YAZAR: Şehriban Simay DEMİR 

Ölüm öyle bir şeydir ki kapımıza geldiği an her şey önemini yitirir. Statünün, paranın, farklılıkların hiçbir değeri kalmaz. Geride kalan tüm dertler küçücük oluverir gözümüzde. Ortada ne bir amaç ne nefret ne de öfke bırakır. O an sadece ölüm acısı, kaybetme korkusu duruyordur çünkü tam önümüzde. Ölüm gerçeğinden başka her şey anlamını kaybeder. Zeynep bu duyguyla kıvranıyordu Mehdi’nin yaralandığını duyduğundan beri. Abisinden sonra bir kez daha çalmak üzereydi ölüm kapısını Zeynep’in. Bir sevdiğini daha almak için… Abisinden sonra “güvendiğim tek erkek” dediği Mehdi, tıpkı onun gibi ellerinin arasından kayıp gidebilirdi. Bir kez daha Mehdi’yi kaybetme korkusuyla baş başa kalmıştı.Zeynep bu acıyı da bu korkuyu da çok iyi biliyordu. O soğuk ama bir o kadar yakıcı acıyı taa küçücük yaşında tatmıştı. O yüzden hiç ayrılmadı hastaneden. Hiç gözünü kırpmadan uyumadan sabaha kadar bekledi çünkü onun yanından ayrılırsa Mehdi de onu bırakıp gidebilirdi, onu yalnızlıkla ve acıyla baş başa bırakarak tıpkı abisinin yaptığı gibi. Mehdi, Zeynep için sadece âşık olduğu adam değildi. O Zeynep’in dostu, sırdaşı, güvendiği tek erkekti. Koşulsuz sığınabileceği, onu ayakta tutan, merhamet dolu bir kalpti Zeynep’e göre. Sadece sevdiği adam değil, kaybettiği abisiydi aynı zamanda. İki tane olmasına rağmen gerçekten hiç sahip olamadığı babası gibiydi o. Şimdi bu kadar anlam yüklediği insan, onu sonsuza kadar kendinden mahrum bırakabilirdi. Bu çok zor Zeynep için, çok ağır bir bedel. Daha kavuşamadan ayrılan âşıklardı onlar Zeynep’in nazarında. Evet, Emine’nin dediği çok doğruydu. Zeynep’in etrafında çok seveni var ama onun Mehdi’nin sevgisine ihtiyacı var. “Ben senin yuvanım, ne olur beni kimsesiz bırakma!”derken bütün bunları haykırmıyor muydu aslında? Tüm benliğiyle “Benim sana ihtiyacım var!”diyordu o an orada Mehdi’ye.

Bu hayattaki en büyük pişmanlıklardan biri, söyleme imkânı varken içimizden geçenleri karşımızdakine söyleyememektir. Daha doğrusu bir daha asla istesek de söyleyemeyecek olmaktır. Zeynep daha önce  söyleyemediklerinin ve bir daha asla söyleyemeyecek olma ihtimalinin pişmanlığını yaşadı. Bazı anlar vardır, saliseler bile bir ömür gibi geçer. O an yaşanmışlıklar, mutlu anlar, acılar bir anda doluşur beynimize. Ben ne yaptım, pişmanlığı kalır geride. Keşkeleriyle baş başa kalır insan. Zeynep tam da bu noktadaydı bence. Hastane koridorlarında karmakarışık duygular içerisindeydi: Korku, üzüntü, vicdan azabı, pişmanlık… Zeynep’in o kadar çok pişmanlığı var ki Mehdi’yle ilgili: gözlerinin içine bakıp onu ne kadar çok sevdiğini söylememiş olmak; ihtiyacın olduğunda başını koyabilirsin,mutluyken sarılabilirsin dememiş olmak… En önemlisi de “Yalnız değilsin, ben varım.” cümlesini ondan esirgemiş olmak. Neyse ki Zeynep belki de hayatında ilk kez yaşanan bir olay karşısında kendisini suçlamadı. Suçlamasına fırsat verilmedi desek daha doğru olacak sanırım, Müjgan sağ olsun. Zeliha’nın ona desteği, Cemile’nin onu teselli etmesi buna en büyük sebepti bence. Zeynep’in “Ben bu ailenin bir parçasıyım.” hissiyatı o psikolojiden hemen çıkmasına yardımcı oldu.Yaşadıkları bu acı onları birbirine kenetledi. Aile olmanın değerini anladı, hissetti. İlk defa kalben, kendi isteğiyle Zeliha’ya “anne” demesi de bunun en önemli göstergesi zaten.

Benal’le karşılaşması bu arada tüm gerçeklerin de gün yüzüne çıkmasını sağladı. Gerçi zaten biliyordu bebeğin babasının Mehdi olduğunu. Yalnızca kendine itiraf edememişti. Ne var ki yoğun bakım kapısının önündeyken hiçbir önemi kalmıyordu bu gerçeğin. Franz Kafka’nın da dediği gibi “Ölümün olduğu bu dünya da hiçbir şey çok da ciddi değildir, aslında”. Onun için Mehdi’nin yaşamasından daha önemli bir şey yoktu o an. Zeynep’in tüm o sözleri, Benal için söylemediğini anlamak zor değil. Amaç ne onu rahatlatmak ne de haklı bulmaktı.Bebekti o konuşmanın öznesi. Tanıdığımız  Zeynep, bir çocuğun babasız büyümesine izin vermez, hele kendisi baba sevgisinden yoksun büyümüşken. Bu yüzden muhtemelen zamanı geldiğinde Zeynep, Mehdi’nin karar vermesini kolaylaştırmak için aradan çekilip gitmek isteyecektir. Bu noktada en büyük iş Mehdi’ye düşüyor. Onun “Ben çocuğuma babalık yaparım ama Benal’le değil sadece seninle aile olurum.” noktasında Zeynep’i ikna etmesi gerek. Ancak, Mehdi’nin kendisinden gizlenen bu gerçeği öğrenmesi ve yaşadığı travmanın getireceği sıkıntılar nedeniyle ne kadar sağduyulu düşünebileceği de belirsiz şu an için. 

Evlat meselesi sadece Zeynep için değil Mehdi için de çok önemli. O da Zeynep gibi kendisini seven insanlarla büyümüş, belki de ailenin göz bebeği olmuş ama babasızlığın getirdiği eksikliği de hep taşımış. Vakitsiz kaybettiği babanın boşluğunu annesinin de ablalarının da dolduramadığı gibi bu kayıp, Mehdi’nin erken yaşta “baba” rolüne soyunmasına da yol açmış. Mahalleye, yaldız ve Kibrit’e baba olan adamın sevmediği bir kadından da olsa kendi evladına babalık etmeyeceğini düşünemiyorum, ben. Burada kritik nokta Benal’in nasıl kontrole alınacağı bana göre. Mehdi, mantıksız ve fevri bir adam değil. Çocuğu kabullenmenin Benal’i kabullenmek demek olmadığını ilk şoku atlatır atlatmaz fark edecektir ancak Benal için çocuk, Mehdi’ye giden bilet olma özelliği kazanacak bir kez daha. Zeynep’i sevse de onunla kişisel bir problemi olmasa da Benal, çocuğuna hamile olduğu adamın kendi “hakkı” olduğu saçmalığından vazgeçmeyecektir. Bu anlamda ondan bir geri çekilme ve Zeynep’le Mehdi’nin ilişkisini bozmadan kendisinin ve çocuğunun da içinde bulunduğu doğru bir düzenlemeye razı olma, beklemiyorum açıkçası. Aksine Zeynep’e gerçeği söylemiş olmanın vicdan rahatlığını yaşayacak ve onun aradan çekilmesini bekleyecektir.

Benim asıl merak ettiğimse bu olayın tam merkezinde bulunan Cemile’nin tavrı. Kardeşini kaybetme kaygısı onda doğmamış yeğenine sahip çıkma güdüsü uyandırdı ama Mehdi’ye ve ailenin geri kalanına karşı onu zor günler bekliyor, artık. Cemile’nin Mehdi yetişirken onun üzerinde Müjgan kadar büyük emeği yok ama Mehdi’nin Müjgan’a göre daha aklı başında bulduğu ablası o. Onun bu hatası evde de dengeleri değiştirecek gibi görünüyor.

Bu hafta ne zamandır belirtileri görünmeye başlayan Zeliha – Mehdi – Müjgan üçgeninde büyük bir hesaplaşma yaşandı anne – kız arasında. Zeliha kocasıyla sorunlarını çocuklarına ödetmiş anladığımız kadarıyla. Kocasıyla ve kendi sorunlarıyla boğuşurken anneliğini devretmiş ve Mehdi’yi Müjgan’ın büyütmesini istemiş. Müjgan, bütün hayatını eve ve Mehdi’ye adamış. Onun ne okumasına ne de bir yuva kurmasına izin verilmiş. Zeliha’dan çok anne olmuş Mehdi’ye. Evet, Müjgan oğlu gibi seviyor Mehdi’yi. Böyle büyümüş, böyle bellemiş çünkü ama bu yanlış sevgi, Müjgan’ın değil, Zeliha’nın suçu.  Zeliha, şimdi Mehdi’ye bir yuva kurarak kendince yaptıklarını düzeltmeye çalışıyor gördüğümüz kadarıyla. Ne yazık ki Müjgan’a yaşattığı hayatın hiçbir telafisi yok ve bu noktada yapılan hatalarla geleceği elinden alınan Müjgan haklı. Müjgan, Zeynep’i tanıdığından beri ona karşı çok katı. Onun Mehdi’yi hak etmediğini düşünüyor ve kendince Zeynep’i kıskanıyor. Onun bu kıskançlığını görünce peki ama neden Benal’i de kıskanmadı zamanında  o da Mehdi’yle birlikteydi, sorusu geliyor akıllara. Cevabı basit: Mehdi, Benal’i hiç sevmedi dolayısıyla Müjgan için bir tehlike oluşturmuyordu, ona göre. Bunu düşünerek planlayarak algılamadı elbette Müjgan ama kardeşine aşırı düşkün bir abla olarak kardeşinin duygularını sezmesi ve kendine de ona göre bir duruş belirlemesi çok doğal oysa Zeynep’i gördüğü anda Mehdi’nin ona âşık olabileceğini ve kendi yerinin tehlikeye girebileceğini hissetti ve  Mehdi’nin bir başkasını ondan daha çok sevme fikrine deliriyor. Burada Zeynep sadece bir isim. Bu kişinin kim olduğu hiç fark etmez. Bu kardeşi Cemile de olabilir, annesi de çünkü Mehdi onun için sadece kardeş değil aynı zamanda oğlu, babası ve hatta erkek arkadaşı. Yani yaşayamadığı tüm duyguların karşılığı. Şimdi hem Zeynep hem de Zeliha bu hakkını elinden alıyorlar ona göre. İşte Müjgan’ın tüm asabiyetinin, delirmelerinin sebebi bu. Ne yazık ki Mehdi, Müjgan’daki yerinin bu denli büyük olduğunun farkında bile değil. Aslında Müjgan da sadece sevilmek istiyor bana kalırsa. Hatırlarsanız banyonun önünde Zeynep’in “Çok güzelsin” iltifatıyla bile hemen yumuşayıp ona karşı gardını indirmişti. Yani sevilmeye, ilgiye ve kendini değerli hissetmeye ihtiyacı var. Her daim evde kalmış kız ve evin hizmetçisi muamelesi gören bir evladın da bunu beklemeye hakkı.

Baştan beri Nermin ve Sakine’ye göre çok doğru bir anne profili çizen Zeliha’nın da kayınvalideliği değil ama anneliği kusursuz değilmiş, öğrendik. Kızının birini evlendirmeyip “evin annesi” yapan, diğerinin de muhtemelen yanlış bir evlilik yapmasına neden olan Zeliha; Mehdi konusunda da çok büyük hatalar yapmış vaktiyle. Babası gibi olmasından korktuğu için oğlundan şefkati ve sıcaklığı esirgeyip onunla arasına mesafe koymuş ve şimdi bu hatasını telafi etme çabası içine girmiş görünüyor. Her insan hata yapar elbette ama annenin hatasının bedelini çocukları öder. Bu noktada Mehdi’nin bugünkü güvensizliklerinin nedeninin de annesi olduğunu görmeye başladık.

Mehdi uyandı ve Zeynep şimdi büyük bir sır ile baş başa. Birbirlerinden hiçbir şey gizlemeyeceklerine söz vermişlerdi. Oysa şimdi aralarına Mehdi’nin de bilmeye hakkı olan bir sır girdi. Zeynep gerçeği söyler mi söylemez mi bilemiyoruz ama bunun daha fazla saklı kalmayacağı aşikâr.

Zeynep’in de dediği gibi “Ömür kısa, zaman zalim.” ve hepimiz biliyoruz ki giden, geri gelmiyor. Sevdiğimiz herkesin değerini onları kaybetmeden bilip ona göre davranmamız dileğiyle.

Haftaya görüşmek üzere…

Related Article

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

2 Comments

  1. Semih Pulatoğlu 15 Mart 2020

    Şehriban hanımın yazdıkları mutlaka değerli ama bir şanssızlığı var. Sinem Özcan'ın Erkenci Kuş yorumlarını okuduk biz burada. Bir dizinin çekildiği ortamın ruhunu bile içine alarak yaptığı yorumlar, oyuncuların ruh hali ve duygularına varana kadar ayrıntıları ile sahneyi seyredene yaşatması ve oyunculukları hakkında duygu analizleri, pes dedirtmişti okurken... Bir dizi, bir sahne, bir oyun ve oyunculuk yetenekleri böyle nasıl yorumlanır diye zevkle ve hayranlıkla okudum Sinem hanımın yazdıklarını. Hatta diziyi iple çekenlerin sabırsızlığı ile yazıları da o heyecanla okudum vallahi. Onun gözünden Can Yaman ve Demet Özdemir'i okumak, ekranda seyretmenin dışında ayrı bir zevkti. Şimdi bu dizinin sahnelerini bir de Sinem hanımın gözünden okumayı çok isterdim. Evet, Şehriban hanım da yazıyor kendi üslubunca ama o duygular ve o ruh maalesef yok. Şehriban hanım, kusura bakmasın sakın, seyrettiğim sahneyi tekrar getiriyor gözümün önüne sadece, ama Sinem hanım o sahnenin içine girip, beni de elimden tutarak yanına alıp gezdiriyordu o alemde. Romantik komedi ötesinde dram konusunda da çok başarılı bulduğum Demet Özdemir'i Sinem Özcan'ın gözüyle de okumayı çok isterdim. Yaklaşık 35-40 yıldır böyle rolün içine girip yaşayan ve yaşatan bir oyunculuk görmemiştim. Demet Özdemir gibi üstün yetenekli bir oyuncuyu Sinem Özcan gibi birileri bize devamlı anlatsın bir yerlerde... Hepinizin yüreğine sağlık ...

    1. ❄️ŞEYMA ❄️ 15 Mart 2020

      Merhabalar. Öncelikle ilginiz ve iltifatlarınız için çok teşekkür ederiz. Bu güzel yorumunuz bizi ziyadesiyle mutlu etti. Sinem hanım sitemizin kurucusu ve hepimizin hocasıdır. Yani hepimiz onun elinde öğrendik bu işi. Kendisi yazmayı bırakmadı fakat son zamanlarda aşırı yoğun bir döneme girdi. Yazmakta olduğu diziye bile ara vermek durumunda kaldı. Ancak hala her yazımız onun denetiminden geçerek yayınlanıyor. Simay(Şehriban) hanım da bu işte çok yeni. Daha uzun bir yolu var. Onun her yazısı Sinem hanımın denetiminden geçiyor. Zaman ilerledikçe o da Sinem hanım kadar deneyim kazanacaktır diye umuyoruz. Bir kez daha ilginiz için, bu güzel sözleriniz için teşekkür ederiz 🙏 İyi ve mutlu bir akşam diliyoruz size.