Vuslat 14. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Abdullah Efendi, piyonları ve çarkıfeleği bu hafta kendine yoldaş edince biz satrancı urefadan ayrı düşüp hiçliğe sığındık. Geçen hafta Salih Baba’nın elindeydi “HİÇ”. Aziz’e gösterip geri aldığında “Daha Aziz’in hiçliği anlamasına zaman var.“ diye düşünmüştüm. Nitekim bu hafta Salih Baba, “pervanenin ateşe olan aşkından, ateşe dalıp yanıp yok olması gibi” tanımlayınca hiçliği anladım vakti var daha, hem de epeyce var.
Hiçlik, insanın “hiç” olduğunu idrak etmesi, kendini aradan çekmesi yani benliğinden vazgeçmesi demek. Ancak hiç olduğunu idrak edenin erebileceği bir vuslata yürümesi demek… Bunun için de sevdayı, yanmayı ve yürüyeceği yolun varacağı vuslatı bilmesi lazım. Aziz, bu yolda bebek adımlarıyla yürüyen bir yolcu. Şimdilik ancak yoldaşlarını buldu. “Sen kendin oldun, o yüzden ben de sana inanmayı seçtim.” diyen Feride bir koluna, “O çok ağırdır evlat, tek başına kaldıramazsın. Birlikte taşıyalım!” diyen Salih Baba diğer koluna girdiğinde ve Abdullah Efendi yolu aydınlatmaya devam ettiğinde ilerlemeyi başaracak.
Bütün mistik öğretilerde, kişinin “hiç”liği idrak etmesi ve benliğinden sıyrılması sınavlarla olur. Kimi ateş denizlerinden mumdan gemilerle geçer, kimi mecnun olup çöllerde sevdiğini arar. Aziz de elbet girecekti böylesi bir sınava. Her işini, gücü ve parasıyla çözen Aziz Korkmazer, yaptığı bir tek hatayla sevdiğini kaybedeceği bir imtihanla sınandı. Üstelik gücün hiç işe yaramadığı bir imtihandı, bu. Kilitli kapıları açması, sevdiğini kurtarması ve bütün bunları aklı ve gönlüyle yapması gerekiyordu. İpucunu ona gönlü gösterdi: Abdullah Efendi. Bu kez neden, niçin diye sorgulamadı Aziz. Teslim oldu Abdullah Efendi’ye. Onun “her şey aşikâr” deyip uzattığı kâğıdın ne işe yaradığını çözmek de aklının işiydi. Doğru cevabı buldu hem kendini hem Feride’yi tutsaklıktan kurtardı ancak aklı da gücü de son kapıyı açmaya yetmedi. O kapıyı ona ancak Abdullah Efendi açabilirdi, öyle de oldu. Yaşananların perde arkası bu ama bir de görünen yüzü var madalyonun. Orada işler çok daha karışık.
Anlaşılan Şükrü geçen hafta tavsiyemi dinleyip gidip kumda oynamış. Aziz ve Feride’yi kaçıran da “Büyük Patron” Bülent Bey’miş. Uyandıklarında bulundukları ev bana sorarsanız Aziz’in dedesinin evi. Çünkü geçen hafta Bülent Bey, Tahsin Kormazer’i tehdit ederken “Bakalım oğlun da dedesi kadar akıllı mı?” demişti. Mehmet Şefik Bey’le başlayan bir “döngü”den söz ediliyor muhtemelen ve Aziz’in de bir akıl sınavına sokulacağının işareti bu cümleyle gelmişti. Üstelik evin duvarında bir saat izi vardı. Belli ki aranan saat, o evin duvarından gelmiş Salih Baba’nın dükkânına.
Şimdiiii, elimizde ne var bi’ bakalım. Aziz’i kaçıranlar, onun ölmesini istemiyor ama Feride hesaplarında yoktu ve onlar için Feride feda edilebilir bir piyon. Aziz’in oradan çıkamayacağından eminler çünkü bilgisayar başındaki adam çıktıklarını fark edince çok şaşırdı. Muhtemelen Aziz’i orada tutup Tahsin’i yola getirmeyi planlıyorlardı ama planı Abdullah Efendi ve Salih Baba bozdu. Onlar haftalar evvel “döngü”nün başladığını biliyorlardı ve Salih Baba, Çakal Necmi’ye bir görev verip onu bir yerlere yollamıştı. Muhtemelen Aziz’in bir şekilde dedesinin evine götürüleceğini hesaplamışlardı ve onu orada yalnız bırakmayacakları da kesindi. Aziz ve Feride orada tutsakken Salih Baba da Çakal Necmi de son derece rahat ve kayıtsızlardı çünkü Çakal Necmi ve Tekin, Aziz’in takip edeceği ipuçlarını – “âşık a kâr” levhasını ve boynunda kolye bulunan tabloyu – o eve götürüp yerleştirmişlerdi. Tekin’le Necmi’nin “sessiz konuşması”nın tercümesi de bu olsa gerek. Vakit olsaydı Aziz, tablodaki ipucunu da çözüp çıkacaktı dışarı ama Abdullah Efendi’nin herkesten ayrı hesabı vardı. O Aziz’ini orada bırakamazdı ve gidip açtırdı kapıyı. Ertesi gün emanetleri alıp yerine getirmeye gidince Çakal Necmi, Abdullah Efendi’nin marifetini öğrendi.
Büyük patron ve Tahsin Korkmazer’in içinde bulundukları grubun hesap etmedikleri değişken, Abdullah Efendi. “Ortaya çıktı.” dendiğine göre olayların tam merkezinde o var. Üstelik ne olup bitiyorsa Salih Baba da onun kendini göstereceğini hesaba katmamış demek ki… Onun da planlarını yeniden gözden geçirmesi gerekecek, bu durumda.
Aziz’in dedesi, Feride’nin halası, Abdullah Efendi olayın kilit isimleri. Öte yanda Salih Baba, Tahsin Korkmazer ve Aziz’le Feride var. Ortadaki hesap her neyse, dededen toruna uzanıyor ve bu sırada da ağacın kökleri gibi başka başka yerlere erişiyor. Mahalledeki herkesi bir şekilde içine alıyor, köşkte de Gülten’e kadar ulaşıyor. Şu an, olayın maddi boyutunu algılamaktan çok uzağız ama manevi boyutuna bakınca Kadırga’dan köşke kadar herkesin hayatını değiştirmiş bir olayla karşı karşıya olduğumuz kesin. Üstelik geçmişte yaşanan her ne ise bugün bedelini gençler ödüyor. Şu an çemberin dışında sadece Yalçın, Nehir, Emine ve Alamet görünüyor. Geri kalan herkes sözü edilen “döngü”ye bir şekilde dâhil olmuş durumda. Bu “gizem” çözüldükçe Aziz’in yolculuğu da daha zorlu hâle gelecek gibi duruyor.
Aziz, ilk büyük sınavını birazcık yardımla da olsa başarıyla verdi. Bu sırada da Abdullah Efendi’ye ve dolayısıyla Salih Baba’ya teslim olmayı öğrendi. Kurtulduktan sonra dükkâna gidip kollarını sıvayıp eşyaları sırtlayan Aziz, daha önce bardaklara ayran servisi yapan Aziz Korkmazer’den çok farklıydı. O şaşkınlığı atmış, “Ben”i bir kenara koymuş ve emre itaati öğrenmişti. Ödülü de “O ağırdır, beraber taşıyalım” diyen Salih Baba’dan aldı. Kendi üslubunca Baba ona “Bu yolda yalnız bırakmam, seni.” dedi. Öte yandan “Ben Salih Baba’nın manevi kızıyım” diyen Feride üstüne basa basa “Sana inanıyorum.“ diyerek yol arkadaşlığını kabullendi ama ciddi bir uyarıyla: Beni inandıklarımdan vurma!
Şimdi Aziz, yeni bir durakta… Henüz “hiç”liğini idrak etmiş değil ama yönünü buraya çevirdi. Feride’nin uyarısı da boşa değil, bence. Aziz’in onu vurma riski var. Her ne kadar bunu bilinçli yapmasa da Feride’yi korumak adına atacağı bir yanlış adım onun büyük hatalarından biri olabilir.
Kerem, ilk kez bütün olup bitenlerin dışında kalan taraftı. Feride’nin evinde karşılaştığı Ali ve onu bir yerden tanıdığına çok emin görünen Madam Aneta, Kerem’in planlarında olmayan detaylardı ve ilk kez keskin zekâsı işe yaramadı, bağlantıyı kuramadı. Annesiyle ilgili araştırmanın çıkmaz sokağa sapması, anlamlandıramadığı olaylar, Ali’nin öldürülmesi ve babasının ondan gizli bir başka dünyası olduğu gerçeğiyle tanışması Kerem’i duraklattı. Ancak ben onun zekâsındaki bir adam için bu duraklamanın uzun sürmeyeceğine inanıyorum. Şu an daha ileri atlayabilmek için biraz geriye çekildi, sadece. İzliyor, araştırıyor ve bekliyor. Bağlantıları kurduğu an yepyeni bir plan yapıp oyunda yerini alacaktır.
İlk bölümden itibaren Abdullah Efendi’nin geçmişini merak edip duruyorum, ben. Hiç kimsenin durduk yere “Mecnun” olmayacağı varsayımından hareket ediyorum, elbette. Geldiğimiz noktada olayların tam merkezinde onu bulmak da bu nedenle beni çok şaşırtmadı. Aslına bakarsanız ilk bölümden beri pek çok detayın anahtarı onda. Aziz’in manevi yolculuğunu da büyük “gizem”i de o yönlendiriyor. Hepimiz biliyoruz ki o “Araf”takilerden biri ve ne olduğunu da ne olacağını da bilen belki de tek kişi. Bu defa da ortaya çıkıp kendini göstererek döngünün tam anlamıyla başlamasına neden oldu. Karşı tarafın ondan istediği ne, onun için bir tehlike var mı, şu an bilemiyoruz ama bildiğim tek şey onun bir hesabı olduğu. Fitili kendisinin ateşleyeceğini herkesten iyi o biliyordu. Zamanlamayı da kendince yaptı diye düşünüyorum. “Oyun”u başlattı. Aziz’i kurtarmaya giderken yanına aldığı piyonlar ve çarkıfelek de bunun metaforuydu bana kalırsa. Kendince “Hadi artık oynayalım!” dedi ve hamlesini yaptı. Bu büyük oyunda birileri kırılacak, birileri esir edilecek, birileri öyle ya da böyle yenilip oyun dışı kalacak ama belli ki bir hesap kapatılacak. O hesabın öyle ya da böyle Tahsin Korkmazer aleyhine kapanacağını düşünüyorum çünkü elindeki kanların bir bedeli olmalı. “Her hayırda bir şer, her şerde bir hayır vardır!” deniyor ama benim zavallı yüreğim, hayrın içindeki şerlerden birinin Abdullah Efendi’nin başına kötü bir şey gelmesi, endişesi taşıyor. Göz göre göre Tekin’i, Nehir cadısına yem ediyoruz bari Abdullah Efendi’yi kollasak mı, diye ricacı oluyorum kalemi tutan ellerden.
Gözümü bile kırpmadan izlediğim, çok dinamik, çok keyifli ve çok iyi kurgulanmış bir bölümdü. Bu arada Mehmet Şefik Bey’e ait olduğunu tahmin ettiğim eve de o evdeki çekimlere de bayıldım. Hele Aziz’in gözünden verilen görüntüler nefisti. Temposu çok doğru ayarlanmış, gerilimi yüksek bir bölümdü. Yazan, yöneten, canlandıran ve set arkasında büyük yük sırtlayan herkesin emeklerine sağlık.
Merhaba, Her hafta bölümü bekler gibi yazılarınızı bekliyorum ;) Ama bu bölüm için ben de bir şeyler eklemek isterim, bence Aziz'i kaçıranlar bilerek ve isteyerek Feride ile birlikte kaçırdılar, ben gayet de hesaplı yaptıklarını düşünüyorum. Büyük patron, Azizi yakından takip ediyor gibi görünüyor, Feride detayını atlaması mümkün değil. Bir de aranan asıl saatin Azizin elindeki küçük saat olduğunu düşünüyorum, bana göre büyük saat içindeki mesaj ile (Her şey aşikar.) görevini tamamladı. Sürekli döngüden bahsediliyor, geçmişte yaşanan bir şeyler tekrar ediyor belli ve o yaşananların gizli/açık tanıkları şimdi Azize yardım etmeye çalışıyorlar. Salih baba tabloların ve aynanın ne kadar zamandır kendisinde olduğunu hatırlamadığını söylemişti. Evde duvardaki saat izi detayını fark etmemiştim ama düşününce daha da oturdu kafamda. O duvar saati, ayna ve tablolar muhtemelen aynı anda ve çok daha önceden Salih babanın eline geçti. Buradan o evin varlığından ve içindeki gizemlerinden uzun zamandır haberdar olduklarını çıkarıyorum. Evdeki tablolara gelince, onları oraya Tekin ve Çakal Necmi bırakmadı bence, o tablolar da zaten o evdeydi. Yani hepsinden ikişer tane vardı. Tıpkı Feridenin kolyesinden olduğu gibi. Salih baba ikincisini yapmıştı hatırlarsanız. Salih babanın Çakal Necmi ile Tekine verdiği görev neydi bilmiyorum ama elleri boş dönmemişler, bazı kutularla gelmişlerdi. O yüzden o görevin tablolarla ya da o ev ile doğrudan ilgili olduğunu sanmıyorum. Şunu da söylemeliyim yazdığım hiç bir şeyden emin değilim. Zamanla anlayacağız.
İlginiz için çok teşekkür ederim. Okuyan gözlerinize sağlık.
Her bölümden sonra sizin yorumunuzu bekliyorum. Ben de bir fikir bildirmek isterdim. Artıq kaç bölümdür Azizin kafasını tutarak bayılmak sahnesini gördük. Bu bölümde de öyle oldu. Bence Azizin beyniyle ilgili bir hastalığı var. Salih babanın da beyin cərrahı olması tesadüfi deyil, bu konuda Azize yardım edecek. Bir de Tahsin ve Faikin qarşılaşma sahnesini ve Aziz ile Feridenin ilişkilerine tepkilerini merak ediyorum. İkisi de oğullarına Fırat ismini koyduklarına göre bir zamanlar iyi arkadaş olmuşlar demek ki.
İlginiz ve değerli yorumunuz için teşekkür ederiz.