Akrep 1.bölüm
YAZAR: Ayça AKMAN
İntikam hikâyelerine sıcak bakan bir seyirci olduğumu birkaç kez belirttiğimi anımsıyorum. Akrep de bu konu üzerinden yürüyecek bir iş gibi göründüğünden ilgimi çeken, tanıtımlarını izlediğimde kafamda oluşan “ Acaba?” sorusuna rağmen bir umut, ekran karşısına geçtiğim projelerden biri oldu.
Hapishane penceresine sırtını dönmüş, demir parmaklıkların önüne “yuva” yapmış iki güvercinin sesini dinlerken buluştuk ana karakter Ferda’yla. Hikâye bizi, süresi belirsiz zaman atlamalarıyla bugüne ve geçmişe götürüp getirirken bir yaşında annesi tarafından terk edilen Ferda’nın “annesinin hayatını başına yıkmak” başka bir deyişle “yuvasını yapmak” hevesiyle başladığı intikam yolculuğunun ilk adımları sunuldu bizlere. Zaten benim de çekincelerim bu noktada başladı. Ana kahramanı salt kötü olan anlatılar, empati kurmayı neredeyse imkânsız kıldıkları için hikâyenin içine girmek çok zordur. Bir de karakterin motivasyonuna ikna olup ona hak veremiyorsak bu büsbütün riskli bir durumdur. Akrep’te hissettiğim de tam olarak bu oldu. Annesinin milyon dolarlık çekini elinin tersiyle iten Ferda, kızı Merve’ye “Bizden çalınan, gözyaşlarımız üzerine kurulan hayatı geri alacağım!” deyince bende şafak attı. Ee, hani parada pulda gözün yoktu, tek odağın intikamdı? O zaman demezler mi “Sen de diğerleri gibisin!” serzenişleri arasında karakterle bağımı kopardım ondan sonra da zaten öykü benim için kasvetli temposuz, kahramanın hapse gireceğini bile öğrendiğimiz için merak unsuru barındırmayan zoraki bir seyirlik oldu. Sondaki ters köşe bile heyecan uyandırmadı, üzgünüm.
Kuaför Ferda, kızıyla iyi kötü bir hayat kurmuş ayakları üzerinde durmayı başarmış sıradan bir kadın olarak çıktı karşımıza geçmişte. Ama en yakın çevresinden bile gizlediği ince planları sonuç vermeye başlayınca sadece aynaya baktığında kendisinin gördüğü o gerçek yüzüyle tanıştık. Annesini hiç unutmadığını, onun hayatını takip ettiğini ve onu ayağına getirmek için üvey kız kardeşinin kocası Fikret’i zerre sevmeden yem olarak kullandığını anlamak zor değil. Onun Fikret’le ilişkisinde gördüğüm; kavanoz kapağı açtırmaya, “Ayrılalım!” blöflerine, “Kahvaltıya yetiş, çocuklarını yalnız bırakma.”lara kadar düşen tavlama yöntemlerini, nasıl ifade edeyim bilmiyorum, derinnnn bir iç çekerek izledim. Berna’yı, Sapanca’daki eve çağırdıktan sonra olup bitenlerse zaten fazla söze gerek bırakmadı. Berna’yı öldürmeyi planladı mı emin değilim ama onun ölüm karşısındaki tepkisizliği bana pes dedirtti. En katı insan bile bir parça sarsılmaz mı? Bu kadın, insani tüm duygularını kaybedecek ne yaşadı? Babasının onu hortumla dövmesinin sorumlusu Berna mıdır? Hadi diyelim işledin cinayeti, arkanı toplamak için masum bir kurban olan, kardeşi hasta Aras’ı duygu sömürüsüyle işin içine karıştırmak nasıl bir insanlıktır? Üzerine bir de cesedi göle atarken videosunu çekiyorsun! Sözün özü, Ferda tuttuğu yolda hedefe ulaşmak için herkesi ve her şeyi kullanan, vicdanı sızlamayan, gerçeği insanlara kendi çıkarları doğrultusuna eğip bükerek anlatan, motivasyonuna ikna olmadığım baştan ayağa “kötü” bir karakter olarak tüm empati çabalarımı sıfırladı. İntihar süsü verdiği cinayet; tek vukuatı mı, başka neler yaptı henüz bilmesek de hapse düştüğüne bakılırsa paçayı kurtarmayı başaramamış. Onun hapisteki tavırlarını da hiç inandırıcı bulmadım ve ortaokul mezunu bir kadından çıkan hayata dair tüm o aforizmalar, Kabil göndermeleri “Kuaförde herkes her şeyi konuşuyor”a bağlanınca havada kalakaldı. Onun bundan sonraki hikâyesini hiç merak etmediğim gibi, avukat olarak karşısına çıkan kızıyla açılacağı belli olan diğer yan aks da bana hiç soru sordurmadı, temelsiz öylece beliriveren karakterlere hiç sıcak değilim çünkü. Nihayetinde en fazla Fikret’in kızı çıkabilir o da bana hiç sürpriz olmaz.
Perihan’ı, terk eden bir anne olmasına rağmen anlamaya çalıştım; Ferda kadar uzak düşmedim ona. On yedi yaşında anne olmasının getirdiği travmaları, kendinden yaşlı alkolik bir insanla evlenmesinin acısını, kahrolmasını, utanmasını kabul ettim ama o Yeşilçam filmlerindeki fabrikatör babalar gibi kızına uzattığı çekleri hiçbir yere oturtamadım.Yokluktan gelip zengin bir kocayla evlenen, o öldükten sonra da mirasına konan bir insanın görmemişliği, diyeceğim o da beni ikna etmeyecek sanırım. Analarının kaderi kızlarının çeyizi midir bilmem ama Berna’nın Ferda’ya uzattığı çekin de kendi sonunu hazırlaması kaderin kötü bir cilvesi olsa gerek. Perihan’ın aldatma gerçeğini ve Ferda’nın kimliğini ailesinden en başta saklaması, sadece kızı Berna’yı değil, elindeki tüm kozları da alıp götürdü. Onu Fikret gibi utanmaz, ezik bir adamın karşısında hayatta kalan tek kızına sırtını dönmüş bir anne konumuna düşürdü ki bunun en fazla Ferda’nın işine yarayacağına şüphe yok.
Fikret’in aldatan bir koca olarak tiplemeden çıkabilmesi için biraz zekâ pırıltısı ve gurur emaresi göstermesi, zahmet olmazsa bir parça da vicdan muhasebesi yaparak işe başlaması gerekiyor. Üç evlat sahibi bir babanın ergen zihniyetiyle ortada dolanması ve yetişkin evlatları kadar önünü görememesi uzun süre çekilecek bir tavır değil zira. Ama Ferda’nın evin en küçüğü Ece’den başlayacağını düşündüğüm işgal harekatını en başta fark etmesini beklemek de benim saflığım, malum senaryo matematiği!
Aras, bu hikâyenin Berna’dan sonraki en masum ikinci kurbanı ve her şeyin kilidini de elinde tutuyor. Onun vicdan yükü, peşini bırakacak gibi görünmüyor. Evin büyük kızı Duru’yla aralarında oluşması muhtemel ilişki de göle attığı annesinin bedenine mezarlıkta omuz veren Aras için hiç de kolay bir sınav olmayacak. O çözülebilir, hem de her an ama Ferda’nın ona şantaj yapacağına hiç şüphem yok. Ne zamanki o Ferda’nın yalanlarıyla yüzleşir ve Berna’nın ölümüne intihar süsü verdiği ortaya çıkar işler o zaman bambaşka bir hâl alır kanımca.
Akrep’in dünyası zorlamadı beni ama karakterlerde çok zorlandım. Bu da kurduğu evrene inanmamı güçleştirdi bir parça. Rejiyi de beğendim, göze çarpan bir olmamışlık yoktu. Günün sonunda dizi, bana batan bir iki karakter haricinde temiz oyunculuklarıyla hikâyeyi beğenen seyircinin ilgisini çekecektir kanaatindeyim.Yolu açık, şansı bol olsun
Yazan, yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık.