Can Yaman

Geçen bölümün finalini Can Yaman’ın bakışlarıyla kesmiştik. Heyecanla bu bölümü bekledim bir haftadır… Asıl dolu bölümlerin bu haftaya kaldığını biliyordum çünkü. Geleceğim oraya uzun uzun da şimdi ne olup bitti bir ona bakalım.

Münir, 36 yıllık ayrılığı sona erdirmekte kararlı. Haksız mı? Kesinlikle değil… Onlar dışında gelişen olayların neden olduğu bir ayrılık var ve bir türlü bitmek bilmeyen sevgi… Yanlış anlama çözüldüğüne ve iki taraf da karşısındakini doğru anladığına göre, tabii ki daha fazla zaman kaybetmek istemeyecektir. Bedeli peşin ödenmiş bir aşk var ortada. Şimdi haklı olarak ona sahip çıkmak istiyor.

                                                                           
Peki, Tarık haksız mı? (Yüreğim hep Tarık tarafında ama bu defa bütün objektifliğimle söylüyorum) Hayır! Her şeyden önce annesinin babası dışında bir adama âşık olduğunu kabullenmesi çok zor. Hadi yaptı bir büyüklük kabullendi diyelim, kendi kızını silip atan bir adamın sevdasına nasıl inanacak peki? “O ayrı, bu ayrı!” dedi, onu da çekti sineye, tamam. Kızının ve oğlunun sevgisine zerre saygı duymamış bir adamın sevgisine Tarık niye saygı duysun?

Düğün günü Itır’ı eleştirmiştim, ne yapıp yapıp babasının gönlünü almalıydı diye ama anlaşılan o ki Münir o gün de inadından vazgeçmeyecekmiş. Düğünden beri bence Itır, babası konusunda hata yapmadı, her fırsatı kullandı kendini bağışlatmak adına. Hele bu bölüm, kapı önündeki konuşması benim ciğerime işledi. Evladım yok, evlat sevgisini bilmem ama kız evladım ve baba sevgisini çok iyi bilirim. Itır’ı bütün yüreğimle anlıyorum. Arkanda dağ gibi kocan da olsa, sevdiklerin yakınların da olsa “baba gölgesi”nin yerini hiçbir şey tutamaz ve bir şey daha bilirim kızına bu kadar bağlı, onu bu kadar seven babada bu inat olmaz; dayanamaz, kıyamaz. Babadan habersiz evlenmesi elbette hata Itır’ın ama sonuçta evlendiği adam belli, mutlu olduğu belli ve babasını nasıl özlediği belli… Daha ne istiyorsun be adam? Neymiş? Kimse kızını gelip ondan istememiş, damadı delikanlı gibi karşısına çıkamamış,-mış, -mış, -mış… Ee, yetti ama… Ego da bir yere kadar… Adile’yle didişmeyi bir yana itip “ her şeye rağmen kızımın mutluluğu” diyebilseydin yaşamazdın, bütün bunları. (Olayı, “Tarık’tan iyi damat mı bulcan?” noktasına getirip çemkirmiyorum farkındaysanız, bu da benim olgunluğum)

Tarık’a yürekten katıldığım nokta, Münir’in bir türlü empati yapamaması… “36 yıl… 36 yıl” diye söylenip duruyor da o 12 Eylül 1980’e bir dönelim mi Münir Baba? Pardon da tutuklanmasan sen ne yapıyordun? Elinde bavul Adile’yle kaçmak için sözleşmemiş miydin? Siz aileler arası bu inatlaşmadan bıkıp usandığınız için kalkışmadınız mı kaçmaya? Sen, delikanlı gibi çıkabildin mi kayınpederinin karşısına? Haaa, seninki sevda, her şeye hakkın var ama Tarık delikanlı değil. Niye? Çünkü gelip kızını senden istemedi. Ya, bi’ git Allah aşkına!

Bölüm finalinde Adile’nin evlilik kararı almasına şaşırmadım açıkçası. Geçen bölüm daha ayakları yere basar görünse de o da sevda sarhoşu; Münir’in gazına mı geldi Tarık’ın tepkisini mi tam anlamadı, bilemem ama o da Münir’den vazgeçemez. Ben yine de sağduyusu galip gelir ve orta yolu bulmak adına Münir’le kızı arasındaki buzları eritmeye yardım eder mi diye düşünmüyor değilim. En mantıklı ve doğru olan da bu, aslında… Münir’i yumuşatabilecek tek insan Adile. Münir, kızına bir adım atar ve onu bağışlarsa Tarık’ın da öfkesinin yumuşama ihtimali var. Ancak Adile bunun ne kadar farkında işte ondan emin değilim.

Tarık’ın Tuncay ve İlyas’a olup biteni anlatmasını ama Itır’dan özellikle saklamasını da anladım ben, aslında. Derdi kendi başına iş çevirmek değil, Itır’ı kollamak. Buna çok üzüleceğini düşündüğünden onun duymasını engellemek… Ama atladığı bir tek nokta var. O da Itır, Adile’den veto yemedi ve Adile’ye tepkisi yok, aksine seviyor onu. Dolayısıyla babasıyla arası düzeldiğinde onların ilişkisine Tarık kadar tepkisel olmaz. Ancak “babasıyla arası düzeldiğinde…” koşuluna da dikkat çekmek isterim. Kızını habersiz evlendiği için affetmeyen babasının benzer bir eylemini ben Itır’ın da kaldırabileceğini sanmıyorum.

Tarık’ın gizemli tavırları Itır’ı fazlasıyla rahatsız etse de ne olup bittiğini anlamak için yoğun bir çaba göstermedi diye düşünüyorum. Emel’e “Tarık benden bir şeyler saklıyor.” diye sızlanmasını ciddiye almıyorum. Kusura bakma Itırcığım “Konuşmayan adam yoktur, konuşturamayan kadın vardır.” Ağzından girer, burnundan çıkar ne sakladığını başkalarından değil bizzat kocandan öğrenirsin. Fasulye çuvalı başında bastığında “Ne saklıyorsun orda?” diye hesap sormayla olmaz o iş. (Bu arada o sahnede Tarık’ın tepkisine de cevabına da ayrı bayıldım.)

Uzun zamandır söyleniyorum, Itır ve Tarık arasındaki sevgiyi hissedemiyorum ben diye. Bu bölüm kuyumcuda alyanslara isim yazdırma meselesinde Tarık’ın repliğiyle ve tavrıyla ilk defa sezmeye başladım, çok şükür! “24 Şubat 1995, sana ilk âşık olduğum gün!” cümlesi belli ki bir şeyler gizliyor içinde. Umarım o günü ve özelliğini öğrenme şansımız olur. Alelacele yaptığım hesaba göre 21 yılık bir mazisi var Tarık’ın aşkının; matematiği doğru kuruyorsam o aşkın başlangıcı 9 – 10 yaşlarına gidiyor. O yaşta adına aşk denebilecek ne yaşadı Tarık, gerçekten merak ediyorum ama asıl ilgimi çeken o 21 yıllık mazide hatırı sayılır olaylar, duygular birikmiştir. Hani diyorum ucundan kıyısından onlara da azcık tanık olsak mı?

Hikâyenin büyük düğümleri birer birer çözülüp düğün yapıldığında “Yeni düğümler geliyor.” demiştim. Adile ve Münir aşkı ve Tarık’ın buna tavrı şu anda ana çatışma ama bu bölüm bir diğeri de çıktı ortaya. Emel’in öldü bildiği babası yaşıyor. Çok belli ki bunun altından da sağlam bir dram çıkacak. Bu sırrın Emel’le İlyas’a zarar vereceğini hiç düşünmüyorum. Yine de bu haber, en mutlu olduğu dönemde Emel’i iyi sallayacaktır, diye düşünüyorum. Belli ki baba, bir şekilde bırakıp gitmiş kızını ve yine anlaşılıyor ki bir şekilde çıkacak karşımıza. İşte bu noktada çok dolu bir yan öykü geliyor diye umuyorum.

Emel ve İlyas’ın annelerinin mezarı başındaki sahnelerin duygusuna bayıldım hele İlyas’ın “Ben artık öksüz değil, annesizim!” repliği beni benden aldı. (Ne olur şu derinliği Itır ve Tarık’a da verin, yalvarırırm)

Bölümde gözüme batan tek şey, Mürvet’in gamsızlığı oldu, söylemeden geçemeyeceğim. Yaptıklarını bu kadar çabuk unutup yine şen şakrak ortalarda dolanması çok doğru gelmedi bana. Keşke oğullarıyla yaptığı konuşmadan sonra en azından bu bölüm onu ortadan alıverseydik. Hiç değilse izleyicinin onu bağışlamasına biraz zaman tanısaydık… Oğullarıyla yaptığı konuşmada da çok inandırıcı ve samimi gelmedi bana doğrusu, orası biraz çabuk geçilmiş ve etkisiz kalmış, ne yazık ki.

Geçen haftanın finalinden belli olmuştu bu bölümün yıldızının Can Yaman olacağı. O finaldeki bakışın arkasının muhteşem geleceğini de çok iyi biliyordum. Yanıltmadı Sevgili Can Yaman beni.

Cumartesi günü gazetede Müjdat Gezen’in bir sözünü okudum: “İyi aktör, bakışlarıyla oynar!” diyordu, Hoca. Bütün yüreğimle sonuna kadar katılıp bir de ilave yapmak istiyorum haddim olmayarak. Benim için son dönemlerde moda olan ifadeyle “kamera önü oyunculuğu” diye bir şey yok! Oyuncu, oyuncudur. İster sahnede ister kamera önünde olsun yapacağı tek iş vardır, o da oynadığı kimliği tenine geçirmek ve ne yapıp edip bunu izleyiciye aksettirmek. Canlandırdığı karakteri sevmekten söz etmiyorum ama çok iyi tanımaktan söz ediyorum. Onun ruhunu yakalamak ve bunu bir biçimde dışarı çıkarmak… Müjdat Hoca’ya sonuna kadar katılıyorum, bunda da en büyük aracı bakışları. Benim Can Yaman’da en sevdiğim taraftır, bakışını mimiğini çok iyi ve doğru kullanması. Her seferinde karakterin hissettiğine bakışlarıyla alt yazı geçer. Ağzından çıkanlara dikkat etmeyebilirsiniz ama bakışları size o anda kahramanın ne düşündüğünü tereddütsüz verir.

Bu bölümün açılış sahnesini, bir kez daha sadece bu bakış açısıyla izledim, yazmadan önce. Münir’le konuşurken gözlerinin içine dimdik bakması “bu defa güçlü olan benim, korkum yok!” mesajını direk veriyordu ama Tarık, baştan beri Münir’e hep saygı doluydu ve özünde onu seviyordu da… Oysa bu defa bakışlar buz gibi… İnsanı irkiltecek kadar soğuk ve uzak… Belli, çok öfkeli ama bir o kadar soğukkanlı… Münir’in son derece coşkulu ve damardan yaptığı konuşma hiç mi hiç etkilemiyor onu. Bir an bile kalesinde gedik açılmıyor. Hep uzak, hep mesafeli ve hep buz gibi bakıyor. Ses tonu yükselmiyor ama cümleleri söyleyişi son derece keskin… Dudaklar sıkılı, zaman zaman öfkeyi zor kontrol edercesine dişlerinin arasından konuşuyor. Arada bir kısık bakışlarla anneye göz atıyor ama tavrını hiç bozmuyor. Tek kelimeyle ürkütücü… Kendi adıma söyleyeyim, karşımda böyle biri varsa ne denli haklı olursam olayım, söylediğime ne kadar inanırsam inanayım, bir dururum ben! En azından bir hizaya sokar beni tavrı. Nitekim de o coşkuyla aşkını müdafaa eden Münir’i durduruyor.

Buraya parantez açmazsam olmaz Ben Can Yaman’ın delice öfke sergilediği başka sahneler de izledim. Çılgına döndüğü, avaz avaz bağırıp yıkıp döktüğü sahneler… Aynı oyuncu ama başka karakter ve bambaşka bir öfke biçimi… Tarık, delirip kendini kaybedecek bir karakter değil çünkü.. O yüzden de bilerek yüksek oynamıyor Can Yaman… Öfkeyi buz gibi bir görünümle sunuyor ve ortaya çıkan tezatla ürkütücü olmayı başarıyor. Öyle temiz, öyle keskin ve öyle net vurgularla yapıyor ki bunu, replikleri dinleseniz de dinlemeseniz de asla yanlış algılayamazsınız duyguyu. Bütün bunları yaparken vücut hareketsiz, duruş değişmiyor sadece bakışlar ve mimik… (Bu sahneyi özellikle yakın plan çekip detayları tümüyle gösteren Metin Balekoğlu’na, ne kadar teşekkür etsem az…)

Üstelik sadece o sahnede değil nerdeyse bölüm boyunca (Itır’la duygusal sahneleri hariç)  aynı ifade sürüyor. Belki o kadar öfkeli değil ama kesinlikle tatsız ve huzursuz… Mutfakta tek başına… Bardaklara çay koyuyor ama kaşlar çatık, çene gerilmiş… Çünkü aklı başka yerde, çünkü keyfi yok, çünkü hâlâ sinirli… O sahnelerin hepsini art arda çekildiğini düşünmüyorum, belki bir kısmı aynı gün dahi çekilmedi ama bölümün bütününe baktığınızda Tarık’ta duygu değişmedi ve Can Yaman’da da onu gösterme biçimi farklılaşmadı. Hem de bir tek sahnede dahi hata yapmadan…

İşte tam da bundan dolayı sen benim için  “En İyi Aktör”sün, Can Yaman… Duyguyu verirken duygusal değil akılcı olmayı bildiğin, en etkileyici detayı aklınla bulup çıkardığın ve hepsinden önemlisi girdiğin hiçbir kimliği diğerine benzetmeden aynı duyguyu bambaşka vermeyi bildiğin için… Yüreğine, emeğine hepsinden çok da aklına sağlık!

Haftaya da yine çok dolu Tarık sahneleri gelecek gibi duruyor. Keyifle bekliyorum. Emeği geçen herkese teşekkürlerimle…

 

 

 

 

 

Related Article

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.