Sen Anlat Karadeniz 30.bölüm
Yazar: Irmak TERCANER
Aksiyonun bolca kendini hissettirdiği, aile olmanın güzelliklerine değinen, saf kötülük karşısında en büyük silahın saf sevgi ve zekâ olduğunu gösteren bir bölümün sonunda; ne düşüneceğimi bilemeden kalktım ekran karşısından. Birden çok duygu ve olayın aynı anda harmanlandığı bir bölümün başından daha farklı bir şekilde kalkmam beklenemezdi zaten.
Bölüm, geçen hafta Vedat’ın öfkesiyle kurgulanmış bir planın Kaleli konağına bomba gibi düşmesiyle başladı. Bu, öyle bir bombaydı ki aynı anda hem Tahir’i hem de Nefes’i yaktı hem de ne yakmak… Tertemiz bir gökyüzüne ve sevgiye uyandığınız sabah, demir kapılar arkasında yıllarınıza mâl olacak bir kararla karşı karşıya bırakıyorsa sizi; o sabah gerçekten ateş gibi yakar insanı. Nefes’in Vedat’ı vurduğunu izlediğim ilk an, dedektif aklım bana tek bir şey söylemişti: Vedat, bu konuyu Nefes’in önüne bir yerde mutlaka getirecekti.
Böyle bir durumda gönül isterdi ki ben yanılayım ama kötü karakterin Vedat olduğu bir dizide, bu kozun kullanılmaması mümkün değil. Vedat, kendi kalesinde yaşanan olayı kullanmak üzere zekice bir plan yapmış ve uygun zamana kadar rafa kaldırmıştı. O zaman da Nefes ve Tahir’in yeniden evlenmeye karar verdiği o andan başka bir vakit olamazdı. Peki, Vedat neden bu kadar beklemişti? Aklı kötülükten başka bir hiçbir şeye çalışmayanların ortak özelliğidir: Ellerinde bulunan kozları en doğru ve en can alıcı anda kullanmak. Nefes ve Tahir’in, onun gölgesinde yarım kalan mutluluklarını tamamlamaya karar verdikleri an, ölümcül darbesini vurması gereken en doğru zamandı. Yani tam Vedatlık hareket… Peki, amacına ulaşabildi mi? Bir yere kadar cevabım kesinlikle evet olacak. Nefes’in ellerine kelepçe takıldığı o sahnede Tahir, öyle bir söz söyledi ki bir süre gerçekten kendime gelemedim. Tahir’in söylediği ‘’Dokunma, incitirsin dokunma!’’ cümlesi öyle çok şey anlatıyordu ki aslında.
Bu repliği duyduğum ilk an, bir yanım Vedat’ın bir nebze de olsun başarılı olduğunu haykırırken diğer yanım o repliğin beni ittiği derin kuyudan çıkmaya çalışıyordu. Tahir, Nefes’in o derin kuyuda geçirdiği sekiz yılı o kadar doğru bir şekilde çözümlemiş, çektiği acıları öyle gerçekçi muhakeme etmişti ki şimdi, onun canını acıtabilecek en ufak şeye bile tepkisi, isyanı ve hatta feryadı vardı. Bu isyan, bu tepki öyle büyük bir sevginin sonucuydu ki şimdi Tahir, sevdiği insanı çekiştirmeye çalışan bir polis memurunun onun canını ne kadar acıtabileceğini sorguluyordu. Tahir’in böyle bir hâldeyken Vedat, kazandığı geçici zaferi kutluyor ve ipleri kendi elinde olan bir oyuna yeni sahneler yazıyordu. Sen Anlat Karadeniz’in başladığı ilk günden beri söylediğim tek bir şey vardı: Vedat, hiç de hafife alınmayacak bir zekâya sahip ve dahası her zaman bütün ipler onun elinde.
Dizi tarihi boyunca bir kere bile olsa iplerin Vedat’ın değil de Nefes ve Tahir’in elinde olduğunu gördük mü, bence hayır. Vedat, akla hayale sığmayacak planlar yapmayı, Nefes ve Tahir ise o planları öyle ya da böyle bir şekilde çürütmeyi çok iyi biliyorlar. Bu yüzdendir ki bu planın ardından yeni bir hamle geleceğini her ikisinin de tahmin etmesi çok da zor değildi ki öyle de oldu. Vedat tarafından Nefes’e yollanan avukat, yeni bir planın habercisi niteliğindeydi. Her ikisinin de farklı yerlerde ancak aynı zamanda aldıkları teklifin yaratıcısı tek bir şey istiyordu: boşanmalarını. Bölümün fragmanlarını gördüğüm ilk andan beri bu teklif karşısında hem Nefes’in hem de Tahir’in ne yapacağını, nasıl bir yol haritası izleyeceklerini gerçekten çok merak ediyordum. Bu noktada düşündüğüm tek şey, bu kararın alındığı sırada Tahir’in daha geride durması gerektiğiydi. Neden mi? Bu öyle bir karardı ki onu alanlara çok ağır sorumluluklar yüklüyordu. Nefes’in tercihi yalnızca kendi özgürlüğüne değil, Yiğit’i bir daha görememesine de neden olabilirdi. Yiğit’ten bir gün bile ayrı kalamayan bir kadının, bir annenin, önünde çok zor bir karar aşaması vardı ve sanırım böyle bir noktada kimse karar merci olmak istemezdi ki Tahir’de bu yolu tercih etti ve kararı Nefes’e bıraktı. Yaşadığı endişe yine de ortadaydı çünkü uğruna karar vermeye çalıştıkları insan artık sadece Nefes’in değil Tahir’in de oğlu olan Yiğit’ti.
Şüphesiz ki bu durumdan öyle ya da böyle bir şekilde kurtulacaklarını hepimiz biliyorduk ama asıl mesele görünenin çok daha ötesindeydi. Bu durum, hem Nefes hem de Tahir için büyük ve kritik bir sınavdı aslında. Peki, neden? Yaşananlar, Vedat’ın onlar üzerindeki etkisini tüm çıplaklığıyla ortaya serecekti de ondan. Eğer Nefes, böyle bir zamanda benim de tüm kalbimle anlayabileceğim bir şekilde Vedat’ın oyununa gelseydi söyleyebileceğim tek bir şey olurdu: Vedat’ın tüm yaşananlara rağmen hâlâ Nefes ve Tahir ilişkisi üzerinde etkisi var. İşte bu kritik anda Nefes, o kadar kararlı bir tutum sergiledi ki bence bu bölüm, ona şapka çıkartmamak imkansızdı.
Nefes, bütün sorumluluğu öyle bir aldı ki üstüne bence Tahir’in beklediği şey de tamamen buydu. Üstüne üstük bu sorumluluğu öyle güzel sözlerle taçlandırdı ki kendi adıma bir kez daha sevdalarına inandım. Sorgu odasının o yetersiz ışığına karşın odayı umutla aydınlatan o kadar güzel bir konuşma işittim ki bir süre gerçekten afalladım. Yiğit’in ilk kez baba kavramını tanımasından ve bunu kaybetmesine izin vermemekten başlayıp Nefes’in Kaleli konağının önünde Vedat’a ‘’Bu elleri birbirinden asla ayıramazsın!’’ demesine kadar geçmişin puslu hatıralarına selam çakan güzel ve etkileyici bir sahneydi. İşte o an, bölümün başından beri aradığım ve bir türlü bulamadığım cevabın meğer yanı başımda olduğunu fark ettim. Evet, Vedat onları gerçekten bu defa zor bir durumda bırakmıştı ancak bu ilk değildi ve dahası Nefes ve Tahir, Vedat’ın oyunlarıyla başa çıkmanın yollarını çok iyi biliyorlardı. Bugüne kadar onlar, Vedat her vurduğunda birbirlerine daha sıkı sıkıya bağlanarak ve kötülüklerin üstüne giderek hayatlarına devam etmediler mi? Evet, ettiler. O hâlde bugün de olması gereken buydu. Nefes’ten beklediği cevabı alan ve üstüne onun tutuksuz yargılanmasıyla mutluluktan havaya uçan Tahir’in şimdi tek bir amacı vardı: Nefes’in sonsuza kadar özgürlüğe kanat çırpmasını sağlamak.
Bölüm başında Kaleli gemilerine saklanan o silahların ne işe yarayacağını merak ediyordum ki Tahir cevabı yüzüme tokat gibi çarptı. Son bölümlerde geçirdiği değişim sürecini büyük bir keyifle takip ettiğim Nazar’ın da yardımıyla Tahir, öyle bir tezgâh hazırladı ki bence bu duruma Vedat bile şaştı kaldı. Tüm hayatım boyunca inanmaktan vazgeçmediğim tek bir şey vardı: Bir insanın şüphesiz ki en tehlikeli olduğu an, en çok canının yandığı andır. Bu anda insanın, zekâsı o kadar farklı çalışabilir ki şaşar kalırsınız. Tıpkı bu bölüm Tahir’e olduğu gibi. Bu manevrayla birlikte bir süre için bile olsa Tahir ve Nefes derin bir rahatlama sürecine girdi. Bir süre için diyorum çünkü uzun zamandan beri düşündüğüm bir şey vardı. Evet, Vedat bir süredir ağır yenilgiler alıyor ve buna rağmen vazgeçmiyordu ama bu hep böyle mi sürecekti? Kalbim, Vedat için o ağır yenilgileriyle uğraşsın dursun dese bile aklım, Vedat’ın durmayacağını hatta üstüne katarak devam edeceğini haykırıyordu. Kim ne derse desin, ben çok yakın bir zamanda Vedat’tan yıkıcı ama gerçekten çok yıkıcı bir darbe bekliyorum.
Yazımı bitirmeden önce son kez rotamı Kaleli ailesine çevirmek istiyorum. Ben, bu bölüm belki de dizinin başlangıcından beri ilk kez, Nefes’in bir ailesi olduğunu hissettim. Karakoldaki sahneden tutun da şarkılar eşliğinde yedikleri o yemek sahnesine kadar hepsinde bunu bana çağrıştıracak birçok şey oldu. Nefes’in de söylediği gibi insanın arkasında birilerinin olması çok güzel bir şeydir. Neden mi? Sen, yaşadığın sıkıntılarla birlikte hayatın akışında yolunu kaybettiğin ilk an seni hayata bağlayacak olan insanlar arkanda dağ gibi duranlardır. Bu sebeptendir ki bir insanın ona sahip çıkan, seven, koruyan ve kollayan bir ailesinin olması o insana ancak ve ancak güç katar. Bu süreç çok uzun bir zaman almış olsa bile ben, artık Nefes’e de sahip çıkan birilerinin olmasından memnunum hem de çok. Ne diyelim umarım hep böyle devam eder.
İşte bir bölüm daha geçti gitti böylece. Bölüm, doruklarda yaşanan Nefes- Tahir sahnesinin tam ortasında, Rüstem’in ortaya çıkmasına duyduğum merakla sonlandı.
Herkesin emeğine sağlık.