Biz Birlikte Çok Güçlüyüz ( Kurşun,5. bölüm)
Yazar: Şeyma BULUT
Yalnız insanlar çok güçlüdür, derler. Kimse size ihanet etmeyeceği için gideceğin noktaya daha kolay ulaşacağın söylenir. Bence bu söylem bazı zamanlar da işe yarasa da öyle bir durum çıkar ki karşınıza, ne kadar güçlü olursanız olun başarmanız imkânsızdır. Orhan’ın çıktığı yol gibi. Orhan çok güçlü de olsa hedefindekileri tek başına başarabilmesi mümkün değil. Tabii endişe edecek bir şey yok, hem Leyla hem Bünyamin ve hem de diğerleri bu savaşta Orhan’ın yanındalar. Biriyle bir yolculuğa çıkmak için hazırlanıyorsanız yanınıza almanız gereken üç şey olmalıdır: Güven, cesaret ve bağlılık. Her ne kadar karşı taraf özellikle Kerim Paşa istediğini elde etmek için oldukça kirli oynuyor olsalar da onlarda bu özellikler fazlasıyla var. Orhan ve ona inanların bunlara hazırlıklı olması ve bu oyunu kurarken her adımlarını hesaplamaları gerekmekte. Aksi takdirde hepsi çok ağır bedeller ödeyecekler.
İnsanın düşmanı bile şerefli olmalı, derler. Onur sahibi bir hasımla savaş bile erdemlidir. Düşmanınız Kerim Paşa gibi amaca giden yolda her şey mubahtır diyerek her türlü pisliği yapacak tıynette bir adamsa o zaman Orhan’a da her yol mubah olmalı. Orhan uzun zamandır aradığı Kerim Paşa’yı karşısında gördüğünde hem sinirlendi hem de düşmanını tanımış oldu. Kanuni Sultan Süleyman “Hasmını asla küçümseme, bir karınca bile olsa bir arslan varmış gibi hazırlan savaşa işte o vakit zafer bizimdir” demiş. Kerim Paşa gibi insanlar her zaman karşısındakini küçümsemeye, hor görmeye meyillidir. Kerim Paşa da gücü elde bulundurmanın getirdiği egoyla Orhan’ı küçümsedi, onun karşısına çıktı ve düşmanının kendisini tanımasını sağladı. Halbuki onun gibi gizliliği en büyük kuvveti olan bir insandan beklenmeyecek bir hataydı bu. Kibir ve ego insanın ruhunu zehirleyen iki büyük hayvandır. Sen onlara hükmedemezsen onlar sana hükmeder. Kerim Paşa da Nuri Kargı da bu iki büyük hayvanın kontrolü altındalar. Orhan’sa onlar karşısında bir atmaca gibi atik ve atak davranırken akıllıca yöntemlerle saldırıyor düşmanlarına. İstanbul’un bu iki karanlık adamına tüm bu olanlar oyun gibi gelse de aslında Orhan ne yaptığını söyledi: Ben oyun oynamıyorum, avlanıyorum.
Onun çıktığı bu avın zorlu geçeceğini biliyorduk elbette ki. Ne kadar pis geçeceğiniyse yeni yeni görebiliyoruz. Düşmanları böylesine kötü ve acımasızken tek başına bu savaşı da kazanması mümkün değildi. Hele ki etrafında Rıfat gibi hainler varken. Orhan’ın yanında da elbette birçok insan var ancak en önemlileri hiç şüphesiz ki Bünyamin ve Leyla. Bünyamin’in varlığının özellikle çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bir zamanlar “Oflu Cellat” namıyla tüm İstanbul’u titreten kabadayı, bugün şehrin kanını emenlerle girdiği mücadelede Orhan’ın yanında. Ben önceleri bunun, babasına duyduğu minnetle alakalı olduğunu sanıyordum. Bu hafta anladım ki Orhan’ı oğlu gibi görüyor, seviyor ve ona kol kanat geriyor ve bunu da saklamıyor kesinlikle. “Sen babanı kaybettin, ben bir evlat kazandım” diyerek her zaman seninleyim mesajını net verdi. Zaten Orhan’ın tuzağa düşürülmesinden sonra anında ava dahil olması, onun için tüm bağlantılarını kullanarak ona yeni kapılar açması da bundan. Kerim Paşa ve Nuri Kargı ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar fark etmez. Orhan’ın yanındakiler çok güçlü ve kazansalar da kaybetseler de birbirlerinin yanında olmaktan vazgeçmeyecek yürekte insanlar.
Bu kedi fare oyununda tabii ki Orhan’ın canına can olan bir tek Bünyamin değil. Leyla da aklında şüpheleri olsa da onun yanında. Leyla, Nuri’nin de etkisiyle Orhan’ın kendisinden sır gibi sakladığı acı gerçekleri öğrendi. Öğrenmesiyle acaba aralarında uçurumlar oluşur mu diye düşünürken her ne olursa olsun Orhan’a istemeden de olsa bağlanan Leyla, onun yanında olmayı tercih etti. Orhan ona korkma, gel o uçurumdan birlikte düşelim derken açıkça ilanı aşk etti. Seni yanımda istiyorum, sana ihtiyacım var, demedi belki ama yanımda ol dedi, beni yalnız bırakma ben seni asla bırakmayacağım dedi; Leyla’nın yüreğindeki korkuları görür gibi. Hayatı boyunca güvenmekten kaçan, yalnızlığı sayesinde hayatta kalmayı başaran Leyla, belki de ilk defa birine güvendi ve o uçurumdan Orhan’la birlikte atladı aşağıya; sakladığı sırlar ne olursa olsun hem de. Aşk sevgiyi, güveni ve pek tabii ki anlayışı beraberinde getirir, zaten. Üstelik hain bir babanın insanın omuzlarına yüklediği yükü ondan iyi kim anlayabilir ki?
Geçen haftaki yazımda şartlar olgunlaştığında Leyla’nın bir tercih yapacağını ve bu tercihinin de sonuna kadar inandığı Orhan olacağını söylemiştim. Leyla, Nuri’nin kendisini Orhan’dan koparmak için çevirdiği dolaplara rağmen kalbinin sesini dinledi. İlk başlarda biraz şüpheleri oluşsa da Nuri’nin ona her köşe başında yalan söylemesi ve her defasında onu aldatmasından dolayı Leyla, babasına inanmamayı tercih etti. Leyla’nın bu andan sonra ne kadar istese de babasına bir daha güvenmesi çok zor ve hatta imkânsız. Nasıl güvensin ki ? Belki Nuri her şeyi kızı için yaptı ve yapmaya devam ediyor ama Leyla’nın penceresinden baktığında o, güç ve para için kendisini ve annesini sonsuz bir yalnızlığa hapseden bir adam sadece. Her ne kadar Orhan’ın oyununa dahil olsa da babasından bunu mükemmelen sakladı ve İstanbul Boğası’nın karşısında çıkardığı oyun muazzamdı. Bir yandan sevdiği adamı katil sıfatıyla gazetelere taşırken diğer yandan babasını da kullanmaktan çekinmedi. Taraf olmayan bertaraf olur ilkesine uyarak Leyla da safını belirledi.Belki o, bu oyundaki küçük bir karınca ancak taşıdığı su damlasıyla Orhan’ın safında yer aldı ve savaşa hazır. Onlar ya bu düzeni bozacaklar ya da düzen onları yok edecek, başka çaresi yok maalesef.
Geri dönüşü olmayan savaş, an itibariyle başladı. Kerim Paşa ve Nuri Kargı, Orhan’ı oyun dışı bırakarak onu şerefi ve mesleği ile vurmak için harekete geçerken bir an bile düşünmediler. Eğer düşmanını açığa çıkarmak ve hata yapmaya zorlamak istiyorsan kaybetmiş gibi görün ve öldürücü darbeyi müttefiklerine beklemediği anda ve yerden vur. Kibir ve egodan bahsederken bir şeyi atlamışım, o da zekâ. O iki duygu seni öylesine kör eder ki kafanın bile çalışmasını engeller. Orhan zekâsıyla kurduğu oyunla kazandı. Kerim Paşa’nın müttefiklerinin aksine Orhan’ın canları, güç ve para için değil doğru olanı yapma arzusuyla yanan insanlar. Bu yüzden de Kerim Paşa’yı avlaması zor olmadı. Orhan sadece belirli bir yerden bastırdı, gerisini Kerim’in kibri halletti. Bu büyük savaşta ilk raunt Kurşun Orhan’ın! Ancak önümüzde daha çok cephe var. Galibi kim olur, bilmiyorum ancak benim safım belli tabii ki.
Final sahnesinde Kerim Paşa’nın ikinci oyununu da görmüş olduk: Vural. Gülce, Orhan’a vicdan borcundan dolayı kendisine verilen emri yerine getirmedi ve cezalandırıldı. Vural da artık bir “Hasan”. Doğruyu yapmak bazen insana bedeller ödetir. Gülce hayatında ilk defa doğruyu yapmanın hazzını yaşayamadan çok büyük bir acıyla karşı karşıya kaldı. Kendisine kurulan oyunu göremiyor, sevdiğim adam dediği insanın en başından beri onların arasında olduğunu da bilmiyor. Korkularla ve anlık yaşadığı için de bunun ayırdına varması çok zor. Gülce bundan sonra ne yapar bilmiyorum ancak Orhan ve Leyla’yı birlikte gördükçe kendi yalnızlığına kızabilir düşüncesinden de kurtulamıyorum. O zaten yalnız bir anne, bir tek sevdiği adama tutunmuş şimdi de onu Orhan ve Leyla’nın mutluluğuna kurban verdiğini düşünüyor: “Siz birlikte olasınız diye mi ben bu acıyı yaşıyorum.” diyen Gülce’nin bundan sonraki tavrı ne olur bilmiyorum ama içime iyi şeyler doğmadığı kesin.
Kurşun’da bu hafta iç içe iki dizi izlediğimi düşündüm. Dizinin ilk yarısında itiraf etmem gerekirse uyuyacaktım. Hiçbir hareket veya insanı çekecek bir ayrıntı yoktu. Olağandan da düz bir şekilde ilerledi ancak ikinci yarısıyla şaha kalktığını söyleyebilirim. Diziye aniden gelen hareketlenme, ilk bölümde izlenen her şeyin tam tersine çevrilmesi güzel bir manevraydı. Bir ara aynı kalemden mi çıktı, tüm bölüm diye düşünmeden edemedim.
Yazan, çeken, oynayan ve kamera arkasında büyük emeklerle bize bu bölümü hazırlayan ekibin yüreğine sağlık. Yazıma Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bu güzel dizeleriyle son veriyorum. Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Ağaçlar bükmesinler n’olursun boyunlarını
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum