Siyah Beyaz Aşk 14. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Siyah Beyaz Aşk’ta uzun süredir, sürpriz bölüm sonlarına alıştığımı düşünüyordum. Bu bölüm de tanıtımlardan aşina olduğum için Namık’ın vurulmasına hazırlamıştım kendimi ama yine ne olduysa oldu ve dizi reklama girdiğinde ben, ekrana ağzım açık bakarken buldum kendimi.
Ebru, Şahin Cigal’in kızı değilse gerçek kızı kim, Azat Dağıstanlı kim ve ne istiyor, Ayhan’ın işlevi ne, Namık’ı kim vurdu soruları şoklanma sürecimi oluştururken Aslı ve Ferhat arasında yaşananlar son noktayı koyup beni alabildiğine aptallaştırdı.
Beynimde dönüp duranları bir nizama sokma şansım yok, hepsi gemi azıya almış dört nala koşturuyor o yüzden onları öteleyip geçen haftaki yorumda Yiğit’le ilgili söylediklerimden başlayayım yazmaya. Yiğit, abisinin emaneti Aslı’yı korumak adına Ebru’yu öldürünce “O da karanlık tarafa geçti.” demiş ve artık Ferhat’a eskisi kadar doğrudan ve keskin ifadelerle gelemeyeceğini düşünmüştüm. Olayın ilk şokundan sanırım, Yiğit’te bir pişmanlık ve can alma acısı da görmemiştim. Meğer hepsi bu bölüme saklanmış.
Kardeşini ziyarete giden Ferhat’la Yiğit arasındaki sahne bölümün başlarında beni benden aldı. Çekiminden duygusuna, oyunculuğundan diyaloglarına bölümün belki de en bayıldığım yeriydi, o sahne. Yiğit olması gerektiği gibi kendiyle kavgaya tutuşmuş, katil olduğu gerçeğiyle yüzleşmeye başlamıştı. Ömrünü adalete adayan, hayatta tek amacı babasından edindiği değerlerle dürüst ve namuslu yaşamak olan bir kanun adamının gerekçesi ne olursa olsun, birini öldürmüş olması çok ama çok ağır bir durum. Yiğit bunu bütün hücreleriyle yaşıyor ve insan doğası gereği kolay yolu seçip sorumluluğu nefret etmeye çalıştığı abisine yüklemek istiyordu.
Yiğit’in bilmediği bir şey var. Ferhat, sadece kendisinin değil ailesinin ve Aslı’nın yaptığı her hatanın, her olumsuzluğun hatta her gafletin suçunu zaten gönüllü olarak üstüne alan ve bunun yükünü taşıyan adam. Yiğit’in “Sen karanlıksın!” suçlaması artık ona çok tanıdık… Kim söylerse söylesin, bunu kabullenmeye hazır. Yine de “Ben Berber Necdet’in oğluyum, sen kimin oğlusun?” sözü Ferhat’ın yüreğine ok gibi saplandı. Eski Ferhat olsa, hayatına beyaz bulaşmamış olsa bu o kadar yakar mıydı canını bilemem ama önce Yiğit’in ardından Suna’nın can acısıyla söyledikleri Ferhat’ı bir defa daha kırdı geçirdi.
Ferhat’ın hayatını Aslı’dan önce (AÖ) ve Aslı’dan sonra (AS) diye ayırmak gerek sanırım. AÖ, sadece kırmayı bilen Ferhat artık incinmeyi, yaralanmayı da tanır oldu. AÖ, insanlarla iletişimi sadece emir vermek ve öldürmekle sınırlı olan adam, şimdi Suna’yla “gerçekten” konuşması gerektiğinde hâliyle bir dekodere ihtiyaç duyacaktı ve ilk kez Aslı’ya imasız, dolaysız; kesin ve net “Yanımda ol!” demeyi bildi. Bırakın Ferhat’ı pek çok sıradan insan için bile birinden yardım istemek çok güçtür. Ürkersiniz, mahcubiyet hissedersiniz, rahatsızlık verme endişesi taşırsınız. Hele söz konusu Ferhat Aslan’sa bu atılabilecek en büyük adımlardan biridir. Suna’nın evinin kapısında Aslı’ya Yiğit’le konuşmasını anlatan ve ondan yardım isteyen Ferhat Aslan benim gözümde çok büyük bir engeli zor da olsa aşmayı başardı.
Aslı, her şeye rağmen Ferhat’ı iyi tanıyor belki de en iyi tanıyan o. Zırhının altında bu kadar nahif bir adamı “Onun karşısında dik duracağım, ezilmeyeceğim!” diye hat höt ederek incitirseniz, bir daha kabuğundan çıkarmayı da başaramazsınız. Hastanede başhekimin üstüne yürüyen Ferhat’a “İşime karışma!” diye diklenen kadın, “Yanımda ol!” diyen Ferhat’a “Hadi, gel!” deyip omuz vererek bence en doğruyu yaptı.
Hastane, Aslı’nın alanı… O alana Ferhat’ın girmesi büyük hem de çok büyük hata. Gerekçesi ne olursa olsun, Aslı’nın önüne geçip “Kimse benim karıma böyle davranamaz!” diyerek Aslı’nın amirini tartaklamak Aslı’yı silip geçmektir. Ferhat’a kızmıyorum zira az önce söylediğim gibi Ferhat, sosyal ilişkilerde defolu, şu an. Sağlıklı iletişimi Aslı’yla öğrenmeye başlayacak bu nedenle de Aslı’nın orada Ferhat’ın haddini bildirmesi, ona sınır çizmek adına çok önemli. Zaman içinde Ferhat o sınırlarda kalmayı da öğrenecek diye umuyorum ama ikili ilişkilerinde sertleşen, had bildiren, meydan okuyan Aslı kendini büyültmez, kendini önce Aslı’ya sonra diğer sevdiklerine açmaya hazırlanan Ferhat’ı bütünüyle yok eder. Ben Aslı’nın Ferhat’a kimi noktalarda itiraz etmemesini ya da sessiz kalmasını bunun farkında olmasına bağlıyorum.
Bölümde çok ufak bir detay bu nedenle ilgimi çekti. Azat ve Ayhan, düğüne gelmiş ve aileden ayrı bir masaya oturmuşlardı. Onları tanıyan sadece Ferhat. Yani bir anlamda Ferhat’ın misafiri konumundaydılar. Salona giren Ferhat, bu sorumlulukla onların yanına gitse de Aslı’nın kısa bir sohbetin ardından dönüp aile masasına oturması üzerine, baba kızı bırakıp karısının peşinden gitti. Her ne kadar Aslı’nın oturacağı sandalyeyi çekme kibarlığını aklına bile getirmese de (öğrenecek, daha küçük) karısının güvenine sığınıverdi, bilinçsizce. Bu minik ayrıntı bile Ferhat’ın sezgisel olarak Aslı’ya gereksinimini vurgulamaya yetti, benim için.
Azat Dağıstanlı ve kızı, bizler için hâlâ bilinmezliklerini sürdürmekte ancak bu hafta Azat Bey’in Ferhat’ın düşmanı olmadığını hissettik. Aksine onun çok ihtiyaç duyduğu aklın sesi olacak gibi duruyor. Düğünde Yeter’e bakışı, Azat Dağıstanlı’nın Yeter nedeniyle Namık’la bir hesabı olduğunu düşündürüyor. Namık’a düşman ama Ferhat’a dost bir Azat Baba göreceğiz sanırım.
Ferhat’ın içindeki karmaşa Dilsiz’den Abidin’e; Namık’tan Yiğit’e kadar herkesin dikkatini çekiyordu ancak hepsi sorgulama ve anladıklarını ima etme boyutunda kalmış hiçbiri onun içindeki yangına “su olma”yı düşünmemişti. Azat’ın lafı hiç dolaştırmadan konuya girmesi ve Ferhat’ın zihninde dönüp duranları metaforlarıyla somutlaştırması yangını bitirmese de söndürme yolunu bulmasını sağladı. Meyhanede Ferhat’ın yanına gelen Azat’ın “Aynı ateşle yandığım delikanlının yanında olmalıyım.” cümlesini ben, sadece mangaldaki közle sınırlamadım. Ferhat’ın yandığı ateş: Sevda… Azat da aynı ateşle yanıyorsa onun da içinde bir sevda olmalı, dedim ve bölüm sonunda o sevda beni Yeter’e götürdü. “İstavrit” öyküsünü de yine aynı bakışla çözümleyince karşımda başka bir kapı açıldı. Adam, kovadaki istavriti tutup denize atıyor ve onu özgürlüğüne kavuşturuyor. Amacı da aynı durumda bir gün kendisi kaldığına onu denize atacak birinin olması umuduna sahip olmak. İstavrit, Ferhat’sa onu Namık’tan kurtarıp denize atan Azat demektir. Karşılığında o da Ferhat’ın onu bir gün kurtarması ümidini taşıyor. Yine bu kurtuluşu Yeter’e bağlıyor benim aklım.
Azat’ın Ferhat’la konuşmasında iki çok önemli yer vardı: İlki, “Yarayı açandan derman beklemenin adıdır, aşk.”, İkincisi de “Kendinle savaşırsan kaybedersin.“ Ferhat’ı sonunda harekete geçiren de işte bu iki cümle oldu. Ferhat’ın yarasının dermanını sadece Aslı da bulacağını ve ona gitmemek için direnmesinin baştan kaybedilmiş savaş olduğunu algıladı.
Aslı, baştan beri sevildiğini Ferhat’tan “işitmek” istiyor. Evet, sözler önemli değil; evet, aşk itirafı bir güvence değildir ve evet, aşk iki kelimelik bir cümleye sığmaz ama Aslı’yla empati yapınca o iki kelimelik cümleye ne kadar ihtiyacı olduğunu görüyorum. Ayakta durabilmek için, yanılmadığını görmek için, kendi sevgisine inanabilmek için ve hepsinden önemlisi Ferhat’tan ümit kesmemek için “Seni seviyorum, işte yani bu, anladın mı?” biçiminde sakat, karmaşık ve tam Ferhatça da olsa o cümleyi duymak zorundaydı Aslı. O duymak zorundaydı ama ya Ferhat?..
Korkusuz, kararlı ve keskin tavırların adamı Ferhat. Dövülecekse döver, vurulacaksa vurur, emir verilecekse emreder ama gel gör ki “Seni seviyorum!” demek kalbini avcuna alıp karşındakinin eline bırakıvermek demek, “Al işte! Ne yapmak istiyorsan beni al, öyle yap!” demek, beni sensiz bırakma demek ve artık “Hayatta kalmak istiyorsan yakınımda, yaşamak istiyorsan uzağımda dur!” cümlesini baştan yazmak demek; uzağımda olursan ben yaşayamam demek. Bütün bunları söylemek de yıllardır kendi elleriyle yarattığı Ferhat’ı kendi eliyle yıkmak demek. İşte o yüzden gözünü Aslı’dan kaçırması; işte o yüzden o derinnnnn iç çekiş ve işte o yüzden söylemek için işkence çekmesi…. Ama başardı (En azından hayal değilse başardı. Hayalse, ki dürüst olmak gerekirse içimdeki ses hayal diyor, o zaman en azından dile getirmese de bu kıvama geldiğini düşünüp içimi ferah tutacağım; ileride aynı şeyleri tekrar yazarız ne yapalım.)
Kafamda bir sürü soru dolaşıyor demiştim. Son sahnenin hayal olup olmamasına bağlı olarak en büyük soru Aslı ve Ferhat arasında yaşanacaklar… Eğer Ferhat’ın aşk itirafı gerçekse öykünün en büyük çatışması çözülmüş oluyor o zaman öykü nasıl bir kanala akacak?
Ayhan Dağıstanlı’nın öyküde işlevi ne olacak? Babasının durumu netleşse de Ayhan, belirsizliğini koruyor. Ferhat ve Aslı arasına girecek bir kara kedi hele de aşk itirafı gerçekse çok anlamlı görünmüyor bana. Eğer böyle bir rolü yoksa o zaman senaryo matematiği bağlamında şu an için işlevsiz bir karakter, o. Ona nasıl bir görev yüklenecek? Ebru’dan boşalan Şahin Cigal’in kızı olma kontenjanını mı dolduracak, emin değilim.
Azat ve Yeter arasındaki ilişki de muamma benim için. Azat, Yeter’in Namık’tan önce tanıdığı biri olmalı. Hani bir ihtimal Ferhat, Azat’ın oğlu mu diye de geçmiyor değil aklımdan. (Bana Namık’ta DNA testi var diyeceksiniz; biliyorum ama biz o testi görmedik, ne yazıyor bilmiyoruz üstelik Namık ve yalanları… diyor ve susuyorum)
Olay nereye bağlanırsa bağlansın, Azat Bey, Ferhat’ın bundan sonraki çizgisini çok yakından etkileyen isim olacak, o kesin. Baştan beri Ferhat’ın kara yanının ve katilliğinin bir biçimde aklanması gerek diye düşünüyorum. Umarım Azat Bey, bu noktada da rol oynar.
Namık’ı kim vurdu sorusu da beni Azat’a götürüyor. Cüneyt ve Yeter’i silahla gördük ama tam da o nedenle bana onlarmış gibi gelmiyor. Azat vurduysa o zaman bunu Ferhat’a açıklayacak çok sağlam bir gerekçesi olması lazım. Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor. Bildiğim tek şey öykünün yeni bir yola girdiği, burada ne çıkacak karşımıza merakla bekliyorum.
Söylemezsem yine dilim şişecek, Ebru’nun yaşındaki tutarsızlığın çok mantıklı bir sonuca bağlanması gibi Azat Bey’in de hapisten canı istediğinde çıkıp durmasının reddedilemez bir sonuca ulaşmasını umuyorum.