HANGİMİZ SEVMEDİK 27. BÖLÜM
Yazar: Sinem ÖZCAN
Kaç zamandır bekliyordum hem de öyle sessizce filan değil, söylene söylene bekliyordum: Şu gizli nikâh işi uzadı, açığa çıksın diye ortalığı birbirine kattım. En sonunda Tarık’a söyletilen “Çocuk yapmaya karar verdiğimizde söyleriz.” repliğiyle ağzımın payını almış, sessiz sessiz köşeme çekilmiştim. “Eh, finale kadar bu iş böyle gidecek, n’apalım!” diye kabullenmiş ama o aşamaya gelene dek de epey bir sitem etmiştim, senaristlere. Bi’ de aksi çıkarsa özür dilerim, demiştim.
Şimdi dediklerimi son hecesinden başlayarak afiyetle yeme zamanı… Söylenmeyi, homurdanmayı, bıdı bıdı etmeyi bildiğim gibi efendice özür dilemeyi de bilirim: “Siz benden iyisini biliyormuşsunuz Sayın Senaristler. Vakitsiz öttüğüm için boynumu eğdim, affola!”
İlyas ve Emel’in derdine düşmüştük geçen hafta. İlyas’ın gururu ayaklanınca ne kendi yüreğini dinledi ne de Emel’in kırılan kalbini. Bir yola girdi, dümdüz de gidiyor, durdurabilene aşk olsun. Geçen bölüm son kararımı vermiş ve “İlyas’ı durdursa durdursa kendi gönlü durdurur.” demiştim. Hâlâ aynı noktadayım. Bir yerde fren yapacak ama ne zaman, niye onu bilemedim. Emel’in Mahmut’la rövanş alma hamlesi işe yarar mı? Bir yere kadar yarar ama kesin çözüm mü? Sanmam. İlyas, Münir Baba ekolünden… Kendi hayatını da Emel’inkini de yakar, durmaz. Bu hafta bir kere daha düşündüm, nereye kadar son hız devam edecek bu deli çocuk diye… Cevap bulamadım. Emel’i kaybetme korkusuna rağmen yavaşlamadığına göre daha ağırı gelmeli. Aklıma gelen tek şey, Emel’in zarar göreceğini düşünmesi… Ancak o nasıl olacak onu bilemedim, işte. Haaa, bir de ikinci şık var tabi: Şevval’in evrim geçirip “Sen beni sevmiyorsun, sevdiğine git!” deyip aradan çekilmesi ki işte o imkânsızdan da öte… Eh, çok da yormayacağım kafamı; ben inanıyorum İlyas’ın bu yanlışın bir yerinden döneceğine. Bekleyip göreceğim, artık.
Şimdi derdim Itır ve Tarık… Başa dönüyorum olayı beynimde süzüyorum ve niye her şeyi karmakarışık ettiler anlamaya çalışıyorum. İlk anda öyle bir hata yaptılar ki arkası çorap söküğü gibi geldi. Kardeşim; sen iş yerinde, göz önündeki çöpe ne diye gebelik testini atıyorsun hem de pozitifini göstere göstere? Bu ne tedbirsizlik, hadi onu da geçtim bu ne iş ciddiyetsizliği?.. Biri avukat, biri diş hekimi… Oraya giren çıkan belli değil, hangi akla hizmet ortada kanıt bırakıyorsunuz?
Eh, tabi bu düşüncesizlik başlarına iş açacaktı! Adile delirmiş, saldırırken hele de Perran’ı ele veremiyorsanız Tarık’ın yaptığından başka yapılacak bir şey de yoktu. Adile’yi susturmanın tek yoluydu evlilik açıklaması. Veeee İtiraf ediyorum işte bu, hiç aklıma gelmemişti. Ben gizli nikâhın açığa çıkışını bir itirafla değil inkârı mümkün olmayacak bir basılmayla bekliyordum. Evlilik cüzdanının bulunması gibi… Ancak bu çok daha doğal ve çok daha beklenmedik oldu, hakkını teslim etmeliyim.
Adile kayası, fazla zorlanmadan aşıldı ama Münir öyle ufak tefek bir kaya değil bildiğin Ağrı Dağı… Onu nasıl aşacaklar, bilemiyorum. Fragmanda bir tek kare de olsa gördüm Itır ve Tarık yan yana, üstelik Tarık’ın kafa göz yerinde… Bir şekilde halledilmiş demek, kazasız belasız…
Itır’ın bütün itirazlarına rağmen bu sahte hamilelik Tarık’ın hoşuna gittiğinden Adile’ye bir türlü gerçeği açıklamadı ve onun mutluluğu, yalanın sürdürülmesi kararına yol açtı. Bu nikâh gibi gizlenecek bir şey de değil ki… Ne gelecek başımıza, bilmiyorum. Yine de ben sonunda Itır ve Tarık’ın evliliğinin açığa çıkmasından çok memnunum. Umarım yine “Biz sizi kandırdık.” biçimine sokulmaz, umarım buradan yürünür. ( O kadar çok yakalandılar, yakalanıyorlar dedik ki artık açığa çıktığına inanamıyorum bir türlü)
Asıl şimdi aileler birbirine girer, asıl şimdi yeni düğümler atılır ve asıl şimdi öykü Itır’la Tarık’ı odağa alıp işler, eğer buna niyet edildiyse… Benim ikinci büyük derdim de bu, biliyorsunuz. Ben sevgilerine inandığım bir çift görmek istiyorum tıpkı Emel ve İlyas gibi, tıpkı Adile ve Münir gibi… Bunun da sözle olmayacağını düşünüyorum. Tarık ( bu bölümde olduğu gibi) bin kere “Seni her şeyden çok seviyorum.” desin, Itır ona yüz bin defa “aşkım” diye hitap etsin, nafile…
Ben sevginin dile gelmesinden, hele ikide bir abartılı cümlelerle dile gelmesinden pek hoşlanmadığımdan galiba “lafa değil eyleme bakarım”. Bir şeyi ısrarla tekrarlıyorsanız ya söylediğinize kendiniz inanmak istiyorsunuzdur ya da bir şeyleri kamufle etmeye çalışıyorsunuzdur. Onun için “Seni seviyorum” un sözle değil davranışla gösterilmesini yeğlerim. Itır ve Tarık aşkında eylem yok, laf var. Sevginin büyüklüğünü söyleme Tarıkçım “göster!” Itır; o “aşkım” lafını bırak Şevval gibi “süs biberi” içi boş hatunlar kullansın, sen sevdanı başka ifade et. ( Hazır yeri gelmişken n’olur ama n’olur Sayın Senaristlerim Şevval dışında birinin ağzına şu “aşkım” sözünü yapıştırmayın, rica ediyorum. Türkçede sevgi ifadesi başka hitap mı yok, bu çocuklar birbirine liseli ergenler gibi aynı lafı söylüyor.)
Haaa, ben bu aşka ne zaman inanacağım? Bir art öyküsünün olduğunu gördüğümde… Adile ve Münir’de olduğu gibi Metin Balekoğlu’nun muhteşem flashbackleriyle mi olur; Itır, Emel’le dertleşirken mi dile getirir, ailelere birbirlerini ne kadar sevdiklerini anlatırken mi söylerler bilmiyorum ama Itır ve Tarık’ın “büyük aşk”ı ne zaman başladı ve ailelerine rağmen nasıl kopmayacak noktaya geldiler bilmek istiyorum. Ardından o aşkı hâlâ nasıl yaşadıklarını görmek istiyorum. Tıpkı Emel ve İlyas gibi… Emel’in eline dokunurken içi titreyen İlyas, Şevval’i market sepeti gibi çekiştirirken nasıl hoyratlaştıysa ve bu ufacık ayrıntıyla bile Emel’e hissettiğinin derinliği yansıtıldıysa aynı nahifliği istiyorum Itır ve Tarık için. İnanın bana muhteşem sahneler çıkacak, oradan.
Bu hafta en sevdiğim yerlerden biri Perran’ın “anne öyküsü” oldu; çok doğru yerde, çok doğru zamanda ve çok doğru bir öyküye bağlanarak verildi, annesizliğin genç bir kadında yarattığı travma. Ben bunun içini öyle bir doldururum ki… Perran’ın niye anne olmaktan korktuğunu da anlarım, niye ayaklı gazete olup ilgiyi üstünde toplamaktan hoşlandığını da, niye mahalleliye ve kocasına bu kadar sıkı bağlı olduğunu da… İşte bütün istediğim, bu. Küçücük bir öykücük birden sıradan bir tipi, karakter yapmaya yetiyor.
İsterseniz benim aklımın köşesinden bile geçmeyeni, en güzel biçimiyle yapacağınızı da biliyorum; Sayın Senaristler! ( Yaptıklarınız, yapacaklarınızın teminatıdır!)
Bölümde beğendiğim sahnelerden biri de elindeki paspası çırpmaya çıkan Adile’nin kapıda Münir’le karşılaşıp geçmişe döndüğü yerdi. Flashbacki o kadar anlamlı ve görsel olarak o kadar yerinde kullanıyor ki Metin Balekoğlu, her seferinde hayran oluyorum. Senkronize hareketlerle iki zamanı aynı anda izlemek cidden çok ama çok keyifliydi. Emeklerine sağlık.
Bu hafta İlyas’ta Bülent Şakrak’a yine bayıldım. Mahmut’la kapı önünde sohbetinde de Münir Baba’nın nasihatlerini dinlerken de çok iyiydi ama favorim, sahilde Şevval’i sürükleyerek götürdüğü sahne oldu. Mahmut, İlyas’ın içinde bulunduğu durumu özetlemeden önce ben kendi kendime “Emel’in karşısında dik duramıyorsan bir koltuk değneğini sürüklersin, böyle!” diye söyleniyordum. Mahmut, sahneye alt yazı geçmiş oldu. Gerçi Bülent Şakrak sahneleri için buna hiç gerek yok bence. En ince detayına kadar duyguya öyle vurgular yapıyor ki sözden çok etkili.
Yeliz Kuvancı; soğuk, mızmız ve mıymıntı Itır’ı alıp şirin, sevecen ve yaşayan bir kadın yaptı. Kızdığında, çekindiğinde hatta kaygılandığında bile sevimli bir görüntü çiziyor. Itır’ın zaman zaman beni çıldırtan manasız kıskançlıkları bile katlanılır oldu. Hatta Tarık’ın beynini yemesini bile seviyorum, o kadar yani…
Can Yaman bu hafta bambaşka bir görünümdeydi. Ciddi, kriz çözücü kimlikten çıkmış biraz muzur, çokça keyifli ve alabildiğine şirin bir Tarık çiziyordu. Itır & Tarık sahnelerinde o muzip sevimliliğine bayıldım. Daha önce sorun çözerken kırışan alnı, çatılan kaşları gitmiş yerini gülen gözleri, sıcak tebessümü ve yumuşattığı jestleriyle yarattığı kargaşadan aslında çok memnun bir Tarık’a bırakmıştı. Tarık, söylediği yalana rağmen mutluydu hem bir yükten kurtulmuştu hem de hayal bile olsa baba olma duygusu yaşayan bir adam görünümü çiziyordu. Daha iki bölüm önce Emel’in duygularını öğrendiğinde büründüğü sertliği ustaca kenara koymuş ve bambaşka bir adam olmuştu. Bir kez daha, benzer durumların nasıl birbirine zıt iki tavırla canlandırılabileceğini gösterdi Can Yaman. Bu defa yüzü bir kez bile asılmadı, sesi bir defa bile sertleşmedi; beden dili kaçamak ve gergin görüntü çizmedi. Aksine huzurlu, rahatlamış ve neşeliydi.
Itır’la çocuk hayali kurdukları sahnede, Itır’ın ayaklarının dibine çökmüş, ona mırıl mırıl hayalini anlatan adamı çok beğendim. Aynada Itır’ın gözlerinin içine bakarak yansıttığı sevgiyi çok samimi buldum. ( Hah işte, davranış sözden etkili derken kast ettiğim tam da bu!)
Amaaaa en çok gerçekleri Adile’ye açıklamaya çalışıp yarı yolda vazgeçtikleri sahnede bayıldım bu hafta ona. Annesini dinlerken yaşadığı karmaşa öyle net geçti ki… Bir yanı yalan söylediği ve annesinin hayallerinin gerçek olmadığını bildiği için üzgün, diğer yanı annesinin onlar için ve doğacak torunu için feda ettiği hayatı düşünerek minnettardı. Annesinin dolan gözlerini görünce kendi gözlerinde biriken yaşı göstermemek için dudağını ısırıp başını eğen, anneye dopdolu gözlerle bakan o genç adama vuruldum.
Harikasın Sevgili Can, sana daha ne diyeyim ki ben? İnşallah, çabanın ve emeğinin hak ettiği değerlerle karşılaşırsın daima.
O sahneyi en ufak detayına kadar Adile’nin ve Tarık’ın gözünden veren Itır ve Tarık arasındaki sözsüz iletişimi izleyiciye vurgulayan Metin Balekoğlu’ na da ayrıca teşekkür ederim. Bölümün en etkileyici iki sahnesinden biriydi. ( Diğeri Perran’ın sahnesi)
Önümüzdeki hafta Münir Baba’nın yaratacağı kriz yanında Hulusi Komiser’ in hikâyesini öğreneceğiz, sanırım. Onun da vakti gelmişti. Umarım Emel ve İlyas işinin de sonuçlandığı bölüm olur. Itır’ın sözde hamileliği birkaç bölüm daha sürebilir, bence sakıncası yok. Keyifle de izlerim.
Emeği geçen herkese teşekkürlerimle…