Leke, 4. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Leke’nin dördüncü bölümünün başından karışık duygularla kalktım. İlk bölümde “Kadın olmak niye bu kadar zor?” diyen Yasemin’in sadece kadın olmanın değil “iyi insan” olmanın da bedelini çok ağır ödediğini gördükçe sorusunu “İyi insan olmak neden bu kadar zor?” diye düzenledim beynimde.
On beş yaşından beri kader arkadaşı olduğunuz biri var karşınızda. Bir gün, bir biçimde yanlış bir yola sapmış çünkü hayattan sizinkilerden farklı beklentileri var. Yapılması gerekeni yapmış, yolunuzu ayırmışsınız. Çekip gitmiş ama bir anda karşınızda ağzı burnu darmadağın buluyorsunuz, onu. Ne yaparsınız? Ya da kaçımız “Bana ne arkadaşım? Kapımı kapar, sıcak evimin huzuruna dönerim, ben?” diyebilir? Kendi adıma, ben Yasemin kadar merhametli ve iyi niyetli değilim ama ben de o kapıyı Şirin’in yüzüne kapayamazdım, galiba. Evet, Şirin hayat tercihini kendi yapmış bir kadın. Yasemin’e “İyi ve lüks bir hayat yaşamak istiyorum, ben.” derken gerçeği dillendirdiğine de inanıyorum. Lüksü bilmem de kendi ölçüleriyle iyi bir hayat yaşamak herkesin hakkı, bunu istediği için de onu suçlamam. Peki ya, bu hayatı elde etmek için seçtiği yol? Yargılamak haddim değil, herkes seçimini yaşar. En kolay çıkışı, en çabuk köşe dönmeyi kendini pazarlamakta görmüştür, diyecek sözüm yok amaaaa benim açımdan sorun seçtiği yolun doğruluğu ve yanlışlığından çok onu bedellerini kendisiyle birlikte Yasemin’e ödetmesi. Ağzın burnun dağılınca o kadının kapısına ne olursa olsun gelmeyeceksin, kardeşim! “Gidecek kimsesi yok ki…” acındırmaları da umrumda değil, her şeyi bir başına planlayıp kimseye sormadan itinayla başını belaya sokarken Yasemin’e ihtiyacı yoktu. Şimdi ne değişti? Borcuna onu kefil göstermesine çok takılmadım ben. Kim, en yakın arkadaşından bunu istemiyor ya da hangimiz bir dostumuzdan gelen böyle bir teklife kayıtsız kalıyoruz ki? Ödeyeceğini düşünmüştür, yaşadıklarını öngörememiştir filan… Benim derdim bencilliği… Kamyon altında kalmış kedi yavrusu bakışlarıyla o kadının kapısını çalmayacaktın, Şirin; işte o kadar! Başını belaya sokma hakkını kullandıysan o beladan sıyrılma yolunu da Yasemin’i bulaştırmadan becerecektin. Ne var ki öyle ya da hepimiz sevdiklerimizin bencilliğinin kurbanı oluyoruz zaman zaman. Bu da bizim seçimlerimizin sonucu işte, yapacak bir şey yok!
Cem, travmasını dizginlemeyi bir miktar başardığı için Yasemin’in hayatında şimdilik düzgün giden tek şey, Cem’le ilişkisi. Fırtınanın ortasındaki tek sakin liman Cem ve Yasemin o limanda soluklanmayı, hayattan biraz mola almayı seçti. Serpil’e borçları, Şirin’in kredi borcunun doğurduğu haciz ve Murat’ın sıkıntıları onu nefes alamayacak hâle getiriyor aslında ama o, mücadeleci bir kadın ve her tarafa koşarak bir çıkış arıyor. Cem, üstüne düşeni yapıp ekonomik anlamda yardım teklif etti, üstelik bunda çok içten olduğu da belli. Uzaktan baktığımızda da en mantıklı çözüm bu gibi görünüyor: Yasemin durumu Cem’e anlatır, parayı ondan borç alır ve hem hayatını düze çıkarır hem kardeşinin işitmesini sağlar. Ama hayat, bu kadar düz ve basit ilerlemiyor maalesef. Yasemin, Cem’in travmasını bilmiyor ama biz biliyoruz. Şu an bütün içtenliği ile yardım etse de Ekber’e söylediği bir cümle dikkatimden kaçmadı: Biz birlikteyiz, benim ona destek olmam gerekmez mi? Ağzımızdan kontrolsüz çıkanlar, bilinçaltımızın saklayamadıklarıdır gerçekte. Cem’de de öyle oldu. Bunu bir “gereklilik” görüyor Cem, farkında olmadan. Murat’ı çok seviyor, buna hiç itirazım yok ama onun kafasındaki ilişki tanımına göre böyle davranması “gerektiği için” yardımı teklif ediyor. Aslında bilinçaltı ona oyun oynuyor. Yasemin, bu teklifi kabul etmiş olsa “Kadınlar çıkarcı varlıklardır, erkekleri para ve güç için kullanırlar!” yargısına kanıt olarak kullanacak bunu. Biliyorum onunki asla bir Yasemin’i deneme hareketi değil, biliyorum Yasemin’in farklı olduğuna inanmak istiyor. “İstiyor” diyorum çünkü evde bir anlığına fırsatı kullanıp onun telefonunu kurcalamayı düşündü, Cem. Kendine son anda engel oldu gerçi ama beynindeki kuşku tohumları Cem’i öyle kolayına salıvermeyecek görünüyor. Şu anda her şey yolunda çünkü Yasemin’in “bir yanlışını” görmedi ama kendince anlamlandıramadığı her durumda bilinçaltına attığı “Zaten benim para verme teklifimi de kabul etmişti.” yargısı su yüzüne çıkacak ve hem onu hem Yasemin’i tüketecekti.
Yasemin’in Cem’in yardım teklifini reddetmesi, benim için çok doğru ve akılcıydı. Bu kadar güzel giden bir ilişkinin içine “para” girmesi ne olursa olsun dengeyi bozar. Yasemin yapısında bir kadın, bunun ezikliğini yaşar. Söyleyeceklerini kontrol etmek zorunda kalacak, davranış ve kararlarında özgür olamayacaktı. Cem, bunu ona sezdirmese de o hep, “borçlu” olmanın eksikliğini duyacak ve ilişkinin koşulları eşit olmayacaktı. “Senden para alamayacak kadar sana âşığım!” cümlesine de bu nedenle çok hak verdim ben. Şimdi diyeceksiniz ki bana, “Almadı da ne oldu? Yaşanan bunca rezilliğe değer mi?” Bunun cevabı kişiden kişiye değişir elbet ama bana göre değer. Hayatınızdaki kirlenmemiş, en güzel limana “para” girdi mi orası sizin cennetiniz olmaktan çıkar çünkü. Aralarındaki ilişki bu kadar güçlü bir güven bağına da sahip değil henüz.
Cem ve Yasemin’in ilişkisi çok ani başlayıp çok hızlı gelişti bana göre. “İlk görüşte aşk” a inananlardan olmadığım için sanırım, adına bu kadar çabuk “aşk” demelerini de çok aceleci buldum, ben. Belki ikisi de daha önce bu duyguyu yaşamamış olduklarından nasıl adlandıracaklarını bilemediler ama üzgünüm gençler “aşk” bu değil! Aslında en azından Cem açısından duygularının ne denli güçlü olduğunu biz haftaya anlayacağız. Mehmet’in saçma sapan oyunuyla Fisher’le buluşan Yasemin, yapması gerekeni yapacaktır, ona hiç kuşkum yok da bu sahneye tanık olan Cem ne yapacak? İşte merak ettiğim de benim gözümde onun sınavı da bu! Yasemin’e söylediği gibi gerçekten âşıksa ve ona gerçekten güveniyorsa gördükleri karşısında “Vardır, bir açıklaması.” demesi lazım ama içinde bir yerlere zorla kapadığı “travmatik Cem” halasının anlattığı “kurgu”nun da etkisiyle Yasemin’e tavır alırsa ben de “Hadi Paşa’m, sen sağdan sağdan…” deme hakkımı kullanacağım, izninizle ve söylediği “Sen benim ilacımsın.” cümlesinin külliyen palavra olduğuna inanacağım.
Arda abisini Yasemin’le birlikte gördüğü andan beri, onun canını acıtmanın yollarını arıyor. Yasemin’i 1000 $’lık kadın olarak kafasında çoktan damgaladı, bile: Aslında onun için Yasemin’in kimliğinin hiçbir önemi yok. Önemli olan, kuralcı ve dürüstlük abidesi abisinin de hata yapabileceğini görmüş olması. Daha doğrusu buna inanmak istemesi. Annelerinin geçmişte onlara yaşattıklarını hâlâ tam olarak bilemiyoruz ama görünen o ki iki kardeşte de farklı biçimde de olsa çok fazla hasar kalmış. Cem’in kadınlara önyargısı ve güvensizliğine karşın Arda, vurdumduymazlığı seçmiş. Ancak doğuştan öyle değilseniz ve bunu kendinize bir çeşit zırh olarak üstünüze geçirdiyseniz çok ağır bir duygudur umursamazlık. Arda da bu ağırlığı taşıyamadığından kendini alkol ve uyuşturucuya boğarak ayakta kalmaya çalışıyor.
Belkıs, bir planla gelmiş Türkiye’ye ve planın ilk adımı olarak Arda’yı kendi safına çekmeyi de başardı. Onunla ilgili kuşkularım da haklıymışım. Gerçekten de illegal birtakım işler peşinde. Arda’ya bir paravan şirket kurup hem oğlunu kendi yanına çekmeyi hem de ne çeviriyorsa onun üstünü kapatıp legalleşme düşüncesi taşıyor. Ne var ki bu işin Arda’yla yürümeyeceğinin kısa zamanda farkına vardı. Belkıs – Arda birlikteliği kısa sürede çatırdayacak ve Belkıs yönünü Cem’e çevirecektir gibi geliyor bana. Gerçekçi olmak lazım, Cem’i elde etmek, onun için çok ama çok güç. Her şeyden önce Cem geçmişte, yaşananları doğru değerlendirebilecek bir yaştaymış ve onu kandırmak kolay değil. Üstüne üstlük zaten hayatını kurmuş; başarıyı, para ve gücü kendi kendine elde etmiş bir adam ve onu satın almak mümkün değil. Ben Belkıs olsam Cem’e yanaşmak için bütünüyle başka bir yol kullanır ve “herkesin hata yapabileceği” noktasından yürürüm. Cem’in gördüklerinin telafisi mümkün olmadığından bunu değiştirmeye çalışmam ama olana farklı bir alt metin yazarım. Bu da çok kolay değil, elbette. Karşısında “hata affetmeyen” ve kim olursa olsun silen bir adam var. Bu adamın hatasına rağmen birini affetmesi gerekiyor ki Belkıs oradan girebilsin olaya. Bu “biri” de ancak Yasemin olabilir. Eğer Belkıs düşündüğüm kadar akıllı bir kadınsa Cem için Yasemin’in anlamını çabuk çözer ve bir şekilde Yasemin’i yanına çekmeyi akıl eder.
Yasemin’in ekonomik sıkıntıları ve borç batağı onu her türlü tehlikeye açık hâle getiriyor. Parayı, Almanca dersi vererek ya da ek işler yaparak kazanamayacağı açık. O, Şirin gibi olmadığından da ne olursa olsun kolay yola sapmayacaktır ama çaresizliği, onu karşısına çıkan fırsatları ve kişileri doğru değerlendirmekten de alıkoyuyor. Belkıs’ın bunu kullanmayı akıl ederse işin renginin değişmesi de muhtemel.
Yasemin’e takıntısı giderek artan Birkan’ın Cem’i hedef alacağının işareti de geldi. Birkan, “vakti geldiğinde” Cem için bir tezgâh hazırlayacağını kendi söyledi. Yasemin’i Herr Fisher’le gördüğünde sınavı geçse de onu farklı cephelerde birden çok plan bekliyor. Anlaşılan o ki hem Cem hem Yasemin, kendileri dışında kurulan oyunun bir süre daha piyonları olacaklar.
Yasemin, köşeye sıkıştırıldıkça hikâyenin dram dozu da artıyor. Üstelik görünürde bundan kurtulabileceğine dair bir ışık da yok. Bu da ister istemez bölümün ağırlaşmasına neden oluyor. İzleyicinin bunalmasını önlemek adına ritmin çok iyi ayarlanması şart. Metin Hoca, bu sorunu sahne geçişlerini çok doğru ayarlayarak ve özellikle Yasemin & Cem sahnelerinde romantizmi vurgulayarak gidermeyi seçiyor. Ancak ana çatışma tam ortaya serilene kadar dramın yükselmesine yapılabilecek bir şey yok. Dizinin sezon finaline girmesi gerektiğinden, sezon finalini öngörerek çatışmanın komplikasyon boyutu biraz uzun tutulmuş, anlayabildiğim fakat izleyici Yasemin için bir umut ışığı görmek istiyor, bana kalırsa. Öykü bunu geciktirdikçe de izlenme oranlarında sorun doğabilir. Bu noktada da izleyicinin sabırlı olmasını dilemekten başka yapılacak bir şey kalmıyor. Kendi adıma, ben Yasemin’le empati yapmayı başarabildiğim için diziyi keyifle izliyorum. Melis Sezen’in ve Burak Sevinç’in karakterlere can verişlerini de çok sevdim. Metin Hoca’nın öyküye kattığı yorumu hele hele zaman zaman sahneleri çekerken yaptığı küçük oyunları da keyifle izliyorum. Umarım uzun soluklu ve merakla izlenen bir proje olmayı sürdürür, Leke.
Yazan, yöneten, canlandıran ve set arkasında büyük yük sırtlayan herkesin emeklerine sağlık.