahallede kalmasını istememesi, durumu yakından görmek için kendini mahalleye atması; demek ki gizlediği onu endişelendiren bir şey var, onların birbirine yakın olmasından korkuyor, dedirtiyor biz seyircilere. Geçmişte onun bir süre de olsa klinikte kaldığını da öğrendik. Asaf Bey tarafından, Ateş konusunda bir şekilde ikna edilmiş, halası gibi davranmaya mecbur bırakılmış olması kuvvetle muhtemel.

Gülriz – Emin aşkı bence bu hikâyenin dramatik ayağındaki en etkileyici nokta. Öyle ki aynı karede bile nadiren gördüğümüz, bakışmaları saniyelerle sınırlı bu iki karakter, bizi aşklarının gücüne sonuna kadar inandırdılar.Tabii ki burada anlatımın gücü de yadsınamaz. Fotoğraflarla dolu kırmızı oda, eski plaklardan yükselip içimize dokunan kırık bir şarkı, yıpranmış bir mektup, küçük ama etkileyici flashbackler, oyuncuların sessizliğe sığdırdıkları onlarca cümle yetti de arttı bile onlara inanmak ve tarafımızı belirlemek için. Bundan böyle Asaf Bey tek, biz hepimiz! Ateş, Gülriz hatta Emin bile, birer kurban. Gülriz Emin’in  onu güya Gülriz’in iyiliği için terk ettiğini açıkladığı mektuba inanmış! Terk edildiğini ima eden sözlerinden anladığımız kadarıyla mektubun gerçekliğini hiç sorgulamamış . Eee, Emin de bütün gün onu beklediği hâlde Gülriz’in gelmediğini düşünüyor. Bu durumda ortada tek bir seçenek kalıyor: Asaf, Emin’in ağzından Gülriz’e mektup yollayıp onun Emin’e gitmesine mani oldu. Böylece her iki taraf da kendisini terk edilmiş saydı, halbuki büyük bir aldatmacanın mağdurları oldular. Ateş tüm bunları öğrendiğinde neler yaşar, nasıl davranır henüz öngörmek zor olsa da ben halasının da onun öfkesinden nasibini alacağını düşünüyorum. Zira bu yalan yüzünden yıllarca sevgisiz yaşadığı yetmiyormuş gibi, onu aşağılayıp asla sevmeyen bir adama da “baba” demek zorunda kalmış, hem de nefret ede ede; gerçek babasının varlığını bilmemiş. Aynı zamanda Gülriz’i halası olarak ne kadar çok sevmiş olsa da anne sevgisinden yoksun bırakılmış, ölmüş bir kadını anne bilmiş ve annesiz büyümüş. Düşüncesi bile can yakıcı!

Bu hikâyenin bir de üçüncü muhatabı var tabii: Ateş’in gerçek babası, Gülriz’in aşkı, sevdası Emin… O, yıllarca tüm bunlardan ve evladından bihaber yaşamış, varlığını bile bilmemiş. Yaşayamadığı aşkın acısıyla kavrulmuş, hem sevdiğinden hem evladından olmuş. Gülriz’in bu oyunun içine kendi isteğiyle girmediğini, buna zorlandığını düşünsem bile Emin de bunların hiçbirini umursamayacak ve Gülriz’den bunu hesabını soracaktır. Gerçeği öğrendiğinde vereceği tepkiyi tahmin bile edemiyorum ve bu sahneleri, şimdiden izlemek için sabırsızlanıyorum doğrusu.

Sırlar ve yalanlar bu öyküde bir iki kişiye özel değil. Ateş’in de o çatı altında sakladığı sırlar, söylediği yalanlar var. Bir tek Ateş’in de değil, Yasemin’in, Demir’in hatta Ayşen’in de gizledikleri var. Celal bu çatı altında duyduğu ilk yalana öfkelense de ne ironiktir ki bu ilk değildi. Ayşen çalıştığı hâlde ailesine bunu söylemedi, Demir’le birlikte evlilik oyununu biliyorlar ama bırakın ailelerine, birbirlerine bile söylemediler. Hepsinin bildiği ama birbirlerine bile itiraf edemediği küçük sırları var, anı kurtarmak veya yaşamlarını düzene sokmak için söyleyemeyip sakladıkları. Onların gizledikleri şimdilik hayatlarını etkileyecek konumda olmasa da ileride birbirlerine karşı hissettikleri güçlendikçe bu sırların altında ezileceklerdir şüphe yok.

Ateş’in hikâyesindeki dram yüküne, bir izleyici olarak inansam da Ayşen’le aralarında oluşması gereken romantik ilişki bir türlü geçmiyor bana, onlara inanamıyorum. Ateş’in kendisi de sordu bunu “Biz niye olmuyoruz?” diye. Ben, bunu iki nedene bağlıyorum aslında. Olmuyorlar çünkü hâlâ Ateş’in bir ruhu yok. Ne yaptığı, neden yaptığı belli değil. Tutarsız ve “Evet, bu yüzden böyle davranıyor.” diyebileceğimiz bir çizgisi yok. Bırakın Ayşen’i ben bile ekran karşısında onu çözmekte zorlanıyorum, zavallım Ayşen ne yapsın? Diğer yandan ona yükledikleri komedi yönü işe yaramadığı gibi inandırıcılığını da kaybetmesine neden oluyor, maalesef. İkinci sebepse Ayşen’in hâlâ Ateş’i sevmesi için bir neden olmaması! Niye sevsin ki Ateş’i? Tamam, baba meselesinden dolayı ona karşı merhamet göstermeye başladı, amenna. Paraları mahalleye geri verme biçimi de onu etkiledi ama aslında bu Ateş’in yaptığı hatanın bir sonucuydu. Yani zaten yapması gereken buydu.  Başkalarına yardım etti diye de kimse kimseye âşık olmaz. Sonuç olarak Ayşen’in önünde abisi, babası gibi iki net, sağlam, sevgi dolu, güvenilir örnek varken Ateş’e ne bakar ne de şans verir. Ancaaak, Ayşen gerçekten onun samimiyetine inanır, güvenilir olduğuna kanaat getirirse o zaman aralarında belki bir şeyler olabilir. Bu da Ateş’in zor yoldan hayatla mücadele etmesi, yalana dolana oyuna başvurmadan tuttuğunu koparabileceğini göstermesiyle mümkün. Çünkü Ayşen; ailesi için yaşayan, kendi tabiriyle “elleri nasırlı” yani ekmeğini taştan çıkaran birini istiyor!

Ateş’le Ayşen’in aksine,  Demir’le Yasemin “olmaya” başladılar. Birbirlerine uyumları ve enerjileri izleyici olarak bizlere geçiyor. Çünkü karakterlerin ruhları var ve birbirlerini tamamlıyorlar. Gerçi Yasemin hâlâ duygularını inkâr aşamasında ama yine de Demir’e karşı bir şeyler hissettiğinin farkında. Ateş aralarındaki bu etkileşimi yakaladı. Tabi durur mu illa ki eğlenecek, ilk fırsatta sordu ortağına durumu. “Zorlasam vidanjöre bile bir şey hissederim ona hissetmem” cevabını veren Yasemin, bizi ikna etti mi? Hayırrr! :)) Demir’se ona ve duygularına karşı ilk şaşkınlığını atmış durumda. Yasemin’in onun etrafındaki varlığına alışmaya ve ona karşı daha rahat olmaya başladı. Ne diyebilirim ki sahneleri bol, enerjileri daim olsun.

Beni inandıran, tamamdır bu dediğim bir diğer husus da “çatı katı grubu”ydu. İtiraf etmeliyim ki izlediğim en eğlenceli sahnelerdi. Hepsinin kendini yansıttığı, güzel dost olurlar dedirttikleri o anları yüzümde gülümsemeyle izledim. İleride Demir, Ateş’e güvenmeye başladığında çok iyi arkadaş olurlarsa hiç şaşırmam. Zaten Yasemin’le Ayşen bu samimiyeti yakalamaya başladı bile. Onların arkadaşlığı pekişedursun fark ettik ki Ateş ve Yasemin arasında da güzel bir dostluk kurulmaya, güven duygusu oluşmaya başlamış. Yasemin artık yatarken odasının kapısını kilitlemiyor mesela, ortadaki çarşaflar da kalktı, onlar normal iki arkadaş olarak yaşamaya başladılar. Ateş’in gözünde artık Yasemin şampiyon, aslan,  fıstık… Yasemin’inse bundan rahatsız olması için bir sebep yok. “Ateşle barut yan yana durmaz!” klişesine de güzel bir gönderme olmuş bu. Bal gibi durur, efendim ateş ile barut yan yana; bir kadın ve bir erkek çok iyi iki arkadaş olabilir ve aralarında fiziksel veya duygusal bir çekim olmadan dostça yaşayabilirler, hem de çok güzel yaşayabilirler. Onların “ev arkadaşlığı”nın sonucu olarak kimsenin güvenmediği Ateş’e artık bir kişi güveniyor: Yasemin. Hatta mantıcıyı kurtarma planını bile Ateş’e güvendiği için Demir’e kabul ettirdi. Arada didişseler de artık birbirine sırtlarını dayayabilen iki dost onlar, başka ne isteriz ki?

Yazımı bitirmeden önce beni rahatsız eden birkaç konuya da değinmek istiyorum. Bölümün başlarındaki Celal – Asaf karşılaşması bence çok erken ve zayıf kalan bir sahne oldu. Celal Usta daha Ateş’le bir bağ bile kuramamışken ondan Ateş’i savunmasını beklemek olmazdı ki olmadı da zaten. O orada sadece karısını koruyan bir eş olarak kaldı. Asaf Bey’in kopardığı yaygaraysa çok sebepsizdi. Evlendiklerini zaten biliyordu, düğün yapılması neden bu kadar zoruna gitti anlam veremedim açıkçası. Ortada doğru düzgün bir olay yokken bu karşılaşma hele hele çok havada kalan “Yaşar Usta” göndermesi, nereden baksam olmamıştı.

Celal ve Saadet Hanım’ın  tavırları da bu bölüm benden eksi puan aldı. Ben Ateş’le Yasemin’in mecburi bahanelerini, Ayşen’le Demir’in ailelerine yalan söylemelerini hatta Gülriz’in Ateş’e neden hala gibi davrandığını anlasam da Celal ve Saadet’in yaptıklarını hiçbir şekilde anlayamıyorum. Celal, sanki yaşanan her şey Yasemin ve Ateş’in suçuymuş gibi davranıp onlarla çocukları arasına mesafe koydurdu. Halbuki onlar ne bu düğünü ne de bu samimiyeti istemişti. Dahası Ateş’in babasıyla olan sorunundan haberleri vardı Yılmaz ailesinin, buna rağmen tüm sorumluluğu onlara yükleyiverdi Celal Bey!

Saadet Hanım’a gelince; bunca dizi seyrettim, bu kadar itici bir kayınvalide görmedim. Onda adını koyamadığım olmamış bir şeyler var. Terazisinin şaşmamasıyla övünen  – ki buna dair hiçbir kanıt görmedik – evin büyüğüne, naçizane bir tavsiyem olacak. Teraziniz şaştı Saadet Hanım, en çok da anlamadan dinlemeden çocukları evden atmak istediğinizde! İyisi mi siz bir memleket havası alın, sizi bir süreliğine Kayseri’ye gönderelim!

Saadet Hanım ve Celal bir yanda, Asaf Avcı diğer yanda çiçeği burnunda dörtlü fena hâlde sıkıştı. Sırlar yavaş yavaş ortaya dökülmeye başladıkça taraflar da netleşecek ve sıklaşacaktır diye düşünüyorum. Bu arada Emin yaklaşmakta olan fırtınadan habersiz sessizce bekliyor limanda çünkü o “ne gökte ne de yerde, âşık gözüne perde!”

Haftaya görüşmek üzere…

 

 

Related Article

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.