KÜÇÜK ŞEYLERİN TANRISI*
Yazar: Berrak KÜÇÜK
Son bölümde Tuna’nın sobelendiği, şok olduğu o ana tanık olduk:
Kusursuz cinayetin olmadığı dar-ı dünyada, kusursuz ört basın da olmadığını fark etmesiyle ödünün patlaması bir oldu. Bu böyledir ölüm, vicdan ve vebalin gelişi anidir; hiç kimsenin duyamayacağı kadar sessizdir, üstelik. Tuna da o korkuyla yapacağını bilmez hâlde Deniz’in odasına dalarken alacağı cevapla bir defa daha yenildi. Nazik’in ani ölümüyle perdelenen evdeki ağır hava, bir şeylerin fark edilmesini engelledi. Ne yazık, her yanı uğursuz anılarla dolu bu köşkün hayaletlerine bir de zavallı Nazik eklendi. Tuna’ya zaman kazandıran bu ölüm, öyle Hızır gibi yetişti ki Tuna Deniz’le konuşurken “İyi ki Nazik öldü!” deyiverdi! Basit bir dil sürçmesinden öte niyetin dile vurduğu bu sahnede, Tuna’nın ruhundaki sonsuz karanlıktan Deniz’in başı döndü, içi bulandı, kalakaldı.
Aynı gecede bir başka yerde başı dönen, kalbi karışmış Efe ve Verda; aşka düşmenin o tatlı ilk hâllerinde, ilk heyecanlarda o yeni yetme telaşta çok sevimliydiler. Atışmalarla devam eden iletişim, aralarındaki gönüllü oyundan ve hissettikleri o çekimi bastırma çabasından. Fakat Verda’nın bile direncinin usulca kırılmasıyla büyük ve fırtınalı bir dönemecin, bu imkânsız aşkla görünür hâle geldiğini söyleyebilirim. Nohut/ pilavla kutlanan ilk yemek, birbirlerine kalplerini açtıkları, korkak ama hevesli en büyük adımı attıkları o ilk andı aslında.
Attığı her adımla hayat hevesi kırılan Deniz’in can havli, bir tek Verda’nın dikkatini çekti; Efe’yle birlikte düştükleri yol, sonra geldikleri dağ evi Tuna’nın gelişiyle bir felaketi, kopacak fırtınanın ilk fragmanını alenen gözler önüne serdi. Tuna’nın artık tanımlanamayan bir müdanasızlık ve patavatsızlıkla tek bir an pişmanlık duymadan Verda’ ya sıraladığı hakaretler kan donduran cinstendi. Söylediklerinin neredeyse tamamı iftira olsa da bu davranışının asıl sebebi Efe ve Verda arasındaki yanan ateşi – herkesten önce – görmesinden başka bir şey değildi. Sevginin alınıp verilen, böyle büyüyen hâlini Tuna bilmiyor ama yaptığı her hamlede bu aşkı daha da çoğaltacağının henüz farkında değil. Burada artık her türlü entrikanın Tuna cephesinde mubah olduğunu, bizi beklediğini ve ilk sıkı çelmenin Efe’nin eski sevgilisi olacağını peşinen söyleyebilirim.
Her şeye rağmen hayat akar, her şey geçer ve aşk görmezden gelinebilir bir hadise değildir; gururu incinen Verda için bile! İşte bu yüzden bu haftanın belki de en sevdiğim sahnesi Verda’nın Romeo’ya açıldığı, o pamuk andı. Kimselere itiraf edemediği o içindeki zaafı, harı, onu yargılamayacak bir masumla paylaşması, içtenliği, Romeo’nun o tatlı ifadesi çok ama çok anlamlıydı. Efe’nin annesine ve hatta kendine rağmen apaçık Verda’ya uçan hâli, ikilinin ekrandan vurmaya başlayan gerilimi patlamaya hazır bir tutku hikâyesinin müjdecisi.
Yarım kalmış hikâyenin, söylenmemiş sözlerin içinde boğulan Melek de bir müjdenin rüyasına düşüverdi. Babasının bulduğu koku aplikasyonunun eksik notasını bularak yeni bir hayatı aralamaya başladı. Erkan’ın gönderdiği nazlı gardenya, Melek’in yeni hayatının da anahtarı oldu. Dağılmış, geçmiş için tuttuğu yas aydınlandı. Günahına girilen mazlumların iyi niyetli duası, küçük şeylerin tanrısı ve ilk kokuyla etrafa dağılan meleklerin hakkı işte hepsi o kokuda vardı.
Samet Bey de bunu anladı ki hemen ortaklık için kollar sıvandı ancak Tuna, Samet Bey’e şantajıyla yapacağını yine yaptı ve fakat karşısında Melek vardı. Öngöremediği, kıskandığı, oyundan bir türlü atamadığı… Onun arkasında bıraktığı hayatsa bugün Tuna Akdora’nın tüm varlığıydı. Bir dizi talihsizliğin ve yalanın yüzü suyu hürmetine Tuna’ya bağışlanan hayat, bir başkasının hayatıydı. Tüm bunlar Tuna’yı anlamak için yeter sebep belki ama zaman zaman durmaksızın devam eden, daimi hain planlarını, kim olduğu fark etmeden hakarete varan alaycılığını anlamakta biraz güçlük çekiyorum. Hiç olmazsa çocuklarıyla temasında, bir sıradan diyalog, bir endişe yahut şefkat sezmek istiyorum, zira bu hâliyle Tuna’nın zihnimde yaşasın kötülük diye dolaşan bir karikatüre dönüşmesine pek az kaldı.
Çatışmada kurulan iyi/ kötü aksının nimeti olarak, bir kötülük bir iyilikle dağılır; yine öyle oldu Tuna’nın niyeti Samet’i gönderirken yerine hiç umulmadık bir ortak getirdi. Erkan’ın dâhil olduğu bu yeni oyun, daha çetrefilli bir ilişki ve entrika ateşini yaktığı gibi; Melek’in elini her anlamda güçlendirdi. Ortaklığın açıklandığı an Tuna’nın darmadağın yüz ifadesi de ona bakan Efe’nin muzip gülüşü de nefisti. Tuna’nın kontrolden çıkan yaşamının kıyameti sadece bu da değil üstelik geliştirilen yeni kokudan henüz haberi yok ki onu asıl çıldırtacak meselenin bu olacağını söyleyebilirim. Melek’in varlığının tahammül edilemez olduğu bir hayatta üstüne üstük başarılı bir Melek’in Tuna’nın lugatında yeri yok, zira.
Bir de bertaraf edildiği sanılan Mete meselesi var ki, bu mesele bir intikam hevesi ve kardeşlerin ani işbirliğiyle cahilce bir rövanşın sinyalini vermeye başladı bile. Geçen bölümde bahsettiğim çocukluk travması Mete ve Zafer’in konuşmasında ilk ipuçlarıyla ortaya dökülüverdi. Efe’nin eskilerine tamah etmenin gücüne gittiği bir Mete dinledik. Olabilir, bir çocuk ukdesi kalabilir içinde bunu anlıyorum ama iki kardeşin anneme bu evde neler çektirdiler, bir gün yüzü görmedi feveranını çok üzgünüm, anlayamıyorum. Nazik ve Şerif kendi yağıyla kavrulan, harama el uzatmayan, üstelik de alın teriyle para kazanan bir karı-koca, evin emektarları. Bu hayat içinde doğan, böyle de bir anne-babası olan iki çocuğun hırslarını ve kinlerini bu genel bir öyküde bir yere koyamıyorum. Hele de ailesine olan tavrı çok da sevecen olmayan Mete’nin bu acıklı serzenişine inanamıyor ve dahi bu cüretle açacağı belaları şimdiden hayal edebiliyorum.
Bela demişken Cem ve Deniz’i anmanın tam vakti; itilip kakılıp hor görülen bu iki kayıp ruhun birbirinde bulduğu teselli bir tesadüf değildi. Herkesin bin bir türlü oyunu oynayıp alnı ak dolaştığı hayatta, bu iki yüzkarasının birbirine sarılması, en hafif hâliyle insan olmanın gereğiydi; ancak melankoli, nevroz ve vicdan azabıyla akli melekeleri gidip gelen Deniz, bu ilişkinin çok bilinmeyenli denklemi. Bu ikilinin gideceği yolu, sınanacakları çatışmaları merakla bekliyorum.
Bölümü finalini yine bir cinayetle kapadık, Mithat Şahin cinayetinin tek görgü tanığı da böylece ortadan kaldırıldı. Görülen o ki bu kanlı sonda sadece Tuna değil Mete’de bu katlin faili.
Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Haftaya görüşmek üzere, sevgiler.
*Arundhati Roy’un ‘’aynı’’ adlı kitabı