Alaca Kuş ve Kara Efe’nin Destanı ( Sefirin Kızı, 1. bölüm)
YAZAR: Şeyma BULUT
“Ölürsen destan olur, yaşarsan yalan.” sözleriyle girdi hayatıma Sefirin Kızı. Ülkede uzun yıllardır gündemi meşgul eden tecavüz, bekaret ve kadının bu olaylar karşısında, yaşadıklarına pencere açması dikkatimi çekti. Beni etkileyen en önemli noktaysa “Özgür olmak demek, istediğin her şeyi yapmak demek değildir; istemediğin hiçbir şeyi yapmamaktır.” repliği oldu. Nare’nin kızına söylediği bu sözler; özgürlüğüne hasret, zoraki dayatılanlarla mücadele eden, seçme şansı sunulmayan sessiz kadın ruhlarına ses oldu. Seçme ve seçilme hakkı verilen ilk ülkelerden olan yurdumda kadına dayatılan bu yaşam koşullarına bir isyan niteliğindeydi. Sadece bu bile bu diziyi diğerlerinden farklı bir yere koydu benim gözümde. Bunun dışında tabi masum bir alaca kuşla, toplumun dayatmalarıyla büyümüş bir kara efenin destanı denilmiş ama burada tek gördüğüm Nare’nin savaşı maalesef. Tek başına, bir kız çocuğuyla hayata tutunmaya çalışırken sürekli yeni bir dertle uğraşmak zorunda kalan Sefirin Kızı’nın acısına inandım ben. Umarım yaşadıkları bu bölümden fazlasıdır yoksa ben kurulmaya devam edeceğim.
Sancar Efeoğlu, bütün ömrünü kendi, küçük çevresinde geçiren biri. Yetiştiği yöre ve onu büyüten annesi sayesinde tutucu bir adam. Bazı kalıplar kafasına işlenmiş, o küçük dünyadan çıkmadığı içinse bunlar değişmez kaideler hâlini almış. Bir kız sevip onu 11 yaşından bu yana beklemiş, kimseye göz bile süzmemiş biri. Eski zaman âşıkları gibi evlenmeden sevdiğini öpmeye bile kıyamayan Sancar, aşkı biraz eksik anlamış sanırım. Ben kimseye dokunmadım, sevdiğim kadına da kimse dokunmasın düşüncesinde olduğu da bariz belli. Peki sevdiği kadın dokunulmak istemediyse, burada yapılması gereken paçavra gibi sokağa atılması mıydı? Bana kalırsa sevgi sadece beklemek, sabretmek ve değer vermek değil. Bu kadar basit olmamalı diye düşünüyorum. Biri bana gelip seni seviyorum, diyorsa önce inanmasını isterim. İnansın ya, anlamasa da olur. Sancar Efendi ise bırakın anlamayı, sevdiği kıza inanmadı bile. Hatta orada çok spesifik bir şey söyledi. Kendisinin toy, köylü olmasından dem vurdu. O ana kadar sabırla izledim ancak sonra bende hafiften sinirlenmeye başladım. İçimden dedim ki “ Kıza karşı kendini yetersiz gördün, ilk fırsatta da duvarlarını kaldırdın.” Efe diyoruz ama biz bu adamları, kendine güvenen, mazlumun yanında olan yiğit adamlar olarak bilirdik. Sancar biraz bunun dışında kaldı gibi duruyor. Sevmiştir, ona tamamım. O kadar sene Nare’ye kavuşacağı günü beklemiş, başka bir kadının hayalini bile kurmamış ama gerisi kusura bakmayın laf ü güzaf. Şimdi ne yalan söyleyeyim, Sancar baya eksilerde başladı benim için bu hikâyeye. Bir kere sevdiğim, helalim dediği kadına inanmadı. Bu büyük sıkıntı bence. Nare tecavüze uğramış. Belki utancından, belki de korkusundan bunu diyememiş sevdiğine. Hem nasıl desin ki? Bir kadın ne kadar eğitimli, görüp geçirmiş olsa da uğradığı fiil tecavüzse bunu kolayca afişe edemez. Kabullenmesi, onunla yaşamasının acısını hayal bile edemiyorum. Sancar’sa olaya o kadar saçma bir yerden baktı ki. Nare’m dediği, ömrünü geçirmeye hazır olduğu kadına inanmadı. Onun ihanet ettiği, yalan söylediği fikrine inandırdı kendini. Bana kalırsa iki insanın bir ömür yaşaması için en önemli şeylerin başında gelir güven. Artık kendini nasıl eksik hissediyorsa inanmadı. Kendimi Nare’nin yerine koyuyorum da aşırı sinirleniyorum. Kızın başına gelenler bir yana bir de ihanetle suçlandı. Haykırışlarını, kırıklığını en anlaması gereken insan ona sırtını döndü. Sevdiğin bile seni anlamıyorsa bu hayatın ne anlamı kalır ki? Bu efelerin efesi de anlasaydı keşke onu. Biraz olsun anlayabilseydi.
Ah, Nare; ah, kanadı kırık alaca kuş, demekten alıkoyamadım kendimi tüm bölüm boyunca. O tüm sevdikleri tarafından elinin tersiyle itilmiş, çığlıklarını kimseye duyuramamış, ölmeyi düşünürken içinde büyüyen mucizeyle hayata tutunan bir kadın. Başına gelenleri kimseye anlatamamış, zaten anlattığında bütün kulaklar kendisine sağır olmuş. Şimdi bu kız, bir daha nasıl güvensin başkalarına? Bende bir kız çocuğuyum. Hayatımda ilk güvendiğim erkek babamdı. Başıma bir şey geldiğinde bana yardım elini o uzatmazsa ben nasıl güveneyim başkasına. O kadar büyük bir yüreğim yok benim ama Nare’nin var. O güvendi; Sancar’ı sevdi, inandı. Babasının inanmamasını kaldırdı ama Sancar’ın inanmaması onu yıktı ve kendinden vazgeçmek istedi. Ruhu parçalanmış ve çaresiz kalmış birinin kendinden vazgeçmesi kadar normal bir şey yok bence. Tutunacak dalı kalmamış. Bu yüzden Nare’yi zayıf görmedim. Sadece üzüldüm ve aramızda kalsın ama içimden “Allah belanı versin, Sancar” deyiverdim.
Nare ömrünü çocuğuna adamış. Onun için nefes almak zorunda kalmış ve devam etmeyi başarabilmiş bir şekilde. O cennet gibi görünen hayatın içinde cehennemi yaşayan bir kadın. Düşünüyorum da bütün hayatımı bir adam zehir edecek, üstüne de bu adamla birlikte yaşamak zorunda kalacağım. Delirmek işten bile değil. Bu ortamda bir de çocuk büyüttü bu kadın. Bir kadını ikiye böl yarısı annedir, yarısı çocuk diyor ya üstad, Nare çocukluğunu harap edip anneliğiyle yaşam buldu. Kızına olan sevgisi, aşkı o kadar belliydi ki… O güvende olmadan aklındakileri uygulamayı bırak, uykusundan, yediğine kadar kızının elini bir an olsun bırakmadı. Geçmişin felaketi yeniden kapısını çalınca da gücü tükendi. Hayatını mahveden adamı yok ettikten sonra bir zamanlar en güzel mutluluğu yaşadığı topraklara doğru kızına yeni bir hayat sunmak ve kendi hayatına son vermek için yavrusuyla birlikte kanatlandı.
Nare kendi sonuna doğru çıktığı yolculuğunda hiç beklemediği bir durumla karşı karşıya kaldı. Bir kulübede bıraktığı sevdiği adamı, bir başkasıyla evlenirken buldu. Sancar sekiz sene önce yaşadığı felaketi kalbine gömüp evlenmeye karar vermiş ve kaderin cilvesine bakın ki evleneceği gün, daha önce düğün gecesini mahvettiği sevgilisini karşısında buluverdi. İlahi adalet işte, ne yaparsınız? Aradan geçen seneler Sancar’ı daha da öfkelendirmiş zira bir zamanlar Nare’m dediği kadına bakışlarında acı ve öfke vardı. Yalnız tek öfkeli olan da o değil. Melek’e anlatılan baba figürü kırık bir kadının hayalinde yaşattığı adamdı. Eskiden bakışarak cenneti yaşayan iki insandan biri evlendi, diğeriyse bu dünyadan sonsuza kadar ayrılma kararı aldı. Açıkçası Sancar’ın sözlerinden ikisinin evlendiğini düşünüyorum ben. Aynı gece Nare kaybolduysa ayrılmadılar da. Burada sanırım altı ay sonra Sancar direkt boşanma davası açıp, evliliği sonlandırabileceği için Menekşe ile olan evlilik geçerlidir. Sonuçta sekiz senedir ortada yok bu kadın. En son da uçurum kenarında görüldüğüne göre gaiplik kararı ya da terk edilmeyle bu evlilik sonlanmıştır diye düşünüyorum. Tabi nikah resmiyse. Sancar her ne kadar sevmediyse de Menekşe çok seviyor. Onu yıllarca beklemiş. Her isteyene yok demiş ve sonunda muradına ermiş. Hayallerime kavuştum, dediği günse en büyük kâbusu olan kadın çıkıp gelmiş hem de yanında sevdiği adamın çocuğuyla. Biraz üzülmedim dersem yalan olur. Bu hikâyede kaybedenlerden biri de o olacak gibi. Hele de tepesinde sürekli konuşan o kaynanayla, hata yapmaması için de sebep göremiyorum. Nare’nin dönüşü hiç şüphesiz ki Sancar’dan sonra en çok onu etkileyecek. Sabredip bekleyecek mi yoksa hareket mi alacak bilemiyorum ama içime doğan ikinci şıkkın gerçekleşeceğini söylüyor.
Tüm bu karmaşanın ortasında yüzümü gülümseten ve daha ilk sahnesiyle ısınıverdiğim Gediz’le tanıştım. Ben normalde esas oğlanı pek sever, ikinci gibi duran adamı sevmezdim. İlk kez bu durumun tam tersini yaşadım. Gediz, sıcacık, neşeli, hayatı pek de ciddiye almayan ve parıldayan bir adam. O sağdıç ve nikah şahidi olduğu düğüne son dakikada gelecek kadar vurdumduymaz, sokakta kalan bir kadınla çocuğuna hikâyesi ne olursa olsun sahip çıkabilecek şövalye ruhlu bir adam. İlk bakışta Nare’den etkilenmesinin yanında yaşama değer verdiğini söyleyebilirim. Sancar’ın kızını aldıktan sonra ne yaptı, ne etti diye merak etmediği Nare’nin peşine düştü. Belki Sefir onu aramış olabilir ama daha ilk andan itibaren bunun önüne geçmek istediğini belli etti. İki adam arasındaki fark, zaten kendini Gediz’in ilk sahnesiyle belli etti. Sancar tecavüzü sindiremezken başkasından çocuğu olan kadına sıcacık bakabilen biri vardı karşımda. İlk bölüm itibariyle kendisi en sevdiğim bey oluverdi. İsmen efe olmak yetmiyor işte bazen, ruhen de olunca tam oluyorsun. Bölümün sonuna geldiğimde Gediz’e on üzerinden yüz puan vererek kalbimin orta yerine koyuverdim kendisini.
Finale geldiğimizde de bu iki adamı uçurumun kenarındaki alaca kuşa bakarken gördük. Son ana kadar durumu fark edemeyen Sancar ve ilk gördüğünden beri Nare’yi kurtarmaya çalışan Gediz vardı aşağıda. Bundan sonra ne olur bilemiyorum ama ben her zaman sevdiğinle değil, mutlu olduğunla olmalı prensibinde biriyim. Nedense Gediz de bu ışığı gördüm. Nare’yi olduğu gibi kabul edip sevebilecek gibi geldi bana. Yoksa sizin meseleniz deyip uğraşmazdı, neden yorsun kendini? Eğer tahminim tutarsa bir zamanlar alnından öperek alın yazısına dokunup o kaderi kabul etmeyen adamdansa onu her şeyiyle kabul eden adam evladır arkadaş. Bu hikâye bizi nereye götürür bilmiyorum ama destanın şekil değiştireceği belli. Bir de tüm bunların arasında doğan Melek’i düşünecek olursak zorlu bir yolculuk başladı Nare ve Sancar için. Onların yolculuğunun gideceği yeri şimdiden kestirmek zor olsa da güzel olacağına eminim.
Sefirin Kızı için iyi bir ilk bölüm kotarılmış. Senaryonun çatışması, konunun ilerleyişi başarılıydı. Senaristler ilk bölümde derdini anlatmış, beni de ikna etti. Sen Anlat Karadeniz’den tanıdığım Emre Kabakuşak da güzel bir dünya kurmuş. Yörenin dokusunu güzel bir şekilde yansıtırken fondaki türküleri çok sevdim. Gökhan Kırdar ezgilerini özlemişim, diziyi onun dokunuşlarıyla izlemesi çok keyifliydi.
Yazan, çeken, oynayan ve kamera arkasında büyük emekler harcayan tüm ekibin yüreğine sağlık. Yazıma Oruç Aruoba’nın bu güzel dizeleriyle son veriyorum. Haftaya görüşmek üzere, sevgiyle kalın ve mucizelere inanmaktan asla vazgeçmeyin.
Yaşam, yitim acısıdır.
Yaşamak, yitirmenin acısını çekmektir.
Ölüm yitmekse yaşamda yitirmektir.