Yazar: Şehriban Simay Demir 

Bu dünyadaki en ağır cezalardan biri, insanın kendisini affedememesidir bence. Bir insan karşısındakine kendini affettirmek için canını bile ortaya koyar da kendini affetmek için ruhuna hiçbir şey yapamaz. İşte o zaman benliğinden ödün vermeye, kendini suçlamaya ve kusurlu görmeye başlar. Benim hatam, benim suçum, benim günahım diye diye yer bitirir varlığını.

Zeynep şu an tam da bu hâlde maalesef. O kendisini güvenilmez olarak görüyor. Zaten Mehdi’yle konuşurken “Bana güvenilmez ben kusurluyum!” derken bunu kastetmemiş miydi? O geride bırakılan çocuktu ama sanki o bırakmış gibi suçlanmıştı yıllarca. Ne kadar acıdır sekiz yaşındaki bir çocuğa senin günahın diyerek terk etmenin tüm vebalini yüklemek. Belki direkt yüzüne söylenmemişti ama tüm duygu sömürüleri, vicdanına yapılan baskılar bir şekilde çıkacaktı dışarı, çıktı da! Ablasının, hatta abisinin gidişi bile ona yüklenmiş bir genç o. “Ablan gitti, abini kaybettim sen de mi gideceksin?” lafıyla büyümüş bir birey o. Onun çocukluk travmaları öyle ağır ve derin ki Mehdi’ye söylediği sözler, aslında kendisini nasıl affedemediğinin de bir göstergesiydi bence. Zeynep’in etrafındaki herkesi mutlu etmek istediğini fark etmiştik zaten. Eğer birini mutlu edersem belki ruhumdaki bu boşluğu yok ederim, diye düşünüyor. Kendini affedemeyen bir insanın en belirgin özelliği budur. Kendimden başka herkesle ilgileneyim ki kendimi unutayım diye düşünür. Etrafındaki herkes onun iyi oluşundan, pırlanta gibi kalbinden bahsederken o kendini kusurlu ilan ediverir. “Hatalı olan benim.”cümlesini öyle kazımış ki beynine onu atmadıkça da kendini affetmeyecek anlaşılan. Kendisini en ufak bir iyiliğe, sevgiye bile layık görmüyor.

Bu çok korkunç bir his. Tüm bunlara rağmen Zeynep, Mehdi’nin onu sevmesine izin verdi. Ondan uzaklaşmadı veya mesafe koymadı. Bu “Beni sevebilirsin benden yana sıkıntı yok.” demekti Zeynep için. Yalnız sevilmeye izin vermesi, “deneyelim” demek değildi kesinlikle. Çünkü o hâlâ bir yıl sonra gideceğim nasıl olsa, düşüncesinde. Böyle düşünmesi çok doğal aslında çünkü Zeynep daha aşkın ne olduğunu bile bilmiyor ki… Mehdi’ye “Aşk nedir?” deyişi de bundandı, bilmeyişinden. O daha yaşadıklarına, duygularına bir anlam yüklemiş değil ve gerçek şu ki Zeynep bir anlam vermek yahut duygularını çözmek de istemiyor. Eğer buna bir mana yüklerse kendisinin “yeni hayat kurma”planlarını yok etmiş olur. Emine’ye de dediği gibi o mahallede kalmak için fazla ilerlemiş durumda, üstelik bunun farkında.

Nermin’in bahar partisi deyim yerindeyse ikisinin de suratına tokat gibi çarptı. O partiyle birlikte Mehdi’yle aralarındaki farklılıkları net olarak görmüş oldu. Bugüne kadar ötelediği gerçekler su yüzüne çıktı. Onun yaşadığı çevre, girdiği ortam ve iletişim kurduğu insanlar Mehdi’nin yaşam biçimine uygun değiller. Ona aylardır anlatılanlar, kulağını tıkadığı gerçekler bir anda önüne serildi, bu da Zeynep’in iç dünyasına dönüp bakmasına neden oldu. Tarttı kendisini, nasıl yaşamak istediğini ve nasıl yaşadığını karşılaştırdı, akıl süzgecinden süzdü. O da farkına vardı ve “Mehdi ile farklıyız!”diye dillendirdi düşüncesini nihayetinde. Zeynep ne kadar mahalle hayatına uyum sağlamış görünse de daha çok Nermin’in kızı olmayı seçmiş durumda. O hayatın getirilerini seviyor Zeynep. Getiri derken yanlış anlaşılmasın, o hayatın parasından ya da göz kamaştırıcı olanaklarından bahsetmiyorum elbette. Zeynep o yaşamın ona sunduğu iş olanaklarını, sağladığı eğitim fırsatlarını seviyor. Yani geleceği için o hayatın içinde olmak istiyor. Mahalle ona bu fırsatları sunacak bir yer değil. Zeynep bu olanlardan sonra ne yapar, nasıl bir yol izler bilemiyoruz ama bu ikilem onu daha çok zorlayacak gibi.

Geçen hafta Mehdi’nin aşk itirafına tanık olan Zeynep’le bitirmiştik bölümü. Fakat benim için geride “Acaba samimi miydi, yoksa ablasını ikna etmek için mi söylemişti?” sorusunu bırakarak sonlanmıştı hikâye . Ondan etkileniyordu Mehdi, amenna ama bu aşka dönüşecek kadar güçlü bir etkileniş miydi? Evet, o Zeynep’e âşık olmuştu. Başta Zeynep hiçbir şey duymamış gibi davrandığında Mehdi de duygularını yine içinde yaşar diye düşünsem de öyle olmadı. O Kibrit’in de verdiği cesaretle Zeynep’e içini açtı. Zeynep onun duygularına karşılık vermese bile, onu sevmesine izni verdi ve bu durum Mehdi’nin mutlu olmasına yetti. Zaten Mehdi ona karşılıksız “ Günahıyla sevabıyla gönlümde yerin var.”dememiş miydi? O Zeynep’i tanıdığından beri hep umut etti aslında. Kalır diye, sever diye, anlar diye… Şimdiyse belki âşık olur diye umut ediyor. Bu umut etme hâlinin Mehdi’nin değişimine de katkı sağladığını gördük bölümler boyunca. Tabii bütün bunlar paralel bir evrende yaşandı gibi hissettim ben. Hint filmlerini bilir misiniz?  Genelde iki kısıma ayrılır. Filmin sonunda siz sanki iki farklı film izlemişsiniz gibi çıkarsınız sinema salonundan. İşte bu hafta ekran karşısından kalkarken kendimi aynı böyle hissettim. İki farklı bölüm izlemiş gibi: Verilen davetten önce, davetten sonra.

Davetten önce Mehdi Zeynep’e duygularını anlatmış olmanın verdiği rahatlığı yaşıyordu resmen. Zeynep de onun elini tutarak onun kendisini sevmesine izin vermişti. Ondan uzaklaşmaması, birlikte vakit geçirmeleri Mehdi’ye yeniden umut olmuş, kendisi gibi birini bulmuş olmanın mutluluğunu yaşamaktaydı bana göre. Fakat davetten sonra Mehdi, Zeynep’in aslında kendisinden ne kadar farklı olduğunu gördü. Zeynep’le farklılıklarının olduğunu biliyordu hep. Onun farklı bir yerde yetiştiğinin, kültürlü oluşunun farkındaydı. Ama ilk kez aralarındaki sınıfsal uçurumu bu kadar net görmüş oldu, hayata bakış açılarındaki değişikliğe bu derece yakından tanık oldu. Ona göre Zeynep; dil bilen, piyano çalan, yurt dışı görmüş, tanınmış insanlardan iş teklifleri alan önü açık bir avukat. Peki ya o, o kimdi? Aralarındaki tek benzerlik ikisinin de “iyi insan” olmasıydı Mehdi’nin gözünde. Zeynep’in partiden sonra ondan uzaklaşması ve hep kendisinin yaptığı “bir yıl sonra” hatırlatmasını artık Zeynep’in yapıyor oluşu Mehdi’nin tekrar kendi içine kapanmasına  neden olabilir. Üstelik bu Mehdi’nin “ya beni bırakıp giderse…” korkusunu tekrar tetikleyip her şeyin başa dönmesine de sebep olabilir. Bu aslında çok zor bir durum. Düşünsenize âşıksınız, sizi anlayan biriyle karşılaştığınızı düşünüyorsunuz. Ama öte taraftan da onunla çok ayrı dünyalarda olduğunuzu görüyorsunuz. Ne onun dünyasına girebilir ne de sizinle yaşaması için zorlayabilirsiniz onu. Ne çok yaklaşabilir ne de uzaklaşabilirsiniz ondan. Araf’ta kalmış gibi tam bir trajedi. İşte Mehdi, bu duygu karmaşasının tam ortasında şu an. Ne ondan gidebiliyor ne de onunla kalabiliyor.

Zeynep ile Mehdi arasında tüm bunlar  yaşanırken Cemile-Benal-Sultan cephesinde Cemile’nin yanlışına şahit olduk. O en başta bebeği Mehdi’ye söylemeyerek ve Benal’i mahalleden uzaklaştırarak çok büyük bir hata yaptı bence. Çünkü bu hamlesiyle Benal onun kontrolünden çıkmış oldu. Artık onu denetleyemez veyahut onun planlarına mani olmak için herhangi bir şey yapamaz. Benal’in mahalleden gidişi, şimdilik bir çözüm gibi görünse de ileride Cemile’nin başına çok daha büyük sorunlar açacak gibi görünüyor.

Evet Zeynep ile  Mehdi arasında çok büyük farklılıklar var ve bu şimdilik ikisi için de çok büyük sorun. Ama birbirlerine güvendikten ve inandıktan sonra aşılamayacak hiçbir engel yoktur mutlu olmak için, diye düşünüyorum.

Yazımı bitirmeden önce bu hafta şehit haberleriyle yandı yüreğimiz. Allah’tan tüm şehitlerimize rahmet, ailelerine sabır diliyorum. Rabbim bir daha ne ülkemize ne de hiçbir anneye böyle bir acı yaşatmasın.

Haftaya görüşmek üzere…

 

Related Article

Bir Yorum Yazarak Siz de Katkı Sağlayın

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.