YAZAR: Irmak TERCANER

Sen Çal Kapımı’da geçtiğimiz haftayı, gerçeklerin Serkan’ın yüzüne tokat gibi çarptığı ve Eda’nın tüm oyunu sonlandırmak için yola çıktığı noktada bırakmıştık. Koskocaman bir haftayı, aralarındaki bu düğüm nasıl çözülür; Serkan, Eda’nın gönlünü nasıl alır, ne olur ne biter de bu oyun devam eder gibi pek çok soru işaretiyle bekledim. Aslında bu soru işaretlerinin de ötesinde bölümde görmeyi umduğum, benim için en kıymetli şey, bir eylemdi: Serkan’ın özür dilemesi. Geçen bölümde, Eda’nın tavrını çok net kavramış, mücadelesine hak vermiş, haklılığını kanıtladıktan sonra arzuladığı tek şeyin yerinde bir “özür” olduğuna inanmış ve bu inanç doğrultusunda kemerlerimi sıkarak bölüme hazır hâle gelmiştim. Dün izlediğim dokuzuncu bölümün, Serkan Bolat’ın şahsına münhasır kişiliğinden mütevellit, en azından son çeyreğine kadar beklentimi karşılayamadığını söylemeliyim.

Hata yapmak, insanı insan yapan en temel durumdur. Kabul etmek lazım ki hepimiz hata yapmakta harikalar yaratırız! James Joyce’nin dediği gibi “Hata yapmak, kendimizi keşfetmeye yönelik açtığımız kapılardan başka bir şey değildir.” aslında. Benim nezdimde yapılan bir hata, daha iyi bir birey olmak için yapılan bir çağrı gibidir ve kıymetli olan “Yanılmışım, özür dilerim!” diyebilme olgunluğuna sahip olabilmektir. Zihinde düşünülmesi çok basit ama dile dökülmesi bir o kadar zor bir kalıp: Özür dilerim! Sen Çal Kapımı’da bu hafta, Eda için tüm kilitleri açıp kapıları aralayacak tek anahtar da buydu. Hiç şüphesiz ki affetmek; her şeyden önce, bir tutumdur, cesur davranmaya karar verme eylemidir ve Serkan, özür dileme cesaretini gösterdiği an, Eda da zaten onu affetmeye hazırdı, öyle de oldu. Serkan’ın hazırladığı çiçeğe, “Peri kızı, beni affedebilir misin?”  notunu düştüğü sahne,  Eda’nın bakış açısından her şeyi sıfırlamış, anahtar kavramın nasıl da etkili sonuçlar verebileceğini göstermiş, en önemlisi Serkan, Eda tarafından affedilmişti. Serkan’ın hatasının farkında olduğu, bölüm boyunca bize sunulan kendine has davranışlarından belliydi belli olmasına ancak onun izlediği yollar, Eda’nın beklediğinden çok uzaktı. Daha net bir ifadeyle, affedilme arzusunu kaleme aldığı ana kadar Serkan’ın izlediği yöntem, oldukça kusurluydu.

Serkan Bolat, uzun zamandır ekranlarda görmeye alışık olmadığım kadar değişik bir karakter. Hayatında asla grilere yer yok, ya tam bir siyah ya tam bir beyaz. Her yeni bölüm önümüze serilen o puslu geçmişte artık ne yaşanmışsa karakterini, geçmişin yaralarına göre yeniden inşa etmiş bir insan. Bu serüvende beni “Böyle olmayı kendisi tercih etmiş.” yargısından “Yaşadıkları onu bu hâle getirmiş.” fikrine sürükleyen, derinliği olan bir karakter, o. Kendini koruma yolunda yine kendisi ve ailesi tarafından oluşturulan bir zırhı var ve bu zırhta, kontrol manyaklığından tutun da güvensizlik, yönetme deliliği, katı çizgiler ve hata affetmeme gibi daha pek çok özellik mevcut ve gelinen noktada, gün geçmiyor ki bu özelliklere bir yenisi daha eklenmesin. Sezon başından beri Serkan’ın “hata” kavramına takıntısı vurgulanan bir şeydi. O, hata affetmeyen bir karakter ancak bu bölüm görüldü ki “hata” kavramıyla tek derdi onu affetmemesi değil, aynı zamanda hata yaptığını da kabul edememesi. O, hatalarını kabul etmek istemeyen, kabul etmekten çekinen bir insan. Bazı insanlar “Eğer hatalarımı görmez ya da görmek istemezsem, o zaman özür dilememe de gerek kalmaz.” mantığı ile hareket ederler, tıpkı Serkan gibi. Geçen haftadan beri, arka planda hatalı olduğunu çok iyi bilmesine ve bundan delicesine pişman olmasına rağmen, Serkan’ın yaptığı aslında tam olarak buydu. Her şeyi yaptı, bakın abartısız söylüyorum kendi metotları ile Eda’nın gönlünü almak için her şeyi yaptı ama bir tek “özür” dilemek aklına gelmedi. Hatasını kabul etmek, onu cesaretle sırtlanmak yerine faturayı Kaan Karadağ’a kesti, onun işine taş koyma noktasından Eda’nın gönlünü almaya çalıştı. Eğer bir insan hatasını kabul etmek istemiyor buna rağmen zihni, o hatayı kendisine haykırıyorsa o zaman yapabileceği tek şey, başka bir suçlu bulmak ve onu cezalandırmaktır. Kim bilir belki de bunun sebebi, kendini cezalandırmaya cesareti olmaması. Serkan, kendi hatasını kabul etmeyerek Kaan’ı her şeyin suçlusu ilan etti, onu ayıklamak için kolları sıvadı ve bence, en büyük yanlışını da burada yaptı. Zira, Eda’nın kırılışının ana nedeni Kaan değildi; o sadece bir aracıydı ve Eda’nın beklediği, Kaan’ın yenilgisi değil, Serkan’ın hatasını kabul etmesiydi. Bu yüzden, Serkan, maçın son çeyreğine kadar geride kalan taraftı. Ancak bu noktada şunu söylemek lazım; evet, maçın son çeyreğine kadar gerideydi ama son periyotu da iyi oynadı. Eda’nın, beklediği tek şeyin bir özür olduğunu belirtmesi sonrası kafasına dank eden çiçek hamlesi, hangi açıdan bakarsanız bakın çok hoş bir hamleydi. Daha önce, Eda’yla tanıştıktan sonra Serkan’ın bir değişim sürecine girdiğinden bahsetmiştim. Eda’yla birlikte Serkan, öykü başında tanıtılan o katı karakterin çok dışına çıkmış, görünenin ötesinde uzaklarda kalmış farklı bir Serkan olduğunu göstermiş ve günden güne Eda’ya karşı duygularında daha fazla inandırıcı olmaya başlamıştı benim için. Bölümün en güzel sahnelerinden biri olan “çiçek sahnesi”, hiç kuşkusuz bu düşüncemi pekiştirdi. Hepimiz çok iyi biliyoruz ki, Eda’dan önceki Serkan, hatası yüzüne vurulmuş bile olsa bunu kabul etmez, telafi etmek için mücadeleye soyunmaz hele hele manevi değeri olan, özel hazırlanmış özür hediyelerine asla yeltenmezdi. Ancak ne mi oldu? Daha ne olsun, başlarda azıcık tökezlese bile dışarıdan bir uyarılma sonrası Serkan, Eda’ya zaafına ve duygularına yenik düşerek onun için kolları sıvadı. Onu, en çok sevdiği şeylerden, çiçeklerden vurdu hem de kendi emeğiyle oluşmuş çiçeklerden. Bu, Eda için çok kıymetliydi. Çiçek sahnesi, Serkan’ın değişimini, Eda’ya artarak devam eden duygularını gösteren en net delil, geleceklerine dair ise en kıymetli göz kırpıştı, bana göre. Serkan Bolat, fena sarsıldı, tökezledi ama yıkılmadı, ne diyelim yola devam…

Gelelim Eda cephesine… Geçtiğimiz hafta, tasarımın çalınmasıyla suçlanan Eda’nın sergilediği tavrın çok kıymetli, saygı duyulası olduğundan bahsetmiştim. Zira Eda’nın bu tavrı, haklılığın gözyaşıyla değil kendinden emin bir tavırla kanıtlanabileceğini gösteren güçlü, karakterli bir tutumdu. Onun derdi, sadece Serkan’ın kendisine güvenmemesi değildi. Sorun, birlikte tüm yaşadıklarından sonra Serkan’ın ona güvenmemiş olmasıydı. Eda, Serkan’la sözleşme ortaklığına, onun hayatını mahvettiği için oluşan bir nefret duygusu ile başlamıştı. Bu bölüm, “Ondan nefret ederken beni öyle bir büyüledi, öyle bir inandırdı ki kendisine.” sözünden anlaşılacağı üzere o, süreç içerisinde Serkan’a inandı ve onun da kendisine güvendiğini düşündü. Bunun doğru olmadığını anladığı an, yani Serkan’ın kendisine güvenmediğini fark ettiği an, sevdiği adama öfkesi doğal, tavrıysa gayet makuldü.

Eda ve Serkan arasında bu hafta yaşananları bir gurur savaşı olarak değerlendirmek, hiç şüphesiz ki ikili arasında gerçekleşen diyalogların anlamlarını çekip almak olacaktır. Gurur, her şeyi yakıp yıkabilen, sessiz ama aktif bir direniştir. Bir ilişkide gurur devreye girerse artık iki taraf da adım atmaktan vazgeçip her şeyi bir kenara bırakır. Gurur, bir insanda “Özür dilesin de affedeyim!” anlayışını uyandırmaz tam aksine, kendisine yapılanları kabul edememişliğin bir getirisi olarak asla affedememeyi gerektirir. Oysa bu bölüm ne Eda için ne de Serkan için böyle bir durum söz konusu değildi. Tüm bölüm, ne yapacağını bilemese bile adım atmaya çalışan bir Serkan ve beklediği özrü aldıktan sonra affetmeye hazır bir Eda izledik, biz. Birbirleri için mücadele eden ve affetmeye hazır bir ikili izledikten sonra ben, bu mücadeleyi bir gurur savaşı olarak değil olsa olsa bir güç savaşı olarak değerlendiririm. Eda’nın haklılığını kanıtladığı, Art Life’dan her şeyi gerisinde bırakarak çıktığı andan sonra yaşanan her şey artık bir güç savaşıydı.

Sen Çal Kapımı başladığı ilk günden beri Serkan-Eda ikilisi arasında bir güç savaşı olduğu aşikâr. Bu savaş, özellikle beşinci bölüm sonrası yumuşamış, ikili birbirlerine karşı gardlarını indirmişti. Bu bölüm, geçmişte kalan savaşın, şekil değişikliğine uğrayarak yeniden karşımıza çıktığını söylemek mümkün. Başlangıçta ne Serkan için Eda ne de Eda için Serkan alışılmış karakterler değildi ve bu durumun, birlikte iki ay geçirmek zorunda kalan iki insan için bir güç savaşını gerekli kıldığı çok açıktı. Ancak bugün gelinen noktada bu mücadele, sözleşme bitse bile bir şekilde kopamayacaklarını fark eden iki kişinin, birbirlerinin hayatlarına karşı ısınma turlarında verdiği bir savaş hâlini aldı. Eda için artık önemli olan, tavrının haklı gururunu yaşamak değil Serkan’dan beklediği özrü almaktı. Eda, Serkan’ın hayatında güç odağı olma ve “kendisi” olarak var olma mücadelesine devam ediyordu ve o, aslında galip gelme arzusundaydı. Evet kabul, Serkan, Eda’nın derdini çok zor anladı ama bu noktada Eda, vazgeçmedi, özür beklediğini bastıra bastıra dile getirdi, özrü kaptı ve bence, bu bölüm yine galip geldi. Özrünü aldığı anda, hem Serkan’ı bir anlamda ödüllendirdi dem de baştan beri istediği şeyi yaptı ve Serkan’a büyük bir adım attı. Hiç kuşkusuz Serkan, bir değişim sürecinden geçiyor ancak tüm kontrolünü kaybetmiş durumda değil, o da hâlâ gücünün ve dolayısıyla savaşın peşinde. Her ikisi de öyle ya da böyle birbirlerinin hayatlarına değdiklerinin, sözleşme bitse bile değmeye devam edeceklerinin farkında.

Hem Eda hem de Serkan, farklı bahçelerde büyümüş iki insan ve şu anki savaş, bu birlikteliğin hangi bahçede devam edeceği üzerine verilen bir mücadele, özellikle de Serkan için. Mevcut durumda Serkan, değişmesine değişiyor ama aynı zamanda Eda’yı kendi bahçesine, kendi doğruları ile ekmek istiyor, Eda da işte tam da buna direnç gösteriyor. Yani aralarındaki güç savaşı, aralarındaki ilişkinin kimin bahçesinde, kimin doğruları ile devam edeceği üzerine kurulmuş durumda. Bu savaşın galibi kim olur şimdilik bilinmez, ne diyelim onlar savaşı sürdüredursun biz de doya doya izlemeye devam edelim.

Yazımı bitirmeden önce değinmek istediğim bir nokta var. Bolat ailesinin geçmişte yaşadığı travma, her hafta önümüze küçük küçük ayrıntılarla sunulmaya devam ediyor. Bu hafta, Aydan Hanım’ın uzun yıllar sonra ilk kez dışarı çıkma sahnesinin Seyfi tarafından Serkan’a izletilmesi, onun annesiyle abisi üzerine sohbet etme cesareti göstermesi güzel detaylardı, kanımca. Ben, Eda Yıldız’ın en baştan beri Bolatlardan sadece Serkan’ı değil aynı zamanda geri kalan aile üyelerini de değiştireceğine inananlardan oldum.

Bolat ailesi değişim rüzgârına aşina bir aile. Geçmişteki aile fotoğraflarına bakıldığı zaman, yaşanılan travma öncesi çok mutlu ve her birinin şu ankinden farklı karakterler olduğu bir gerçek. Onlar ilk değişimi, abinin kaybedilmesinden sonra yaşamışlar ve şu an ikinci değişim rüzgârı, Eda’yla başlamış durumda. Eda’nın yarattığı değişimin, Bolat ailesi için bir öze dönüş niteliğinde olacağı kanısındayım. Değişim trenine ilk binenler sırasıyla Serkan, Alptekin ve Aydan oldu. Serkan’la Alptekin’in değişimi daha hızlı ve net adımlarla ilerlerken Aydan için durum ne yazık ki aynı değil. Geçmişte yaşanılanlar en çok Aydan’ı sarsmış olacak ki değişim sürecine en çok direnç gösteren de yine o ve ben, en çok onun değişimini merak ediyorum. Eda üzerinden Bolat ailesinin değişimine şahit olmak, senaryoda girilen güzel bir yol ve ilerleyen dönemlerde bu yol üzerine atılacak adımları heyecanla bekliyor olacağım. Bölüm, Serkan-Eda ikilisinin sözleşmeyi devam ettirmeye karar verdiği sırada patlayan Selin ve Ferit’in evlilik kararı ile son buldu. Haftaya kadar heyecanla bekliyor olacağım.

Herkesin emeğine sağlık! Sevgiyle kalın!

 

 

 

Related Article

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.