CAN YAMAN
Yazar: Sinem ÖZCAN
“Ezberbozanlar”ın ilk yazısı elbette ona ayrılacaktı. Hem de hiç düşünmeksizin hiç tereddüt etmeksizin… Niye mi? Bozulan, benim ezberim çünkü.
Yerli dizileri adam gibi izlemeye başladığım günden beri iki şeye odaklanırım: Yazılan senaryoya, onu canlandıran oyuncuya… Her zaman da ilki olmazsa olmazımdır. Çok beğendiğim bir oyuncu bile olsa metin kötüyse “üzgünüm!” der kalkarım ekran başından.
İkincisinde de ölçüm net. Tiyatro kökenli oyuncular tercihimdir olmadı tiyatro eğitimi almış olmalı. Modellikten, popülizmin herhangi bir odağından fırlayıp gelenler değil. Rolü değil kendini büyüteni sevmem, kendini sergileyenden haz etmem; tekniği, duruşu olmayanla işim olmaz. Bana göre oyuncu, tiyatro ocağından geçmedi mi rolü taşımayı beceremez, teknik edinemez (– di). Kimse alınıp gücenmesin ben özel tiyatro kurslarının, atölyelerinin hatta özel konservatuarların çoğunun da doğru dürüst oyuncu yetiştirdiğine inanmıyorum.
Eh, ölçütler bunlar olunca bilhassa genç jenerasyondan ( yaş 20 – 30 aralığını kast ediyorum) hayranlıkla izleyeceğim, peşine takılıp “Ne yapmış acaba?” diyeceğim oyuncu da yoktu. İzlenebilir bulduklarım var elbet, hatta izlerken takdir ettiklerim de. Ama oyunculuk macerasında attığı adımı takip edeceğim, imzasını gördüğüm işe koşa koşa peşinden gideceğim isim olmamıştı, henüz.
Sonra bir gün, tamamen tesadüfen, kanaldan kanala gezerken rastladığım bir dizide fark ettim Can Yaman’ı. Basit, sıradan bir sahnede alabildiğine doğal ve doğru bir oyunculuk gördüm. Kumandayı bıraktım elimden ve bitirdim bölümü. Ardından kimmiş, neyin nesiymiş araştırması yapmak gerekti. Adını bile bilmediğim bir oyuncu beni ekran karşısında tuttuysa merakı hak eder, diye düşündüm. Baktım, tiyatro kökenli değil, bildiğimiz anlamda bir oyunculuk tekniği de yok ama bir şey var… O an adını koyamadığım ve acaba tesadüfen mi yakaladı diye düşündüğüm bir enerji.
Bulduğum ilk fırsatta o akşam beni ekrana kilitleyen dizinin (İnadına Aşk) eski bölümlerini art arda izledim. Beni benden alan bir senaryo ve ilk etkisini sürdüren Can Yaman oyunculuğu, beni İnadına Aşk müdavimi yaptı. Dizinin özellikle 20. bölümünden itibaren de ben ekranlarda bambaşka bir Can Yaman izler oldum ve oturup düşünmeye başladım. İlk izlediğimde adını koyamadığım “şey”i isimlendirmek üzere düşünmeye ve o odakla izlemeye başladım.
“Oyunculuk bir sanat ve sanatın bütün dalları gibi de yetenek gerektiriyor ancaaaakkkk ham yetenek işe yaramadığı gibi işlense de tek başına yeterli değil. Her işin kendince bir matematiği var ve matematik devreye girince ön koşul: zekâ… Sanatçı zeki değilse istediğiniz kadar eğitin, istediğiniz kadar yetenekli olsun sonuç hüsran…
Zekâya sahip olmak da yetmiyor. Konu oyunculuksa gözlem yeteneği, neden – sonuç ilişkisi kurabilme gücü yani muhakeme ve çalışma gerektiriyor. Tiyatro eğitimi işte burada girer devreye. Yeteneği ölçer, öyle alır oyuncuyu; ardından teknik verir ve çok çalıştırır. Tiyatro sahnesi spontanedir. Yeri gelir doğaçlama gerektirir, yeri gelir karşındakinin açığını kapama ister, yeri gelir izleyicinin o anki atmosferine göre renk değiştirmek icap eder ve uygun tonu bulabilmek için çok hızlı muhakeme gerekir; özetle kıvraklık şarttır bu da ancak keskin zekâ sayesinde hakkıyla yapılabilir. Ondandır tiyatronun büyük sanatçılar çıkarması. “ Yıllar yılı ezberim işte, buydu benim.
Ee ama şimdi?.. Karşımda tiyatro geçmişi ve eğitimi olmayan bir genç adam var ve bütün bunları ekrandan iletiyor bana… Yani bizim ezber bozuldu… Peki, ne oldu da doğru bildiklerimi altüst etti? Cevap, “ezber”in içinde saklı aslında.
Bir kere belli ki çok zekiydi, ikincisi aldığı eğitim özünde var olan muhakeme yeteneğini alabildiğine açmıştı, üçüncüsü sağlam gözlem yapıyordu. Etrafınızı onları gözlediğinizi sezdirmeden (sezdirirseniz karşınızdakiler oynar çünkü) incelemek de beceri ister. Kendinizi geri çekmelisiniz, küçük ipuçlarını hafızanızda biriktirip zinciri tamamlamalısınız ve “ben sizi izliyorum” duygusu uyandırmadan daima algınızı açık tutmalısınız. Depoladığınız verileri anlamlandırmak için de zekâ yanında empati yeteneği ve derinliğe ihtiyacınız var. Haaa, söylemeye bile gerek yok bir de çok çalışkan olmalısınız.
Ulaştığım sonuç beni başka bir yere götürdü, elbette: demek ki bu üç unsura sahipseniz tekniğinizi de kendiniz oluşturabiliyorsunuz, eğitim olmadan da işin içinde pişebiliyorsunuz. Tamamı 32 bölüm olan dizinin 20. bölümünden itibaren kendi çizgisini yaratmış, her hafta üstüne bir şeyler ekleyen bir genç adam izledim ben. İnadına Aşk, bittiğinde “Ben Can Yaman oyunculuğunun peşinden giderim, arkadaş!” kararı almıştım çoktan.
Kısa süre sonra bir başka dizide onun bir başka yüzüne tanık oldum. İnadına Aşk’ın aksine bu kez ince ince işlenmiş bir tipleme yoktu elinde. Boşlukları, çelişkileri olan bir karakterdi, Hangimiz Sevmedik’in Tarık’ı. Yani işi çok daha güçtü. Belirsizliğin içinden Tarık’ı çekip alması gerekiyordu. Aldı da… Ona yazılmamış detayları eklemesi gerekiyordu, ekledi. Karakter fazlasıyla iki boyutluydu, kendi derinliğini koyup Tarık’ı karikatür bir tipleme olmaktan korudu. Üstelik bunu, bazen bir iki sahnede yapmak zorundaydı ve yaptı.
Üstüne üstlük oyunculuk geçmişi sadece üç diziydi Can Yaman’ın; yani hepi topu üç karakter… Bu üç kimliği öyle net ayırdı ki birbirinden, ne Yalın’da Bedir’den iz; ne Tarık’ta Yalın kıyafeti kalmıştı. Mimikler, jestler, beden dili kısacası duruşu daima Bedir oldu, Yalın oldu ya da Tarık oldu ama birbirine hiç benzemedi. Televizyon röportajlarını izlediğimde fark ettim ki o birbirine benzemeyen karakterler Can Yaman’a da benzemiyordu. Kendini alabildiğine soymuş, karakterin tenini geçirmişti üstüne.
Diyeceksiniz ki bana “Ne yani hep mi mükemmel Can Yaman? Hiç mi aksamaz, hiç mi yanlış yapmaz?” Elbette mükemmel değil, “mükemmel” damgasını kendinize ya da karşınızdakine vuruyorsanız gelişimi de o anda bitirdiniz demektir. Ortaya çıkandan daha iyisini yapabilir mi? Elbette yapabilir, kendini bu gözle değerlendirdiğine de yüzde yüz inanıyorum ben. Yanlışları yok mu, mutlaka vardır. (Vardır diyorum zira ben onu kusur aramak için izlemiyorum.)
Peki, o hâlde niye olumlu yanlarının altını çizip hatayı, eksiği, yanlışı dile getirmiyorum çünkü onun buna ihtiyacı yok. Bütün kalbimle inanıyorum ki Can Yaman’ın en acımasız eleştirmeni yine Can Yaman. Mükemmeliyetçi insanların en katı oldukları varlık kendileridir. O kendini mikroskop altına yatırmışken bana laf düşmez diye düşünüyorum.
Ben, Can Yaman’ın kendi başına yarattığı Can Yaman oyunculuğunu yürekten takdir ediyorum. Klasik anlamda bir fan, bir hayran değil, sadece sonuna kadar destekçisiyim. Bundan sonra da ekranlarda, beyaz perdede ya da belki bir gün tiyatro sahnesinde her yarattığı karakteri hep o ilk günün coşkusu ve hayranlığıyla izleyeceğim.
Şimdi yeni bir ezberim var: Can Yaman, benim “kategori dışı” ismimdir. Artık “en” sıralaması yaptığımda onu bir yana ayırıp başlatıyorum listeyi, aksi takdirde her sıralama ikinciyle başlayacak. Bir başka oyuncunun herhangi bir sahnesine, bir mimiğine, duyguyu geçirişine “çok iyi” dediğimde onun alt metni “Can’dan sonra çok iyi” demektir, benim için. Bayıldığım her karakteri bence Can oynamalı, çok sevdiğim her senaryoda da ona bir yer olmalı (yoksa da itinayla beynim bir karakter ekleyiverir).
Onu izlediğim ilk günü hep “iyi ki…” diye anıyorum çünkü o, bana yeni bir ölçüt kazandırdı. Yolarımızın tesadüfen kesiştiği Can Yaman’ın oyunculuk macerası, benim sadece ezberimi bozmakla kalmadı; “Senaryo kötüyse en bayıldığım oyuncuyu bile izlemem!” önyargımı da alaşağı etti. İşte bu sebepledir ki ilk “ezber bozan” yazısı da onun için olsun istedim.
Umarım yıllar boyu hep aynı keyifle onu alkışlamak nasip olur. İyi ki değdin hayatıma, Can Yaman.