Sen Çal Kapımı 8. Bölüm
Yazar : Irmak TERCANER
Sen Çal Kapımı’da geçtiğimiz haftayı, çalınan tasarımla ilgili Eda’yı suçlayan bir Serkan ve o suçlamanın akabinde hayal kırıklığına uğrayan bir Eda ile noktalamıştık. Eda’nın, kendisini geri çektiği onca sahneye rağmen ikili arasında güzel detayları barındıran bölüm, Serkan’ın ‘’güvensizlik’’ duygusunun yarattığı yıkım ile bitmiş, ortalık toz duman olmuştu. Koskoca bir haftayı, ortaya çıkan bu yıkımın nasıl düzeleceği, Eda’nın nasıl bir tavır alacağı gibi sorularla bekledim ve itiraf etmeliyim, cevaplarımı da fazlasıyla buldum. Karşılaştığı suçlama karşısında oldukça sağlam bir tavır sergileyen Eda’nın aksine bu haftanın uzak ara kaybedeni, “güvensizlik” duygusuna yenik düşen Serkan Bolat’tı.
Sen Çal Kapımı’nın bu hafta odağında Eda’nın tavrı vardı. Bir insanın bir suçlama ile karşı karşıya kaldığı an yalnızca iki seçeneği vardır: Ya beklemediği insanlardan gelen ithamlar karşısında yaşadığı hayal kırıklığıyla çaresizlik içinde beklemek ya da kendinden emin bir tavırla, yine göbeğini kendi kesmek! Hiç şüphesiz ki Eda, bu bölüm ikinci seçeneği tercih etti ve sezonun başından beri sergilediği mücadeleci, güçlü tavrından ödün vermedi. Evet, Eda suçlamalar karşısında afalladı çünkü sevdiği, değer verdiği bir adamın ona karşı güvensizliği kalbini kırdı, hayal kırıklığı yaşamasına sebep oldu ama hiçbir şekilde akılcı ve mantıksal yaklaşımını da geri planda bırakmadı. Karşılaştığı tavrı cesaretiyle sırtlandı, öz saygısını da yanına alarak kendini aklamak için bir mücadeleye soyundu ve bu noktada çok da iyi bir iş çıkardı. Hangi düzeyden bakarsanız bakın, Eda’nın bu tavrı; fazlasıyla güçlü, haklılığın gözyaşıyla değil kendinden emin bir tavırla kanıtlanabileceğini gösteren saygı duyulası bir tutumdu. Eda’nın, Serkan’ın suçlaması karşısında işin mantık kısmını kusursuz götürdüğü ve kendini akladığı su götürmez bir gerçek ancak bir de sezon başından beri onu taşıyan duyguları var ki işte, o duygular oldukça hasar aldı. Sen Çal Kapımı başladığı ilk günden beri vurgulanan şey, Eda’nın duygusallığı. O, duygularıyla yaşayan, yaşamında mantığını değil duygularını ön planda tutan bir karakter. Bu tarz karakterlerin en büyük özelliği, sevdiklerine koşulsuz inanmalarıdır. Bir insanın bir insana koşulsuz güvenmesinin ne büyük delilik, ne büyük cesaret olduğunu bilir ama yine sonuna kadar bunu arzu ederler. Serkan’ın onu maruz bıraktığı durumu, Eda’nın duygusallığı üzerinden okuduğum zaman, karşıma çıkan tablo sadece Serkan’ın ona güvenmemesi değildi. Eda, Serkan’la sözleşme ortaklığına, onun hayatını mahvettiği yargısının bir sonucu olarak oluşan nefret duygusuyla başlamıştı. Ne zaman ki duygular girdi devreye, ne zaman ki Serkan’ı tanımaya başladı ne zaman ki ona karşı içinde bir güven duygusu oluştu işte o vakit işler değişti ve Eda’nın nefreti yerini, kendine bile itiraf edemediği güçlü bir güven duygusuyla sevgiye bıraktı. İşte tam da böylesine bir durumda Eda, kendisinde gerçekleşen bu değişimin aynısının Serkan’da da olduğuna ve onun da kendisine güvendiğine inandı. Ve tüm yaşadıklarına rağmen Serkan’ın ona güvenmediğini anladığı an, Eda’da tüm film koptu. Burada anahtar kavram: “Tüm yaşadıklarımıza rağmen…” kısmı. Eğer Serkan, daha her şeyin en başında Eda’ya inanmasaydı bu durum, onun için sorun edilecek bir nokta olmazdı. Ancak, emekle, mücadeleyle yaşanan bunca şeyin ardından, Eda’nın, Serkan’a asla yapmayacağı bir şeyin; Serkan tarafından ona yapılması, Eda’yı deldi geçti. Güveni en yüce değer olarak addeden Eda’nın verdiği bu tepki, çok olası bir tepkiydi ve benim nezdimde, sonuna kadar kabul edilebilirdi. Eda’nın haklılığı bence bu kadar ortadayken onun kırılan kalbi nasıl onarılır, Serkan ne yapar, nasıl yapar; bilmiyorum ama işi zor, hem de çok zor.
Her yeni bölümün bir kazananı bir de kaybedeni olacağına dair inancımdan mıdır nedir, bana göre bu haftanın kaybedeni açık ara ile Serkan Bolat’tı. Bugüne kadar Serkan’ın katılığından tutun da kontrol manyaklığına hatta yalnızlığına kadar birçok özelliği vurgulandı ancak arka planda ekmek kırıntısı gibi önümüze konan bir özelliği daha vardı: Güvensizliği. O, insanlara güven duygusunu çok önceleri yitirmiş, kimseye koşulsuz güvenemeyen, kuşkuyu hayatının odak noktasına yerleştirmiş bir adam. Onun hayatında karşı karşıya kaldığı hiçbir şeyin grisi yok, yaşadıkları ya çok siyah ya da beyaz. Serkan’ın penceresinden bakıldığında çalınan tasarım, tüm gün Eda’nın mı elindeydi? O zaman şüphe duyulacak ilk kişi Eda’ydı. Böyle bir durumda Serkan için ne Eda’yı tanıması yeterli oldu ne de onun böyle bir şey yapmayacağını aslında çok iyi bilmesi! O, güvensizliğini de yanına yoldaş ederek en kolayını yani Eda’yı suçlamayı tercih etti.
Güven problemi, insan hayatını psikolojik olarak etkileyen sorunların başında gelir. Bir insanın, çevresindeki insanlara karşı güvensizlik yaşaması, ya geçmişte yaşadığı acı tecrübeler sonrasında kendisine geliştirdiği bir kalkandır ya da bir yetiştirilme tarzıdır. Sen Çal Kapımı’nın hikâyesine yol arkadaşlığı yapmaya başladığım ilk günden beri vurgulanan şey, Bolat ailesinin geçmişinin oldukça sıkıntılı olduğu. Küçük kırıntılar hâlinde her hafta önümüze sunulan o geçmişte artık her ne yaşanmışsa hem Serkan’ın hem de ailesinin tüm hayatını baştan aşağı değiştirdiği aşikâr. Serkan’ın güvensizlik sorununun ortaya çıktığı ilk andan beri onun bu tavrının temelini merak etmiş, bugüne kadar elde ettiğim tüm doneler eşliğinde bir çıkarım yapmaya çalışmıştım. Dün izlediğim bir sahne sonrası aslında soruma aradığım cevabın ne kadar yakınımda olduğunu fark ettim. Alptekin – Aydan Bolat çifti arasında Serkan’ın güvensizliği üzerine gerçekleşen bir diyalog, gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Serkan, çevresindeki hiç kimseye koşulsuz güvenemiyordu çünkü bu onun yetiştirilme tarzıydı. Bolat ailesi, geçmişte yaşadıklarından sonra, bu duyguyu bir kalkan olarak geliştirmiş ve kendi ifadeleriyle Serkan’ı böyle yetiştirmeyi “kendileri tercih etmişti”. Tercih etmişlerdi etmesine ama mevcut durumda bu seçimin onlar tarafından da bir hata olarak değerlendirildiği bir gerçek.
Tabii Serkan’ın Eda’yı suçlamasını yalnızca yetiştirilme tarzından kaynaklı bir güvensizlik üzerinden okumak eksik kalacaktır, başka teoriler şart 🙂 Serkan Bolat, oldukça akıllı ve mantıklı bir karakter. İnsanın kendinde olanı başkasında da hemen fark edebilmesinden olsa gerek; Serkan, Eda’nın da çok akıllı olduğunu, ona verilen her işin altından başarıyla kalkabileceğini en başından beri biliyordu. Mevcut durumda, tasarım dosyasını Eda’ya emanet etmesinin de nedeni buydu. Ancak gel gör ki tasarımın çalınması ile başlayıp Eda’nın suçlanmasına kadar devam eden süreçte Serkan, aslında en çok kendisine kızdı. Onun aklından geçen şey ‘’Ben böyle bir şeyi nasıl yaptım, nasıl onun bu işi halledebileceğini sandım?’’ düşüncesinden başka bir şey değildi. Yani daha açık bir ifadeyle, Serkan’ın bu tepkisi yalnızca başka bir insana karşı güvensizliği değil aynı zamanda en az onun kadar baskın olan ‘’Ben bu hatayı nasıl yaptım?’’ öz eleştirisinin bir tezahürü idi. Hata affetmemesiyle ünlü olan Serkan Bolat’ın, kendi hatası karşısında bir çeşit tökezlemesi, ne yapacağını bilemez hâliydi. Eğer herkesin insan olduğunu, hataların da insanlar için var olduğunu fark edebilse ve Eda’nın da kendisini tanımladığı o “robot” durumundan çıkabilse hem kendine hem de Eda’ya bu denli büyük bir haksızlık yapmamış olacaktı. İster insanlara karşı güvensizliği ister kendisine kızması olsun hiç fark etmez, Serkan Bolat’a bu hafta çok sinirlendim ben. Daha önceleri Serkan’ın, Eda’dan sonra bir değişim sürecine girmiş olduğundan, ona karşı gardını indirdiğinden bahsetmiştim. Eda’yla birlikte Serkan, öykü başında bize tanıtılan o katı karakterin çok dışına çıkmış, görünenin ötesinde uzaklarda kalmış farklı bir Serkan olduğunu göstermişti. Projenin ilk zamanlarında hiçbirimiz, Eda’ya özel alanını ve hayatını açan, onu görmeden duramayan, tekrar gülebilmeyi ve özgürlüğü hatırlayan, sevmeyi öğrenebilecek bir Serkan izlemeyi beklemiyorduk ama bu, oldu. Tüm olmazlara inat, Serkan kendini değiştirmeye başladı. Eda’ya duygularını belli etmemek için onu kendisinden iten Serkan’ın, duygularını açıkça gösteren, sevgiyi iliklerine kadar hissetmeye başlayan bir insana evrilişini izledik, biz. İşte böylesine bir değişim rüzgârı içinde olduğu için Serkan’ın, bu son yaptığı hiç olmadı. Eda’ya en uzak karakterler diyebileceğim Pırıl, Aydan ve Alptekin’in bile ona güvendiği bir anda Serkan’ın, hayatını değiştiren ve âşık olmaya başladığı kadından bir an bile olsa şüphe etmesi kabul edilebilir değildi. Ben, Serkan’ın en baştan koşulsuz ve şüphe etmeksizin Eda’ya inanmasını bekledim, Eda delillerle önüne geldiğinde “Sana güveniyorum.” demesini değil. Zira getirilen deliller ışığında Serkan’ın, Eda’ya böyle bir şey demesi anlamsız bir diyalogdan ibaret, benim nezdimde. Elinde delillerle herkes, herkese “Sana güveniyorum.” der ama önemli olan, bir insana her şey onun aleyhindeyken inanabilmektir çünkü kıymetli olan budur. Bu yüzdendir ki bu bölüm, Serkan Bolat ağır tökezledi ve bu, onda başlayan değişim hamlesine bir hayli ters etki etti. Bunu nasıl tersine çevirir, hatalarını nasıl telafi eder bilinmez ama daha kat etmesi gereken bir hayli yol var.
Yazımı bitirmeden önce birkaç hususa değinmezsem, şişer kalırım. Bir projenin devamlılığı için olmazsa olmaz şey, her bakımdan yeterli bir şekilde önümüze sunulan kötü karakterlerdir. Sen Çal Kapımı, kötü karakter sıkıntısı çeken dizilerin başında gelmekte. Projenin kötü karakteri Kaan Karadağ ama bugüne kadar onun kötülüğü hakkında “neden, nasıl” gibi sorulara hiçbir şekilde cevap alınamadı. Bir insanın eylemlerine hak vermek ya da vermemek için onun hikâyesini bilmeyi istediğimden, Kaan’ın kötülüğüne dair elimde yeterli bir done olmadığı sürece bu durumun, onu ilgi çekici bir kötü değil tam aksine; varlığını sorguladığım, inandırıcılığını kaybeden bir karakter hâline getirdiğinden bahsetmiştim. Bu durumun, hız kesmeden devam ettiğini söylemek zorundayım. Mevcut durumda, ortada naralar atarak kötülük yapmaya çalışan ancak sadece günü kurtarabilen, ana karakterlere yıkıcı zararlar veremeyen bir Kaan var. Doluya koyuyorum almıyor, boşa koyuyorum dolmuyor! Kaan Karadağ bu kadar muallakta bırakıldığı, karakterin altı doldurulmadığı ve kötülükleri sağlam bir zemine oturtulmadığı sürece etkili bir kötü olmaktan ziyade işlevini göremeyen sıradan bir karakter olarak kalacak. Ne diyeyim, umarım düzelir! Dün, Selin – Ferit ilişkisinin irdelendiği bölüm sonrası mesela ben, Ferit’ten daha etkili, sağlam bir kötü çıkarılabilir miydi diye düşünmedim değil. Bakıldığı zaman, Ferit’in kötü olması için elinde daha geçerli nedenleri var ve belki de Selin – Serkan kıskançlığı üzerinden Ferit’in kötülüklerine şahit olmak daha tatmin edici olabilirdi. Sırası gelmişken, Selin -Ferit çifti için şunu söylemeden geçemeyeceğim. Bu ilişkinin “Serkan’ı” aslında Selin’in ta kendisi. Nasıl Serkan – Selin ilişkisine mantıksal yaklaşan Serkan idi, bu ilişkiye de mantıksal yaklaşan Selin ancak tek bir farkla: Ferit, her şeyin farkında; Selin’in ona âşık olmamasından tutun da mantık evliliği yapacağını bilmesine kadar. Bu ilişkiyi Serkan – Selin ikilisinden ayıran şey, Ferit’in tercihi olması. Her ne kadar kendisine yapılmasını istemediği şeyi Ferit’e yapması noktasında Selin’den ayrılsam bile ben, son haftalarda senaryonun Selin’i netleştirmesini sevdim. Onunla ilgili önceki haftalarda muallakta bırakılan şeyleri öğrenmek zevk verdi, bana. Pırıl’ın ayrıldılar sözü üzerine buna önce sevinip sonra ‘’Ben nasıl bir insan oldum, böyle?” diyerek kendini sorgulaması, özünde iyi olduğu fikrine yaklaştırdı beni ve bu sahne iyi geçti, bana. Ne demek lazım, darısı biraz daha netleşmeye ihtiyaç duyan diğer karakterlere… İşte bir yazı daha geçti gitti böylece, yeni bölüme kadar içim kıpır kıpır bekliyor olacağım.
Herkesin emeğine sağlık!