SAKIN GİTME ALACAKUŞ (Sefirin Kızı,16.bölüm)
YAZAR: Şeyma BULUT
Nare’nin “Adını bir daha anmayacağıma Nasuh tövbesi olsun mu?” sözleriyle veda etmiştik Sefirin Kızı’na iki ay önce. Nare’nin sadece kapılarını kapatmayacağını, arkasından alınacak ciddi kararlarının olduğunu tahmin ediyordum, aslında. Yaşananların ardından gitme kararı alması beni hiç şaşırtmadı hatta beklediğim bir şeydi.
Biraz başa dönelim mi? Nare, neden geri dönmüştü? Katil olduğunu düşündüğü için kızını babasına emanet edecek ve öldürecekti kendisini. Onu bu yoldan alıkoyan da yine kızına duyduğu sevgi oldu. Sancar’a olan sevdası yüzünden yanında asla tam bir huzuru olamasa da kızı babasıyla büyürken o da Melek’in mutluluğuyla mutlu olmak istiyordu. Menekşe’nin hamileliği, onun zor olsa da kurduğu dengeleri yerinden oynattı ve kızı için bir karar vermesi gerekiyordu.Her ne kadar tüm gece düşündüm dese de gitme kararını Melek’le olan konuşmasından sonra verdi bana kalırsa. Kızının Menekşe’den gelecek bir çocuğu kardeşi olarak kabul edemeyeceğini, babasını dahi görmek istemeyeceğini söylemesinin ardından yaktı gemilerini. Nare, her şeye göğüs gerebilir ancak buna katlanamaz. Tüm bu faktörler üst üste gelince de net bir şekilde Sancar’ı söktü attı hayatından. En azından şu an için buna inanmak istiyor.
Ancak bu sandığı kadar kolay değil. Zira öncesinde Karadağ’dan gitmeye karar verdiğinde Akın’ı öldürdüğünü sanıyordu. Babası da ne onu ne Melek’i önemsediği için oradan ayrılmak kolaydı Şimdiyse onun karşısında duran insanların sayısı oldukça fazla. Sancar, Gediz ve Elvan.
Kolaylıkla Nare’nin gitmesinin en çok etkileyeceği kişinin Sancar olduğunu söyleyebiliriz. Zira o sadece sevdasını değil aynı zamanda da kızını kaybedecek. Zaten kontrolden çıkması için sevdiği kadının gitmesine de gerek yok. Nare’nin onu yok sayması, kendini kaybetmesine yetti de arttı bile. Aslında ben buna basit bir öfke nöbeti gibi bakmıyorum. Sancar, bir zamanlar kendisini kaybettiğinde Nare’nin attığı adımları takip etti. Önce uçurum, sonra ev. O evi ikisi için elleriyle hazırlamıştı yıllar önce. Yuvaları, mabetleri, sevdalarının önce vuslata erdiği sonra da ikisini de sonu gelmez bir acının içine sürüklediği mekandı. Elindeki baltayı her savurduğunda sanki o geceye, kendisine saplıyordu. Kulağında sevdiği kadının sözleri yüreğini yakarken o da içindeki acıyı dışa vuruyordu. Sancar, Nare onu affetmese de hayatında olmaya, onunla konuşabilmeye, gözlerine bakabilmeye razıydı. Bunları da kaybedince kendinden geçti. Zira kaybetme olgusuyla başa çıkabilen bir yapısı yok. Bu duygu onu değiştiriyor.
Öncesinde ihanete uğradığını düşündüğünde çok kötü bir adama dönüşmüştü. Şimdi de Nare’nin gideceğini söylemesiyle içindeki o karanlığı kontrol edemedi. Ben Sancar’ın bu yönünün kolay kolay kaybolacağını düşünmüyorum. İçindeki o karanlık, sevilmeme duygusu o kadar ağır ki ışığını kaybedince yeniden ortaya çıkıveriyor. Sancar acıdan kaçan biri değil. Nare’ye “İntikam al, canımı yak.” derken mübalağa etmiyordu. Sevdiği kadın yeter ki ondan gitmesin, o her şeye katlanır. Sancar’ın çok büyük bir korkusu var: Nare’nin gitmesi. Bu da onu içinden çıkamadığı bir duruma getirdi.
Nare’nin kızını alarak İsviçre’ye gitmesi düşüncesi Sancar’a kâbus dolu zamanlar yaşattı çünkü öncesinde ihanete uğradığını düşündüğü için o karanlığa sığınmıştı. İyi ya da kötü olması da önemli değildi. “En değerlim” dediği ona ihanet etmişti, iyi olması için de bir sebebi yoktu. Şimdiyse durum farklı. O sevdiğine yazık ettiğini biliyor. Nare’den gelen her acıyı da göğüslemeye hazır. Yeter ki Nare onun yanında olsun. Zira sevdiği kadın ona ihanet etmemiş, onu sevmiş ve sevmeye devam ediyor. Sancar’ın eskisinden farklı olarak kötü olmak istememesinin sebebi bu. “Sen gidersen ben çok kötü bir insan olurum” dedi. Bu adamın içindeki sevilmeme korkusu o kadar büyük ki sevdası gittiğinde o karanlığa hapsoluyor. Naresiz çıkamıyor o içine düştüğü karanlıktan ve tam iyiliği yakalamışken yeniden dokuz sene önceki acısını yaşamak üzere. İşin kötüsü bunun önüne geçmesinin tek yolu Nare’yi Muğla’da tutması da değil çünkü yâri bir başkasına yâr olursa da kaybedecek onu ve yeniden hapsolacak o kör kuyulara. Bu sebeple de Nare’yi Gediz’den uzaklaştırmak için her yolu deniyor. Gediz henüz öyle bir adım atmasa da onun Sancar’a söyledikleri fazlasıyla etkiliydi: Aradan çekil! Bu iki kelime bile Sancar’ın kendisini kaybetmesine yetti. Zira onun yaşanan onca şeyden sonra ne Nare’nin gitmesine ne de başkasına yâr olmasına ve hatta bunun düşüncesine bile tahammülü yok.
Gediz ve Nare’nin arasındaki bağın, günden güne gelişmesi, Nare’nin kendisini gönderip eski dostunu yakınında tutmasına katlanamıyor Sancar.
Gediz beynimi bu dizide en çok zorlayan karakter. Sevgisi, duruşu, varmak istediği nokta hep bir karanlıkta kalıyor. Gediz’in Sancar’la olan tartışması ilk etapta beni oldukça tereddütte bıraktı. Bir an, acaba artık sözünü yiyecek ve mücadeleye girişecek mi diye düşünmeden edemedim. Pek tabii öyle olmadı. Hâlâ aynı noktada. Çok seviyor ancak herhangi müspet bir adım da atmıyor Nare’ye karşı. Ama neden? Düşünüyorum, düşünüyorum içinden çıkamıyorum arkadaş. Eski dostuna “Ona ihanet eden sensin, ben evli değilim sevdama ihanet etmem.” dedi. Ardından “Aradan çekil” bile dedi. Sonrasında da Nare gitmesin diye sırrını açık etti. Daha önce Sancar’ın Akın’ı öldürmesini de aynı taktikle engellemişti. İçten içe Nare’nin Sancar’dan vazgeçmesini isterken diğer yandan Sancar’a da hamle yapabilmesi için alan açıyor. Yani yaptığı her şey bir şekilde dostunun işine yarıyor. İşin garibi bunun da oldukça farkında. Yani hem sevdiği kadın eski sevgilisine dönmesin istiyor hem de onların bir araya gelmesini engelleyecek tek bir adım bile atmıyor. Hatta yaptıklarıyla sürekli birlikte olmalarını sağlıyor desem yanlış olmaz sanırım. Zaten beni karıştıran da bu ya. “Sen ne ayaksın oğluuumm?” diyesim geliyor.
Gediz hâlâ Nare’nin gizli platonik âşığı ve Sancar’ın ortağı. Bu duruşunu da zerrece bozmadı. Nare’nin gitmesi hususunda yaptıklarını da “Senin için yapıyorum.” diyerek açıkladı. Her ne yapıyorsa sevdiği insanın iyiliği için yapıyor. En azından kendisini buna inandırmış. Nare’nin mutluluğu, huzuru ne kadar önemli de olsa onunla olmak için bir adım atmamasını da Sancar’ı henüz kaybetmeyi göze alamadığını düşündürüyor bana. Aslında bu konuda da birkaç fikrim var ancak bir süre daha Gediz’in adımlarını takip etmenin daha doğru olacağını düşünerek şimdilik susma hakkımı kullanacağım.
Aslında bakacak olursanız Nare’yi tam anlamıyla anlayıp sevenin Elvan olduğunu düşünmeye başladım. O nasıl nahif bir vedadır. Ne kendisini düşünüp bencilce gitme dedi ne de ailesi olarak gördüğü Nare’yi üzmeye kıyabildi. Köklerinden kopamayacağını ama onun mutlu olmasını, gülmesini isteyerek ayrıldı yanından. Mektubuna, arkadaşına olan sevgisine bayıldım. Ayrıca gerçek sevginin, sevdiğin insanın mutlu olmasını istemek olduğunu pek güzel gösterdi diye düşünüyorum.
Elvan’ın varlığı Nare’nin aksine Menekşe için tam bir kâbus. Zira ona ne olursa olsun pabuç bırakmayacak tek kişi o. Zaten Halise de bu sebepten gelinini eve getirmedi mi? Belki oğlunu da düşünmüştür ama Menekşe’nin de bunda çok büyük bir katkısı olduğuna eminim. Menekşe karakterini bugüne kadar hep anlamaya çalıştım. Kızsam da haklı olduğu tarafların da olduğunu düşünüyorum. Ancak sebep her ne olursa olsun Sancar ve Nare’ye olan hırsını küçücük bir çocuktan çıkarmaya çalışmasını kabullenemiyorum arkadaş. Bu sebeple şu saatten sonra kendisine ne olursa olsun zerrece kanım akmaz benim. Uğurlar olsun, diyorum.
Melek’in ortadan kaybolması Efeoğlu Konağı’nı karıştırdı. Özellikle kızının kaybolduğunu öğrenen Nare deyim yerindeyse kendini kaybetti. Hayattaki en değerli varlığının mutsuz olması düşüncesi bile onu yakabilecekken tehlikede olması gerçeğini kaldıramadı anne yüreği. Orada polis olmasına rağmen yine de kızı için şiddetle sarıldığı insandı Sancar. Ona kızsa da öfkelense de ve hatta dile getirmese de bir zamanlar çok sevdiği o adamın kızlarını bulmak için yeri, göğü yerinden oynatabileceğini içten içe biliyor. Bu yüzden herhâlde o çaresiz bir kuş gibi çırpınırken uzun zamandır yakınına sokmadığı adamın ona sarılmasına izin verdiğini düşünüyorum.
Sancar ve Nare yeniden Melek için birbirleriyle savaşacakken onun için yan yana durmak zorundalar. Zira ikisinin de arada sırada da olsa unuttukları bir gerçek var: Onlar iki ağır yaralı sevdalı olabilirler ancak her şeyden önce anne, babalar. Ne kadar kopmak isteseler de kızlarının varlığı buna asla izin vermeyecek. Hayat da tam olarak böyle! Ne kadar planlar yapıp, adımlar atsak da bir saniye sonra öyle bir şey olur ki, geri kalan her şey önemini yitirir. Tıpkı Nare ve Sancar’ın velayet davasındaki savaşlarına hazırlanırken şimdi çok daha mühim bir mücadeleye girmek zorunda kalmaları gibi: Kızlarını sağ salim bulmak.
Yazımı bitirmeden önce biraz Kahraman’dan bahsetmek istiyorum. Bu bölüme kadar onunla ilgili pek konuşmak istememiştim, zira kendisiyle ilgili pek bir fikrim yoktu. Bu bölümle beraber zihnimde şekillenmeye başladı. Kahraman’ın yıllar önce yaşadığı acı, onu derinden etkilemiş. Öyle ki nefretine tutunmuş bugüne kadar. Yaşayan bilir. Bir insanın sevdiğini toprağa vermesi çok zordur. Dağa, taşa, dünyaya, insanlara kadar her şeyi suçlayabilirsiniz. O acı öyle ağır gelir ki, kader deyip geçemeyebilir insan. Zira önce kaybetmenin verdiği acı, sonra sevdiğin insanın ardında bıraktığı boşluk yiyip bitirir kişiyi. Hele de o kayıptan sonra yalnız kalmışsa. Kahraman da eşini kaybetmenin ardından yalnız kalmayı tercih etmiş. Sağdıçları da bunun suçlusu olarak görüyor. Zira o yapayalnız devam ederken karşısındakiler maaile hayatlarına kayıpsız devam ettiler. Sadece bu bile onlara öfkelenmesine yeter diye düşünüyorum. Bu sebeple de onun safi kötü bir insan olduğuna inanmıyorum. Zira işini kurtarmak için Akın’ı o delikten çıkarsa da Nare’ye zarar vermeyi şimdilik kabul etmiyor gibi görünüyor. Akın’ın yaptıklarını, hasta ruhunu da bilmediği için bu hamlesine de çok takılmadım. Ayrıca o marinanın tek önemli yanı, Kahraman’ın işi olması da değil. Karısından kalan bir anısı var. Her sevdiğini kaybeden gibi ondan kalan anılara sahip çıkmak isteyen bir adam görüntüsü çizdi. İleride nasıl bir adım atacak bilemiyorum ama şimdilik kendisine kızmadığımı ve hatta ufacık da olsa sempati beslemeye başladığımı söyleyebilirim. Ayrıca bu konuda da yalnız değilim. Nare de Kahraman’a karşı oldukça anlayışlıydı. Onun acısına saygı duyduğunu göstererek Kahraman’ın da saygısını kazandığını düşünüyorum. Eşinden kalan anısı ve masum bir insan arasında kalarak ileride nasıl bir adım atacağını merakla bekliyor olacağım.
Emek veren tüm ekibin yüreğine sağlık. Sağlıcakla kalın. Haftaya görüşmek üzere.