Beni Affeder Misin? (Sefirin Kızı,22.bölüm)
YAZAR:Şeyma BULUT
Bu hafta Sefirin Kızı bittiğinde kafamda iki kavram vardı: Korku ve düşmanlık. Bu iki durumun insana neler yapabileceğini düşündüm. Söylemesi kolay olsa da yaşamasının çok zor olduğunu düşündüğüm kavramlar bunlar. Bu iki duygu bir araya geldiğindeyse insana doğru ve yanlış arasında seçim yapabilme ayrımından yoksun bırakabilir, tıpkı Sancar’da olduğu gibi.
Geçtiğimiz haftaki yazımda Sancar’la ilgili sıkıntılarımı uzun uzun dile getirmiştim. Bana doğru gelmeyenleri teker teker anlattığım için bu hafta yeniden üstünden geçmeyeceğim ancak tabii ki bir şey de söylemem gerekiyor.
“Sen gidersen ben çok kötü bir insan olurum!” diyen Sancar Efe bu haftanın açılış sahnesiyle aslında kötü olmaya karar verdiğinde yapacaklarının sınırının olmadığını da gösterdi. Geçtiğimiz haftaki yazımda günlük meselesine değinmek bile istemiyorum, demiştim çünkü hâlâ bir umudum vardı. Belki diyordum, belki kullanmaz. Açıkça söyleyeyim arkadaşlar ben bu yaptıklarını asla ama asla onaylamıyorum Sancar’ın. Anlıyor muyum? Evet sonuna kadar anlıyorum ama yine de yapmaması gerekirdi diye düşünüyorum, üzgünüm. Peki Sancar neden böyle yaptı? Asıl irdelememiz gereken bu bence ve cevabı çok basit: Korkuyor. Sancar, Melek de bir zamanlar Nare’nin gittiği gibi uçup gidecek diye öyle korkuyor ki yaptığının doğru mu yanlış mı olduğunu bile sorgulayacak vaziyette değil. Tek bir amacı var o da bu gidişi durdurmak, o kadar. Eşyanın doğası kanununu bilir misiniz? Hedefe giden yolda her şey mubahtır anlayışını taşır. Sancar’ın yaptığı da bu. Onların gitmesini engelleyecek ve bunu neye mal oluyorsa öyle yapacak fakat ne yazık ki yanlış üstüne yanlış yapmaya devam ediyor. Nare onu maziden dolayı asla affedemiyordu. Ona inanmamasını hazmedemiyor bu sebeple de affedemiyordu ya, Sancar o mazinin üzerine bugün de yaktı canını. Hem de bu sefer öyle bilmeden falan değildi bu. Kendi sebep olduğu acılarla vurdu Nare’sini. Daha o hesap kapanmamışken bir de şimdi böylesine bir hamle yapması onu eskisinden çok da zor bir duruma soktu sadece henüz farkında değil.
Nare günlüğü okurken ve sonrasında “Beni çırılçıplak soydun ve meydana attın!” dediğinde Sancar’ın gözlerinde gördüğüm ne yaptım ben, farkındalığıydı. Aslında bunların hiçbirini yapmak istediğini sanmıyorum ama içindeki duygular o kadar yoğun ki ölçüp biçemiyor hareketlerini. O günlükleri okumamış mesela ve bence aslında bu iyi bir hareket. Onun özeline saygı duymuş ancak bunu mahkemeye sunarak doğru davranışını yine yok etti ve Nare’nin kalbinde Sancar’ın hanesine koca bir eksiyi daha kendi elleriyle yazmış oldu.
Sancar, düz bir adam. Yaptığı eylemi sorgulayan, sonrasında ne olur diye düşünerek hareket eden biri değil. Dosdoğru yaşıyor. Kızıyor mu? Gerekirse sevdiklerini de yakarak gösteriyor bunu. Acı mı çekiyor? Küçük bir oğlan çocuğu gibi ahırın içinde yere kıvrılarak içine akıtıyor göz yaşlarını. Öfkesine yenildiği anlarda her şeyi yapabilir ve hatta bence yaptığına kendi bile şaşırabilir. Duygularının olması onu kötü bir insan yapmaz ancak kaybetmesinin de önüne geçemez. Sancar’ın en büyük kusuru empati yapmama özelliği aslında. O belgeyi Nare’nin önüne koyup hedef şaşırtmaya çalışırken sevdiği kadının da onu zayıf noktasından vurarak ailesiyle karşılık vereceğini düşünemedi. Şimdi kızı için o günlükleri ortaya sürdü, Nare’nin canını yaktığı için üzüldü belki ama bu yaptığının Nare’nin ruhuna neler yapacağını da düşünemedi çünkü Sancar kendi duygularıyla boğuşurken karşısındakini göremiyor. Bunu da bilinçli yapmıyor aslında, yapısından kaynaklanan bir şey bu. Sancar ne yazık ki bu hataları bir tek Nare’yle yapmadı. Gediz’le de aynısını yapmış bulundu ve gözden kaçırdığıysa şu: Gediz, Nare değil! Nare ona bir noktada kıyamaz ama eski dostunun bu şekilde kuralları yok. Yakar, yıkar ve bunu da gözünü kırpmadan yapar.
Sancar’ın mahkeme öncesindeki hamlesini ilk bakışta anlamlandıramamıştım aslında. Önce olayın sadece Nare olduğunu düşündüm ama ben bu meselenin o kadar basit olduğunu da sanmıyorum. Sancar’ı tam anlamak için onun çocukluk yıllarına iyice bakmamız gerekiyor bence. Gediz’in babasının, Nare’yle ilgili “Senin dengin değil!” sözleriyle beynimde bir ışık yandı. Her ne kadar şimdi çok zengin ve güçlü olsa da bence ruhunda bir yerlerde bu ezilmişliği hâlâ taşıyor Sancar. O sözleri yutup dost olsalar da seneler önce Nare’ye denk gösterilen Gediz’in, sevdiğine âşık olması o eski duyguları da olduğu yerden çıkardı. Hem dostunun ihaneti hem de bir zamanlar Nare’ye denk gösterilmesinin acısı da bu şekilde vücut buldu ve Gediz’i en zayıf noktasından vurdu. Şimdi burada Sancar’a kızıp Gediz’i aklayamam. Sancar’ın mahkemede yaptığı ne kadar yanlışsa Gediz’in bir zamanlar ablasını kaçırıp bir yere tıkan Kahraman’la işbirliği de o kadar yanlış bence. Onu da anlıyorum. Sancar onu yaralarından vurdu o da aynı şekilde karşılık vermek istiyor. Ayrıca tek hedefi Melek de değil. Onu ait olduğu yere geri göndermek gibi bir takıntı geliştirdi. Haftalardır “Yarıcının oğlu ait olduğu yere dönecek!” deyip duruyordu ve bunun da ilk adımını atmış oldu. Kahraman’la işbirliği yapmadan önce de Melek kozuyla Nare’yi yanına da çekti, gitmesine göz yumarken onun Sancar gibi korkularının olmadığını da görmüş olduk. O da âşık elbette fakat Sancar’ın hamlesinin ardından Nare ikinci plana geçti ve Sancar’ı kendince bitirme operasyonu için düğmeye bastı.
Sağdıçlar arasındaki savaşın dozu gün geçtikçe artarken tüm bunların ortasında kalan Nare var ne yazık ki. Tüm bölüm boyunca ne yapacağını bilmez hâlde oradan oraya sürüklendi. Bir yanda kızı, bir yanda sevdiğinin canını acıtması ve diğer yanda her şeye rağmen dostu olarak gördüğü Gediz. Geçtiğimiz haftaki yazımda Nare’nin beni çok şaşırtmaya başladığını, söz konusu Melek’se her şeyi ötelemesi gerektiğini söylemiştim hâlâ da bu düşüncedeyim sadece bir farkla. Nare savruluyor ve şu anda ne yapacağını bilmez hâlde. Duygularıyla mantığı arasında sıkışan her insan gibi kendine alan açmaya çalışıyor ancak etrafı öyle bir sarılı ki bırakın alan açmayı nefes alacak yeri bile kalmadı. Bu yüzden de artık ondan sapasağlam bir duruş da beklemiyorum ha bu kötü anlamda değil asla. Nare her şeyden öte bir insan, duyguları olan, büyük acıları olan bir insan bu yüzden de hata yapması, yanlış kararlar alması gayet olağan. Geçen hafta Menekşe meselesindeki hislerim aynı olmakla birlikte sürekli değişken bir ruh hâline bürünmesini de anlıyorum artık. Ancak hâlâ en baskın duygusu annelik, bu sebeple de ilk kez Gediz’e ne yapacaksın diye sormadan yardımını kabul etti. Yanlış mıydı? Evet hataydı ancak Sancar elini kolunu öyle bir bağladı ki o da aradaki o ince çizgiyi kaybetti sonunda. Yazının başında bahsettiğim o iki kavram var ya, korku ve düşmanlık. İşte bu ikisi perdeye çıkınca insana doğru ve yanlış birbirine geçebilir. Aslında bu üç karakter de bu iki kavram yüzünden karmakarışık hâle geldi. Sancar, Melek ve Nare yüzünden; Gediz hırsları, aşkı ve hasımlık yüzünden; Nare de sevdikleri ve evladı arasındaki sıkışmışlığı yüzünden “Ne yapıyor bunlar be!” diyeceğimiz işlere kalkıştılar. Bu noktadan sonra dönüş kolay mı? İşte ben oradan samimiyetle şüpheliyim.
Yazımı bitirmeden önce değinmek istediğim bazı hususlar var. İlk olarak şu peri masallarını andıran piknik sahnesiyle başlamak istiyorum. Uzun zamandır bu dizide en keyifle izlediğim sahneydi dersem yalan olmaz sanırım. Sancar ve Nare’nin bir zamanlar birbirlerine söz verdikleri o büyülü sahil kıyısında artık üç kişi olmaları, insana hayatla ilgili de umut veriyordu. Şartlar ne kadar zor olursa olsun gülebilmeli, eğlenebilmeli insan. Üçü bunu gayet güzel yaptılar bence. Tüm sorunları bir odaya kapatıp sadece o anın tadını çıkardılar. Tıpkı gerçek bir aile gibilerdi. Yaşanan o büyülü anların yoğunluğundan mıdır bilmem Sancar sonunda o cümleyi kurdu Nare’ye: “Beni affeder misin?” Eski iki âşık hasret giderirken anın duygusunun onları sürüklediği âlemde bu çok mümkün aslında ama ya gerçeğe dönüş? Nare, bunların hepsini ardında bırakıp o çok sevdiği efesini affedebilir mi? Tüm yaşananlara rağmen bu ihtimali hâlâ çok uzakta görüyorum ama bana kalırsa artık imkânsız değil.
Son olarak haftalardır beynimizi kemiren Menekşe’den bahsetmek istiyorum. Sanırım bu kadının son 2 kurşunu kaldı: Ceylan’ın bebeği ve Melek. Sancar’ın boşanma kararından henüz haberdar olmasa da elindekileri kaybetmemek için her şeyi yapacak. Şimdi sen de herkesi anlamışsın bu hafta, maşallah demeyin de onu da anlıyorum. Menekşe, geçmişte bir soru sormuştu Sancar’a: “Ben bu destanla nasıl başa çıkarım?” diye. Çıkamadı ve de çıkamaz. Sancar’ın karısı olarak çatışmasını sağlam bulsam da her kavşakta oklarını küçücük bir çocuğun üzerine çevirmesini de kabullenemiyorum. Bu yüzden kendisine üzülmediğim gibi beter ol, diyerek yazıma son veriyorum.
Emek veren tüm ekibin yüreğine sağlık, haftaya görüşmek üzere.
Sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.