Maria ile Mustafa 1.bölüm
YAZAR:Ayça AKMAN
Yöresel işlere pek yakın bir izleyici olmadığımı daha önce de belirttiğimi hatırlıyorum. Yine de,NTC Medya imzalı Maria ile Mustafa,alıcısı olmasam da İlk Durak için ekran karşısında tarafsız olarak yerimi aldığım işlerden birisi oldu.
Arka planına Kapadokya’yı almış dramatik bir aşk öyküsü bize sunulan. Altı yaşında annesiyle Ürgüp’ü terk edip Kolombiya’ya geri dönen Maria, babasının ölümü nedeniyle yıllar sonra memleket yollarına düşünce yörenin köklü ailelerinden Candemirlerin oğlu Mustafa’yla kesişiyor kader çizgileri, birçok kez. Ülkesinde bir lokanta açmak için babasından kalma araziyi satma niyetiyle kısa süreliğine gelen Maria, hiç hesapta olmayan bir “aşka” düşünce baba ocağına kök salmaya karar veriyor. Ne var ki bambaşka gözlerle gördüğü Mustafa’nın “gerçekleriyle” yüzleşmesi dünyasını yıkıyor ve asıl hikâye de burada başlıyor zaten. Maria ile Mustafa kalabalık kadrolu bir iş.Dizinin seyircinin neler olup bittiğini kolayca anlayabilmesi için sadece repliklere yaslanıp kurguyu es geçmesi ne yazık ki büyük bir eksiklik olmuş. Öyle ki “Kim kimdir, kimi neden öldürmüştür, kaç kişi ölmüştür?” ü idrak edebilmek için ciddi çabalamak zorunda kaldım. Evet, belki ilk yarım saatte engellerle dolu bir aşk hikâyesinin bizi beklediğini anladık amma bulmaca çözer gibi izleyince diziyi, hevesimin oldukça kırıldığını söylemek zorundayım. Mustafa’nın aile aksı ne kadar anlaşılmaz ve karışıksa çiftin tanışmasından hamilelik sürecine giden ikinci aks tam tersine barındırdığı klişeler ve işlenişiyle o kadar basitti, sadece derinn bir iç çektim… Neticede, ölenlerin niye öldüğü ve Nihat’ın hikâyesi haricinde, bir seyirci olarak merak unsuru kalmamış oldu benim için hikâyede maalesef.
Mustafa, Candemir ailesinin eğitimli, modern, ileri görüşlü bir ferdi.Uzaktan bakınca aslında hiç de yöreye aitmiş gibi durmuyor. Ekolojik tarıma olan ilgisi, dünyadaki trendleri takip etmesi hep onun içinde yaşadığı çevrenin, bakış olarak ilerisinde olduğu izlenimini veriyor bize, ta ki biz onun baba baskısına boyun eğip nasıl ve niye öldürüldüğünü bilmediğimiz abisinin hamile sevdiğiyle evlenmek zorunda kaldığını öğrenene kadar. Kapadokya yöresinde barışı sağlamak için kız alıp vermeler yahut abinin emanetini bekâr erkek kardeşin üstlenmesi kaldı mı pek inanamasam da neticede karakterin, kaderi neredeyse teslimiyet boyutuna varan kabullenişi hikâyenin düğümünü oluşturuyor. Mustafa henüz bir iki saat önce tanıştığı bir kadına “Kaderimde varsan yapacak bir şey yok!” dediğinde zaten buradan yarası olduğunu da açık etmişti biz izleyicilere. Sevmediğin bir kadınla evlenmeyi kabul etmek geleceğine ipotek koyup hayatından vazgeçmektir bir yanıyla. O, başka kadınlarla kendisine biçilen hayatta nefes alma boşlukları oluşturmaya çalışmış ama gerçekten hiç âşık olmadığı için mevcut durumu kabullenmiş, belli ki Maria karşısına çıkana kadar! Benim karakterini oldukça zayıf bulduğum Mustafa en büyük ikinci – ki ilki hayatını başkalarının yönetmesine izin vermekti – hatasını gerçeği Maria’dan saklayarak yani yalan söyleyerek yaptı. Bunun hiçbir bahanesi olamaz, hele hele o insan artık sevgilisi olmuşsa! Bundan sonra Mustafa’nın hem hatasını telafi ederek boşanma kararının arkasında durması hem de çevresindeki tüm baskı ve yanlış yönlendirmelere rağmen yolundan dönmemesi gerekiyor. Bu kadar güçlü mü? Şüpheliyim!
Maria, kendi ayakları üzerinde durabilen, tabiri caizse dünyaya birkaç tur bindirmiş, oldukça romantik ve temiz kalpli bir insan. Henüz bir aydır tanıdığı erkeğe “Biliyorum sen beni üzecek bir şey yapmazsın!” demenin başka bir açıklamasını bulamıyorum çünkü. Ha, tabii bir de amcası da olsa yakından tanımadığı bir insana aşk sarhoşluğuyla vekalet vermeyi kabul etmesi var! Bunun üzerine bir de sırf âşık olduğu için kurulu düzenini elinin tersiyle itip sil baştan Ürgüp’te hayat kurmaya niyetlenmesini ekleyin! Başına gelenleri hak etmese bile yolun taşlarını kendisi döşedi. Sevdiği adamın evli olduğunu öğrenen, zamanında babasına bile kök söktürmüş bir kadının, o insanı temiz süründüreceğini söylemek yanlış olmaz sanırım. Şu an ona büyük bir hata gibi görünen muhtemel erkek torunun da hikâyeye viraj aldırmakta önemli bir etken olacağını varsayıyorum, bunu zaman gösterecek.
Nadire benim en güçlü bulduğum, anladığım karakter bu dizide açık ara ve Ezgi Çelik’i oldukça beğendim rolünde. Küçük yaşta dört kardeşe annelik yapmak, üstüne okuyup mühendis olmak pratikte hiç de kolay olmamalı. Onun da yarası var. Kızlarını gelin verdikleri hasım ailenin abisi, kocasını öldürmüş. Altı yılını yasla geçiren bir insanın çevreden duyduğu tek şey “Affet!” olunca bu kadar fevri ve dik başlı olmasına şaşmamak lazım. Tabii Mustafa’nın da dediği gibi onun önce kendisini affetmesi, her gün tekrar tekrar ölmekten vazgeçmesi gerekiyor. Gonca gibi sinsi, ortalık karıştıran bir karakter dibinde yaşarken, kocasının katili tahliye olmuşken, içinde intikam tam tamları çalarken bunu yapmak kolay mı? Hayır! Hayır ama onun Nihat’ı dinlemeyi öğrenmesi şart. Nihat gözü kara, eli kanlı bir katil değil. Tam tersine içerde kaldığı her günü kazara öldürdüğü insanın vicdan azabıyla yaşamış bir karakter. “Can almak, can vermekten daha çok acıtıyor!” diyen bir insana da kendini anlatması için fırsat tanımak birçok şeyin ilacı olabilir. Nihat’ta benim değişik bulduğum derin bir şeyler var ve onun hikâyesi açılmaya müsait geldi bana.
Tamer Levent yine her zamanki gibi bir karakteri daha ete kemiğe büründürmüş, Kudret’e inandım ben. Ama elbette ki hak vermedim:))Erkek torun için ortalığı kaldıran ataerkil bir ailenin reisine elbet söylenecek çok şey var da neyse… Onun da pişmanlıkları, çaresiz kaldığı noktalar olmuş, özellikle de eşinin ölümünden sonra. Çocukların her derdini çözmek ona düşmüş ki bu onun çok yabancı olduğu bir alan. Doğru bildiği yanlışlarla yönetmeye kalkınca evlatlarının hayatlarını, mutsuz insanlar halkası oluşturmuş çevresinde. İyi olan, o yaptıklarının farkında; kötü olansa hâlâ aynı yanlışları yapmaya devam ediyor. Mustafa’yı abisinin emanetinden çocuk sahibi olmaya zorlamanın başka ne açıklaması olabilir ki? Onun da şapkasını önüne koyup düşüneceği zamanlar yakın, bazen son sözün üzerine de söz söyleyecek çıkar!
Haşmet… Ah Haldun Boysan*… Elinde mendili ve sadece cümlelere yüklediği anlamla tüm sahnelerini aldı götürdü Haşmet karakteri! Salt bir kötü olmayacağının, gri taraflarının da olduğunun sinyalini öyle güzel verdi ki seyircilere.Kudret – Haşmet kapışması Tamer Levent ve Haldun Boysan’la bir başka olacaktı belli ki. Kısmet değilmiş…
Maria ile Mustafa’nın dünyasına inandığımı söyleyemeyeceğim ben, ne yazık ki. Evet, birçok yerde mekân seçimini beğendim ama olmadı, içine giremedim bir türlü. Oyuncu rejisinden de geçer not almadı maalesef benim gözümde dizi. Ayrıca Kapadokya gibi bir doğa varsa elinizde ortaya çok daha özenilmiş planlar ve çekimler çıkabilirdi.Yalnızca yabancı ezgilerle harmanlanmış bölüm içi müzikleri başarılı buldum. Günün sonunda totalin ilgisini çekebilecek bir proje var karşımızda, ben daimi izleyicisi olmam ama yolu açık şansı bol olsun…
Yazan , yöneten, oynayan ve emek verenlerin yüreklerine sağlık…
- Haldun Boysan’ı saygıyla, rahmetle anıyoruz.