Erkenci Kuş 2. bölüm
Yazar: Sinem ÖZCAN
Erkenci Kuş, bende ilk bölümde edindiğim keyifli, rahat ve sıcak havasını ikinci bölümde de artırarak devam ettirdi. Geçen haftayı Sanem’in evde Can’a yakalanmasında bırakmıştık, ilk bölümden foyasının ortaya çıkacağını düşünmediğimden bir yalanla kendini kurtaracağını tahmin etmiş ve o yalanın ne olacağını beklemeye başlamıştım. Son anda Emre’nin ceketine koyduğu yüzük kutusunu hatırlayarak yalanını bunun üzerine kurguladı ve “Ben nişanlıyım” deyiverdi. Kuru temizlemeye gidip gelmiş ceketin cebinde o kutunun hâlâ nasıl durabildiğine şaşırsam da şimdilik detaycılığı bir yana bırakıp Sanem’in nişan yalanında durmak istiyorum.
Sanem, panik anında aklına ilk geleni yüzük kutusuyla birleştirip “nişan” yalanını ortaya attı ve anı kurtardı ama düşününce uzun süre devam ettirmesi çok da mümkün olmayan zayıf bir yalan bu. O yüzüğü Emre’ye geri vermesi gerekiyor bu bir; hadi, onu geçtim bir yandan “romantik albatros”unu ararken üstelik bunu da Can’a açıklamışken ikincisi de bir nişanlısının olması Can gibi uyanık bir adamın hemen dikkatini çekecek bir detaydı ki zaten Can, buna vurgu yaptı. İlerde Zebercet’i kolundan tutup “Aha da bu benim nişanlım!” diye Can’ın karşısına dikmeyecekse bu işi uzun sürdüremez gibi geliyor bana. (Zebercet’i olaya dahil etmek de Sanem için bile isteye başına yepyeni, dev bir bela almak olur o da ayrı mesele)
Can, henüz olup biteni kavrama ve duruma hâkim olma aşamasında. Bu hem şirket için hem Emre için hem de Sanem için geçerli. Onun kafasında taşlar yerli yerine oturmuş değil. Üstelik Sanem’in kafasını ve duygularını karıştırdığı da çok açık. Bu nedenle Sanem’in nişan yalanına çok takılmadığını düşünüyorum çünkü Sanem’in Can karşısında genel tavrı zaten dengesiz ve anlaşılmaz. Bunu da o dengesizliğin içinde bir yere oturtup zihninde bir köşeye atacaktır şimdilik ancak olaylar ilerlediğinde bir başka yalan ya da sır yakalarsa bununla birleştirir ve Sanem’in onun gözündeki güvenilirliği tehlikeye girmeye başlar. Bu hafta da bölüm finalinde, Can’a yakalanan bir Sanem görünce aklıma ilk gelen bu oldu. Umarım bu defa dürüstçe durumu açıklar ve yeni bir yalanla işleri karmaşıklaştırmaz.
Kendi güvenli bölgesinden hiç planlamadığı bir anda çıkıp içine düştüğü şirketteki karmaşa ve tabi ki Can’la yaşadıkları, Sanem’i kelimenin tam anlamıyla allak bullak etti. Onun sakarlığının da altında yaşadığı karmaşa var. Can, duygularını da aklını da karıştırıyor. Emre’den öğrendiği Can profili, kendi gördükleriyle örtüşmüyor bunun şaşkınlığı da onun saçmalamasına neden oluyor. Tek darbeyle üç ayrı konumdaki eşyayı devirebilme becerisine(!) sahip biri olarak sakarlığın ne olduğunu ve bir sakarın ne hissettiğini de çok iyi bilirim, belki de o nedenle diğer normal insanlara “abartılı” gibi gelen bu tavrı ben çok iyi anlıyorum. Dışarıdan “salak” gibi göründüğünüzü bilmenin getirdiği utanç; sürekli saçmalamanıza, saçmaladıkça da sakarlaşmanıza neden olur. Sanem’in doğal ve sıcak tavrı Can’ı yakaladı ancak bana kalırsa bunun altının iyi doldurulması lazım, Sanem’in şirin ve sakar kız profiline, ilk bölümde bize hissettirilen zekânın eklenmesi gerekli ve vurgu da yavaş yavaş buraya kaymalı bana sorarsanız. Çünkü Can tarzında bir adam, Sanem’in doğal ve sempatik tavrından etkilense de onu asıl, pratik ve kıvrak zekâsı çekecektir.
Geçen hafta Can’ın kişiliğine dair özelliklerin şimdilik flu bırakıldığından söz etmiştim. Bu bölüm onunla ilgili önemli bir bilgi edindik: Annesiyle ilgili bir sorunu var. Anneden uzak durmayı seçmiş ve bunu sürdürmekte kararlı görünüyor. Albatros kuşunun “yalnız” oluşuna ve “tek eşli olması” na bu defa Can aracılığıyla vurgu yapıldı. “Yalnız”lık boyutunun anneyle bağlantısı olacak gibi geliyor bana. Can’ın başını alıp gitmesi, “yarım saatte terk edemeyeceği” bir hayat yaşamaya yanaşmaması kısacası “bağımsız ve yalnız” olmayı seçmesi çok tipik bir “anne sendromu” gibi görünüyor, seçilmiş yalnızlıkların altında genellikle bir terk edilme korkusu yatar. Can’ın bağlanmama kararlığını da güvensizliğe dayandırmak istiyorum, ben. Sanırım onun bir zaafını görmek hoşuma gidecek çünkü şu ana kadar gördüğümüz Can Divit, fiziksel özellikleriyle de kıvrak zekâsı, duyarlılığı, yaratıcılığı ve yaşayışıyla da fazla “kusursuz” görünüyor. Bu mükemmelliği kırıp Can’ı derinleştirmek adına bir zaafının olması gerektiğine inanıyorum.
Divit kardeşlerin ilişkileri de bu bölüm benim gözümde biraz daha netleşti. Emre’nin Can’a tepkisinin altında sadece şirketin başına onun geçmiş olması yatmıyor, anlaşılan. Emre’ninki sıradan bir kardeş kıskançlığı mı henüz anlayamadım ama görünen o ki Emre’nin, Can’la derin bir sorunu var. Günlük hayatta bastırabildiği ama ilk fırsatta su yüzüne çıkan bir kıskançlık seziliyor. Yapıları birbirinden çok farklı iki kardeş onlar, anlayabildiğim. Emre bu farklılığı görmeden Can’la rekabet içinde olmayı seçmiş ki hatayı da tam bu noktada yapıyor. Aylin’le ilişkisine baktığımda da bunun altında büyük bir aşk hissedemedim. Aşktan çok Emre’nin babasına gizli baş kaldırışı gibi göründü, durum bana. Yıllarca babasına ve şirkete destek olan adamın beklediği ilgiyi görmemesinden kaynaklanan bir tepki onunki. Aylin’in hırsı ve zorlayıcılığı şu anda onu rahatsız etmiyor ama (ilk bölümde tam aksini düşünmüş olmama karşın) korkarım ki Emre de zamanla o yıpratıcı ilişkiden kaçıp Sanem’in sıcaklığına sığınmak isteyecek. Can’ın Sanem’e olan ilgisini fark ettiğinde de bu ona yeni bir rekabet şansı verir. Emre’nin zekâsı ve gücü hakkında hâlâ net fikrim yok, özünde abisini gerçekten seviyor mu yoksa büyük düşmanı mı onu da netleştiremedim. Can’a ne kadar ciddi bir engel olacak bekleyip göreceğiz.
Öykünün mahalle aksı, belli ki komedi unsurunu artırmak için kurgulanmış. Bu anlamda da işlevini yerine getiriyor ancak iki bölümdür dikkatimi çeken, bu kısmın öykünün merkezine bağlantısı zayıf. Sahne geçişlerinde kimi zaman iki ayrı dizi izliyor gibi hissettim. Bağlantının kopuk olması ve o sekansın biraz uzun tutulması biraz dağınıklığa yol açtı. Açıkçası Mevkıbe çok şirin bir karakter ama onun merkezinde dönen olayların fazlaca uzadığını düşünüyorum. Anlaşılan Mevkıbe, Zebercet, Nihat, Ayhan hatta Leyla birer tip olarak düşünülmüş ve pek derinleştirilmeyecekler, bu tercihe sesimi çıkarmam ama öyküye bağlantısının daha sağlam yapılmasını da arzu ederim.
Sanem’i, Emre’ye mecbur eden en önemli faktör onun babasının borcunu ödemesi oldu. Geçen hafta Halil’e parayı verip senedi de alan Sanem’i izlemiştik. Bu hafta Nihat, borcu için konuşmaya gittiğinde gerçeği öğrenir diye düşünmüştüm ama olmadı. Halil’in ortağı borcun ödendiğini bilmiyor mu yoksa kasten mi söylemedi orasını anlamadım ama Nihat’ın kredi bulmaya çalıştığını anladık. Sanırım bu para meselesiyle de bir çatışma yaratılacak. Ana öyküyle bağlantı belki de bu yolla kurulacak diye düşünüp bekliyorum.
Emre’nin Sanem’e “Abim şirketi satacak!” yalanını söylemesi, babasının borcu yüzünden çalışmaya mecbur olan Sanem’i hâliye ürküttü. Emre’yle zorunlu yakınlığı ve Can’ın onu allak bullak etmesi de durumu doğru kavrayamamasına neden oluyor. Ancak Sanem, Can’ı doğru değerlendirmeyi başardığı anda gerçek seçimini yapmak zorunda kalacak. Olaylar asıl o zaman çetrefilleşecek diye düşünüyorum. Bu ilişkide Can daha avantajlı olan taraf çünkü o “albatros”un kendisi olduğunu çözdü ve kendi duygularını anlama aşamasına geçti. Sanem’le ilgili kafasında soruları da olsa onu zorlamaya, köşeye sıkıştırmaya başlayacak. Ancak hayatından “bağlanma” kavramını bile isteye silip atmış olan Can, kendisini neyin beklediğini de biliyor gibi görünmüyor.
Kendi adıma öykünün girdiği yolu da atılan düğümleri de çatışmanın ilerleyişini de sevdim. İlişkiler giriftleştikçe, karakterler derinleştikçe çok daha keyifli olacak benim için. Erkenci Kuş’un ilk bölümü ortalama 6 reytingle listede yer almıştı. Bu hafta izlenme oranının daha da yükseldiğini gördüm. Üstelik de total, AB ve ABC gruplarının hepsinde oranlar birbirine çok yakındı bu da tüm izleyici grupları için beğeniyle izleniyor demek. Verilen emeklerin karşılığını bulmasına çok sevindim. Bütün ekibin emeklerine, yüreklerine sağlık.