YAZAR: Şeyma BULUT

Hayat, korkunun bittiği yerde başlar. Ne kadar basit bir cümle gibi görünüyor. “Korkmayın efendim!” bitti gitti işte. Peki, bu söylendiği ya da yazıldığı kadar kolay mı? Elbette değil ancak içimizde taşıdığımız korkuları bitiremiyorsak bile, onlarla yaşamayı ya da üstesinden gelmeyi bir şekilde başarmak zorundayız. Çok klişe bir söz var:”Korkarak yaşıyorsanız hayatı sadece seyredersiniz.” diye.  İçimizde büyüttüğümüz bu duyguyla yaşamak, onunla mücadele etmek ne kadar zor olsa da yapmak zorundayız yoksa hayatımız ellerimizden kayıp gider, biz de başrolü olacağımız hikâyenin sadece izleyicisi oluveririz.

Laf, korkularla savaşmaya gelince benim aklıma nedense son zamanlarda hep Sancar Efe geliyor. Koskoca bir ömrü korkularla geçirmiş bir adam, o. Gençliğinde Nare’nin onu sevmemesinden korkuyordu, daha sonra onu yeniden bulunca kaybetmekten, koruyamamaktan korktu; şimdiyse hepsini aynı anda hissediyor.

Sancar, tam bir cenderede şimdi. Aradan geçen senelerin ardından Nare onu affetmiş, evlenmeyi kabul etmiş, tüm ailesi yanında ama o hala tedirgin; bir yanı karanlığa yeniden düşmeye meyilli. Ben açıkçası bu ruh hâline ne zaman bürünmeye başlayacak diye beklemiyor değildim. Sancar’ı az çok tanıyorum artık. Fazla olumlu duygu, adamın bünyesini ters etkileyebilirdi ki başladı da zaten. Sahra’nın Nare’yle ilgili anlattıkları da üzerine tuz biber oldu. İçine büyük bir korku tohumu ekildi: Ya Nare onu gerçekten affetmediyse? Ya bir gün “Benden bu kadar arkadaş!” deyip arkasını dönüp yeniden gitmek isterse… Sancar’ın da ruhunun bir köşesinde bu sorularla mücadele ettiğine yemin edebilirim çünkü Sancar’ın, kişiliği gereği, kendisine mutluluğu layık görmeme, kendisini sevememe sorunu var. Bu sebeple de gün gelip de Nare’nin gideceği korkusunu tüm ruhunda taşıyor. Açıkçası itiraf etmek gerekirse ben de bir ara bir kuşkuya düştüm. Nare, her şeyi göğüslerken bir noktada geri çekilecek mi diye düşünmeden edemedim. Sonra bunun asla olmayacağını anladım çünkü onun böyle bir şey yapması Sancar’ı jiletle doğramasına eşdeğer bir acıya denk geliyor. Halbuki Nare bunu yapmaz, kimseyi acıtmaz hele hele Sancar’ı, asla! Bu yüzden canı da yansa, üzülse de bu noktadan sonra sevdiğine sırtını dönmez o. Sancar’a da bunu anlatmak gerek ama o teoriyle değil, pratikle öğrenenlerden. Yaşayıp görecek başka çaresi yok.

Sancar, bu duygularla mücadele ederken zaman zaman kendini o karanlığa yeniden hapsedecek gibiydi. Gözlerindeki derin bakışlar, Nare’ye bakarkenki tedirginliği ortadaydı ama orada kalmadı elbette. Nare’nin affettiğine dair şefkatli konuşması; Melek, annesi, ailesi onun paçasını bu sefer bırakmaya niyetli değil. Sancar kaybolmak istese de, sevenleri onu yalnız bırakmayacak. Bir zamanların yalnız ve yıkılmış efesi değil o artık. Sevdikleri sayesinde güce ulaşmış güçlü bir adam, tıpkı sevdiği Nare’si gibi.

Efe’nin Alacası, Sancar’ın Nare’si… Uzun zamandır onun gücünün nerede saklandığı sanırım birçok insan için merak konusuydu. Belli etmeyen yapısı, herkesi sarmalayan kalbiyle aslında bu hikâyenin belki de Kavruk’la beraber en iyisi o.  O affeder, sarar, sarmalar; içine atar. Başkası yanacağına, ben yanayım der. Tüm hayatını da böyle geçirmiş, bir şekilde. Sahi ya Akın’ı bile öldürdüm diye kendini yargılayan bir kadından bahsediyoruz burada. Kötüye böyleyse içinde iyilik olduğunu düşündüklerine daha da şefkatli olabiliyor. Bunca yıldır yaşadıklarının üstüne bence, artık o sarmalanmalı ama öyle olacak mı, ben de bilemiyorum.

Nare, cehennem azabıyla geçirdiği yılların ardından şimdi mutluluğa  çok yakın. Size bir itirafta bulunacağım. Nare ve Sancar bir araya geldiğinden beri, beni en çok ne mutlu ediyor biliyor musunuz? Halise ve Nare’nin ilişkisi. Nare sevdiğine kavuştu; arkadaşları var, kardeşim dediği bacıları var ama annesi yok. Onun yokluğunu hissediyor. Halise, o küçücük anlarda ona sarıldığında ya da “Gelin hanım!” dediğinde Nare’nin gözlerinde ışıltıyı görmemek imkânsız. Nasıl Sancar’ın yıllardır içindeki yalnızlık, sevdiğinin gelişiyle son buldu ve sevgi, paylaştıkça çoğaldıysa aynı durum Nare için de söz konusu. Halise; Nare’yi görüyor, anlıyor, onun eksikliklerini kapatmak istiyor. Kız isteme, söz, nişan ve diğerleri her genç kadın için önemlidir ama Nare için anlamı daha farklı, daha özel.

Sancar içindeki karabasanlarla mücadele ederken hayatının tam merkezine aldı Nare’sini. Onun mutluluğu, isteklerinin yerine gelmesi, kafasına bir şey takmaması hayati bir önem taşıyor. Kız isteme fikri en başta ona saçma gelse de Feride’nin “Normal olan bu!” demesiyle kafasında yandı o ışıklar. Normal olan buysa zehir olsa içilir çünkü Nare, normal olmak istiyor. Sancar’ın farkına varamadığıysa o anların ona Nare’den daha iyi geldiği gerçeği. Sevdiğiyle mutlu anıları arttıkça o da aydınlığa çıkıyor ve daha iyi biri oluyor. “Sen gidersen ben çok kötü bir adam olurum!” demişti. Nare kaldı, o da kendince daha iyi biri olma yolunda gidiyor gitmesine ama tabii ki onu bu yoldan alıkoymak isteyenler de yok değil. En büyük tehlike da eski bir dosttan adım adım geliyor: Gediz’den!

Geçtiğimiz hafta Sefirin Kızı’na Sancar’la Gediz’in tehlikeli karşılaşmasıyla veda etmiştik. Birbirlerinin gırtlağına sarılırlar diye hissediyorum, demiştim ve nitekim öyle de oldu. Aslında Sancar’ın Gediz’e neden böylesine tepki gösterdiğine biraz şaşırdım. Önce kıskançlık mı diye düşündüm. Sonuçta Nare artık nişanlısı, kendinde bu hakkı görebilir, dedim ama yok bu kadar basit değil. Geçtiğimiz haftalarda Gediz’in Sancar için çok tehlikeli olduğunu çünkü tüm zayıf yönlerini bildiğini söylemiştim. Aynı durum Sancar için de geçerli olamaz mı? Sancar, Gediz’i çok iyi tanıyor. Öfkelendiğinde en yakınlarına nasıl zarar verdiğine şahit oldu. Bana kalırsa kıskanması dışında asıl önemli sebep, Nare’nin zarar görmemesini istemesi. Gediz’in zehirli okları şimdilik Nare’ye dönmemiş olabilir ancak dengesiz ruh hâlinin onu nereye götüreceğini de kestirmek zor. Gediz için ben artık “Asla!” sözcüğünü kullanamam. Sancar’ın da esas ürktüğü, bu bence. Yazının başında dedim ya, sevdiklerini koruyamama gibi bir korkusu da var diye. Gediz gibi bir yürüyen el bombası etrafta gezerken bu adamın normal davranmasını da beklemiyorum. Ha yöntem başka olabilir miydi? Evet olabilirdi ama bu Sancar işte, söz konusu değer verdiği insanlar olunca kolaylıkla çığrından çıkabiliyor. Gediz de şimdilik onun bu yanına oynuyor. Güçlü olma takıntısına, öfkesine, zayıf yönlerine çalışıyor ama öyle bir ayrıntıyı gözden kaçırıyor ki bu oyunun sonunda karşısındakilerden çok daha fazlasını kaybedebilir.

Gediz Işıklı, tek odaklı yaşayan bir adam. Kendisine bir şekilde düşmanlar yaratıyor ve onlarla savaşıyor. Geçmişte babası, sonra Kahraman, şimdi Sancar. Bu, şu demek değil kendine hayali savaşlar yaratıyor da oyalanıyor değil asla. Demek istediğim Gediz’in hayatla mücadele şekli bu, gibi gelmeye başladı bana. Hayat istediği gibi gitmeyince bir şekilde kendince istediği şekle sokmak için olmayacak şeyler yapıyor. Şimdi de “Nare’yi kendinden koruyacağım!” kafasında. Bu yüzden evliliği engellemek için önce düğünü sabote edecek, konağı ellerinden alacak ve onların evlenmesini engelleyecek. Gedizciğim baya büyük bir yanılgı içerisinde. Yıllar önce Nare, Sancar’a geldiğinde elinde küçücük bir kulübeden başka bir şeyi yoktu ki Sancar’ın maddi durumu onları engellesin. Sancar, parası olmayınca sevdiğini yarı yolda mı bırakacak? Belki Gediz’in yarattığı sorunlar, biraz meşgul eder ancak sonucu değiştirmez. İçindeki öfke, onu öyle bir kontrolü altına aldı ki o hissin içinde boğulduğunu göremeyecek kadar kör oldu. Daha birkaç ay öncesinde “İnsan sevdiğine nasıl kıyar?” diye kızıyordu ama şimdi o, sevdiği kadını korumak adı altında çok daha büyük yanlışlar içerisinde. Nare’nin söyledikleri bile yeterli olamadı, umarım bir gün içine düştüğü durumdan çıkabilir aksi hâlde en büyük yalnızlığı o yaşayacak gibi geliyor bana, hayırlısı.

Gediz’den bahsederken içimde kalmasın. Sahra ve Gediz’in auraları baya bir tuttu. Sahra deli denebilecek kadar tehlikeli bir kadın ve son dönemde Gediz de öyle. Ben saf kötülüğe asla inanmadım bugüne kadar. Eğer şahıs, Akın gibi psikopat değilse  illa ki o iyilik bir şekilde dışarıya çıkar diye düşünüyorum. İkisi birlikte alev topu olup tüm dünyayı yakarlar mı, yoksa “Satmışım dünyasını!” deyip içine girdikleri saçma savaşı bitirirler mi bilemiyorum ama mutlaka ve mutlaka bu yolun sonu bir yere varacak. Nasıl bir yere çıkacağı da ikisinin ellerinde. Ying ve yang gibi. Öğretide iyilik ve kötülüğün dengesinden söz edilir. Şimdilik bu ikisi siyah kısmı tercih ettiler ama kim bilebilir? Belki iki yanlıştan bir doğru çıkar?

Yazıma son vermeden önce bir süredir bahsetmediğim Menekşe’ye bir değinmek istiyorum, ben. Dizinin final sahnesinde Menekşe’yi korkunç bir sürpriz bekliyordu. Yazılarımı düzenli takip edenler Loki’nin bu işten kurtulmasıyla Menekşe’nin korkunç bir sonu olabileceğini söylediğimi hatırlayacaklardır. Öyle de olacak gibi görünüyor. Karakterin hikâyesi bitti mi yoksa yeni mi başlıyor bilemiyorum ama bu kadınla ilgili birkaç kelam etmek istiyorum.

Sefirin Kızı başladığı günlerde aslında Menekşe de haklılardandı. O zamanlar yani… Nare’yi sevmemekte de kocası için verdiği savaşta da haklıydı bu kadın. Evlendi, yuva kurdu ve geçmişten gelen bir kadının silueti kâbus gibi çöktü evliliğinin üstüne. Elbette kızacak, delirecek ve hatta planlar kuracaktı. Onun kafa yapısındaki birinden bahsediyorum. Ben olsam “Eyvallah koçum!” der arkama bile bakmadan giderdim ama o yapamaz. Çünkü bu kadınlara “Ne olursa olsun kocandır.” bakışı işlenmiş bir kere, değişmiyorlar. Bu noktaya kadar Menekşe oldukça haklıydı. Ta ki işin içine Melek’i katana kadar. Her ne olursa olsun, dünyanın en haklı insanı da olsa bir çocuğa zarar vermesi kabul edilebilir bir durum değil. Nare’yle arasındaki fark da bu: Nare onun bebeğini severken o küçücük bir kızı psikopatın birine teslim edecekti. İşte Menekşe burada kaybetti. Yoksa ne Nare’den nefret etmesi ne de geçmişte bir sevgilisinin olması onu asla kötü biri yapar. Başındaki belalardan kurtulmaya çalıştığı şekil de Akın gibi olunca kendi sonunu da kendi hazırladı.

Menekşe’ye ne olur bilmiyorum ama hayatta kalırsa onu tenini kesen bıçak yarasından daha ağrılı dönemlerin beklediğini düşünebiliriz sanırım.

Yazıma burada son veriyorum, haftaya görüşmek üzere.

Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.

Related Article

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.