Hangimiz Sevmedik 38. Bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Bölüm finalindeki şok olmasa yüzümde kocaman bir tebessümle kalkıyordum bu hafta ekran başından. Gel gör ki, kan Hangimiz Sevmedik’e de sıçradı. Hulusi Komiser’e bir şey olmayacağından eminim ama yine de sadece güzellikleri görmeye alışık olduğumuz dizide birini kaybetme endişesi içimi burktu.
Mahalleye dadanan hırsızın bildiğimiz biri çıkmasını ve bir yanlış anlama filan olmasını beklemiştim ben, niyeyse. Hatta bir ara Şener’in yeni bir numarası mı acaba, diye düşünmedim değil. Değilmiş. Şener’in zabıtalığı sadece mahalleliye kan kusturmaktan ibaretmiş. Bu arada söylemezsem çatlayacağım: Zabıta olmak için KPSS gerekmiyor mu? Şener ne ara sınava girdi, kazandı da zabıta oluverdi? Ya da Münir Baba’nın devlet kademelerinde sınavsız eleman işe alacak kadar yetkili tanıdıkları mı var? Keşke atlanmasaydı, keşke bir kılıfına uydurulsaydı. Haaa, yeri gelmişken bir de Ayşen kuaförde yeni elemanla konuşurken topuklu ayakkabılarla ardındaki sahnede kapının önünde terlikleriyle arz – ı endam etmeyeydi iyiydi. Detaylar küçüktür ama takılan göze de rahatsızlık verir.
Şener’i ve hırsızı bir yana bırakıp hikâyenin diğer iki bölümüne biraz odaklanayım, artık. Ali’nin mahalleye gelmesi sadece Münir ve Adile’yi huzursuz etmedi, Emel’le İlyas’ı da darmadağın etti. Emel’i suçlamak mümkün değil. Onun baktığı pencereden durum, tamamen İlyas’ın aleyhinde. Çok önemli bir sırrı kendisiyle paylaşmamış ve güvenini boşa çıkarmış bir İlyas duruyor onun karşısında. Üstelik ilk andan beri Ali’ye tepkili ve bunun ne nedenini açıklıyor ne de tepkisini gizliyor. Yıllar sonra babasını bulmuş Emel gibi duygusal bir kadının bu durumda seçeceği taraf da belli, elbette.
Ne var ki Ali giderek köşeye sıkışıyor. Adile’yi Münir’den ayrılmaya zorladı ama başaramadı. Münir her ne kadar şu anda onun hiç üstüne gelmiyorsa da bir tehlike olarak bekliyor, kenarda. İlyas, açık açık zorluyor Ali’yi. Hele Itır’dan öğrendiği bilgiyle kartlarını da açtı. Şanssızlık Emel’in o konuşmanın sonunu duymuş olması. Ali, çok iyi bir yalancı ve rolünü çok başarıyla oynuyor. Bu durumda kızını kandırması çok kolay ama atladığı bir tek şey var ki o da İlyas’ın durmayacağı. Bu da Ali’yi tedirgin etmeye başladı. Bana kalırsa hata yapacak. İlyas’ın Emel’e bir şey demesine gerek yok, Ali’yi o kadar huzursuz edecek ki onun kendini ele vermesini sağlayacak, diye düşünüyorum. Yine de Ali, mahalleden çekip gidene kadar Emel ve İlyas’ın barışmaları da pek mümkün görünmüyor bana.
Ali, Adile ve Münir’i ayırmayı başaramadı ama Adile haftalardır istediğimi yaptı ve baba – kızın arasını bulmayı başardı. Münir’in inadını kırabilecek bir tek o vardı. Bu haftaya kadar, Münir’i niye yumuşatmayı denemediğini hiç anlamamıştım ama Tarık çığrından çıkınca bunu fırsat bildi neyse ki…
Geçen hafta Tarık, giderek yalnızlaşıyor, demiştim. Bu da onu iyice hırçınlaştırdı. Annesinin Münir’le birlikteliği konusunda başta Itır’dan destek bulsa da burnunun dikine gitmesi o desteği kaybetmesine yol açtı. Üstüne üstlük çevresindeki herkesin duygularını ve arzularını hiçe sayarak aldığı kararlar krizi büyüttü. Tarık’ı severim, hem de ona hiç toz kondurmayacak kadar ama gel gör ki bu hafta beni bile çileden çıkardı. Mahalleden taşınma inadı, bu kararını etrafındakileri ikna etmeden “Ben yaptım, oldu!” emrivakisiyle ortaya koyması Çam ailesinin tüm kadınlarını delirtti. Hele hele Itır’ı zıvanadan çıkarıp onun evi terk etmesine yol açması, bunu bile pek umursamayıp “Sakinleşince döner.” havasına girmesi aymazlığın dik âlâsıydı. Münir, Adile’nin etkisiyle kızına sahip çıkmasaydı o kriz çok daha büyüyecekti, bana kalırsa ama babasıyla barışmanın getirdiği mutluluk Itır’ı yumuşatacaktır diye düşünüyorum.
Peki, ya şimdi? En büyük düğümlerden biri daha çözüldü. Ne bekliyor, bizi? Bana kalırsa bundan sonrası benim kriz patladığından beri olmasını hayal ettiğim şekle bürünecek. Münir, sadece kızını affetmedi, Tarık’a karşı da daha olumlu. Şimdi Itır’ın çok akıllı bir hareket planıyla Tarık’ı yumuşatması gerek. Baba – kızın barışmış olması artık Münir’le Tarık’ın sık sık aynı mekânda olmaları demek. Münir, eski babacan tavrına bürünüp Tarık için yeniden saygı duyulan adam olmak zorunda. Itır’ın da çabasıyla Tarık’ın direnci kırılacaktır diye umuyorum hele Tarık’ın en büyük isteği olan “baba olma” hayali de gerçekleşirse bu Tarık’ın yumuşamasını hızlandırır ve bütün aileyi birbirine bağlar diye düşünüyorum.
Bu hafta bayıldığım sahnelerin başında Itır’la babasının barışma sahnesi geliyor. Çok duygulu, çok iyi çekilmiş ve çok hoş hazırlanmış bir sahneydi. Altan Erkekli de Yeliz Kuvancı da o sahnede çok ama çok iyiydiler. Gözlerim buğulandığından detayları kaçırmış olabilirim ama repliğiyle, oyunculuğuyla ve sergilenişiyle gerçekten çok etkileyiciydi. Aylardır kızına sarılamayan bir baba ve hiç affedilmeyeceğini düşünen kızının hasretle kucaklaşmalarına gerçekten bayıldım. Emeklere sağlık…
İlyas’ın Ali’yle hesaplaşma sahnelerinin her ikisini de çok sevdim. Bülent Şakrak, zaten bayıldığım bir oyuncu… Onun da Demir Karahan’ın da performanslarını çok sevdim. Hele İlyas’ın kahvede Ali’ye imalı tavrı ve Ali’nin suçluluk psikolojisiyle ondan bakışlarını kaçırması, hiç konuşmadan İlyas’ı o çatışmada 1 – 0 öne geçirdi. Repliğin kolaycılığına kaçmadan mimiklerle bu tür sahnelerin kotarılmasını çok seviyorum. Sözden çok daha etkili ve oyunculuk açısından çok daha doyurucu oluyor.
Aynı nedenle Can Yaman’ın Itır evi terk ettikten sonra ofiste menekşeye dalıp gitmesine de bayıldım. Birkaç saniyelik o sahnede biz o çiçeğin Itır’a nasıl verildiğine, Itır – Tarık aşkına, Tarık’ın pişmanlığına ve Itır’ın yokluğunun onu nasıl etkilediğine yeniden tanık olduk. Bölümün en çarpıcı sahnelerinden biriydi, kuşkusuz. Sadece bakışlarıyla sahneyi çıkaran Can Yaman oyunculuğuna bir defa daha hayran oldum.
Bu hafta geçen haftaya göre çok daha şanslıyım. Tahmin ettiğim üzere Can Yaman sahnelerinin çok daha dolu olduğu bir bölümdü. En sevdiklerimden biri, Münir Baba’yla çay bahçesinde buluştukları sahneydi. Yine yüzüne o “ulaşılmazlık” maskesini takmış, saygılı ama mesafesini koruyan ve çok kararlı bir adam çiziyordu, o sahnede. Aslında sahne hâkimiyeti, doğal olarak Altan Erkekli’nindi çünkü parayı almaya ikna edilemeyen hem de bunun gerekçesini çok etkili repliklerle ortaya seren oydu. Tarık düşüncesini ortaya koyacak, iknaya çalışacak ve bunu çok daha kısa repliklerle başarmak zorunda kalacaktı. Artık çok alışkın olduğum üzere bu handikap aslında Can için bir avantajdı. Dinlemede kalması demek bakışlarının öne çıkması demek; repliklerin az olması, tonlamanın ağır basması demek… Nitekim öyle oldu ve kararlı, ne olursa olsun yolundan dönmeye niyeti olmayan adam profilini çok net verdi.
Itır’la tartışmaları ise Münir’le olandan bariz farklı. Ne kadar sinirli olursa olsun Itır’a bakışları soğuk ve mesafeli değil, ses tonu asla yükselmiyor. Değişiklik sadece replikleri söyleyiş hızında oluyor. Normal sohbettekinden daha seri, kendini ifade etmeye çabalarken daha aceleci ve beden dilini de aynı amaçla kullanıyor. Kollarıyla yaptığı jestler, yerinde duramaması âdeta öfkeyi kontrol altına almak için sarf ettiği çabayı simgeliyor. Her seferinde şunu düşündürtüyor: “Tarık başkalarıyla tartışırken kendini kaybedebilir ama karşısındaki Itır’sa bir noktada durur.” Bu da aslında Itır’a sevgisini hissettirmenin bir yolu… Tarık’ın hayatta zayıf olduğu tek varlık Itır ve bu zaafı da özellikle tartışmada vurguluyor Can Yaman.
Bayıldığım sekanslardan biri de karısını babasının evinden almaya giden Tarık’tı. Münir Baba’yla evinin kapısında karşılaştığında daha önce meydan okuduğu adam yoktu karşısında. Bu kez saygılı ama yine de kararlı bir adamdı. Duruşu “Terbiyesizlik etmeye niyetim yok, ama ne olursa olsun içeri gireceğim!” duygusu veriyordu. Itır’ın oda kapısını önce açıp sonra kapıya vurduğu noktaya ise bayıldım. Paldır küldür içeri giren adam, karısının yüzündeki ifadeyi görür görmez kendine geliyor ve yine kendini kontrole alıyordu. Eee, o noktada kontrol de bir yere kadar. Tarık’ın çok sakin ve sabırlı bir adam olmadığını biliyoruz. Nitekim Itır konuştukça yerinde duramayan bir Can Yaman vardı, karşımda. Karısını alıp gitmeye odaklanmıştı ve uzadıkça da geriliyordu. Son noktada artık onun beklenen eylemi geldi: Konuşmayla bir yere varamıyorsan vurur, sırtına götürürsün! Defalarca yaptığından mıdır, bilemem ama son derece rahat ve doğal geliyor onun bu hareketi bana. Gördüğümde “Yine mi?” demekten alamadım kendimi. Partnerini kucaklayıp götürerek tartışma sonlandırmak artık Can Yaman’ın imzası oldu.
Bu bölümle birlikte yeni bir başlangıç geliyor iki aile arasında ve bu da şimdikilerden farklı Can Yaman sahneleri izleyeceğim, demektir. En mutlu olduğum şeyi söylemeden bitirmeyeyim yazıyı: “Aşkım” hitabının bir süredir tümden yok olduğunu görüyorum. Hele yerine gelen “Bir tanem” çok daha sıcak, çok daha dolu ve çok daha sevgi dolu bir sözcük. Ne diyeyim? Çokkkkk teşekkürlerrrrrr.