Ağlama Anne 7.bölüm
Yazar: Irmak TERCANER
Geçtiğimiz haftayı, Adnan’ın babası olduğunu öğrenen ve onsuz geçirdiği on sekiz yılın ağırlığı altında ezilen Zeynep’le bırakmıştık. Gerçekler, onlarla yüzleşmeye hazır olduğumuz ana kadar bize, en çok acı veren şeylerdir. Şüphesiz ki onların ağırlığı, hem itiraf edenin hem de bununla yüzleşenin yüreğine gelip oturur. Bu ağırlıkla ilk kez yüzleşen Zeynep’in yıkılışını bölüm boyunca ciddi bir tedirginlikle izledim.
Hayatını güven duygusuyla inşa etmiş bir kızın, yaşadığı bu güven kaybının çok daha fazlasıyla karşılaşacağını bilmek, ağır geldi bana. Gerçekleri ensesinde hissettiği o an, ben, ileride yaşayacağı buhranı düşünmeye başlamıştım bile. Adnan’ın, Özlem’in söylediklerinin bomba etkisi yarattığı bir ailede oluşan soru işaretlerini gidermek istemesini anlamıştım ancak bu durum, sadece bir yere kadardı. O yer, bir genç kızın tüm hayatını talan edecek bir gerçeği, o kızın yaşadığı evde neredeyse eline mikrofon alarak ilan eden Adnan’ı gördüğüm an benim için çoktan bitmişti. Alev’in bencillik yaptığını fark ettiği ve kızını korumak için ondan vazgeçtiğini haykırdığı bir anda, Zeynep’in psikolojisini en başından beri Alev’den daha çok düşünen Adnan’ın bu dikkatsizliği, benim için kabul edilebilir değildi. Fırıncıoğlu ailesi gibi mutaassıp bir yapının, kendilerine bu denli ters bir durumu Özlem’den öğrendiklerinde o konuşmayı dinlemeyeceklerini düşünmek şüphesiz ki çok yanlış bir yaklaşımdı. Evet, Zeynep’in bu gerçeklerden birini en yakın zamanda öğrenmesi gerekiyordu ancak yine de bu noktada bende oturmayan bir şeyler vardı. Zeynep’in hayatının gidişatıyla ve dizinin odak noktasıyla bu denli bağlantılı bir sahnenin bu kadar kolay geçilmesi hiç beklemediğim bir hamleydi. En başından beri bu kadar önemli bir gerçeğin biraz daha ileride, can alıcı bir zamanda ve sahnede öğrenilmesini bekliyordum ki ne yazık ki olmadı. Zeynep, gerçeğin soğuk yüzüyle karşılaştı ve onun sımsıcak dünyasında bir idrak etme savaşı başladı. Zeynep’in kendi benliğiyle savaştığı o an, Damla’nın oda kapısında Alev’in evin önünde verdiği çaresiz mücadele, bizlere nur topu gibi bir mesaj postalamıştı. Bu mesaj, dünya üzerinde hâlâ aile ve toplum baskısının ne denli kuvvetli olduğunu vurgular nitelikteydi. Hem kızlarının hem de torununun yüzleştiği bir gerçek bile bir adamı yolundan döndürememişse bu durum çok feci bir gerçeğe kapı komşusudur: Yıllarca geleneklerinin arkasına sığınmış bir adamdan geriye insan olduğunu hatırlatan hiçbir şey kalmadığına.
Evet, Hasan bölümün ilerleyen dakikalarında belki de ilk kez kendi hatalarıyla yüzleşmeye karar vermişti ancak bunun için çok geç kalmıştı. İnsan hayatı öyle ki bazı şeylerin kıymeti ancak doğru zamanda yapıldığında mümkün oluyor. Eğer Hasan o on sekiz yılı, hem kızlarına hem de torununa her birinin hayatında farklı farklı ama yine de aynı etkiyi gösteren biçimde zehir etmemiş olsaydı belki her şey daha farklı olurdu ha, ne dersiniz? Alev’in bu denli büyük hatalar yaptığı bir noktada Hasan, onu itmek yerine yine en çok ona sarılsaydı belki Zeynep, Damla’nın da dediği gibi en azından ileride yaşayacağı ve onu daha çok yaralayacak bir depremden sağ salim kurtulmuş olurdu. İşte tam da bu yüzden ‘’Geç gelen bir pişmanlık, pişmanlıktan öte bugün yaşanılanları görüp geçmişe bir keşke bırakmaktan başka bir şey değildir. ‘’ diyor ve Hasan’ı affetmenin kolay olmadığına parmak basıyorum.
Hasan’ın bile bu denli büyük bir hesaplaşma yaşadığı bir anda hem Alev’in hem de Damla’nın kendileriyle yüzleşmemelerini beklemek, şüphesiz ki büyük bir hata olurdu. Geçen haftayı, Alev’in farkındalığı ve gitme kararı ile bırakmıştık. Zeynep gerçekleri öğrendiği anda, Alev’in onun yanında olamasa bile en yakınında mevzi alacağını bilmek çok da zor değildi. Bu yüzden onun gitmesi hele de Zeynep böyle bir durumdayken gitmesi zaten sözlükte kelime anlamı olmayan bir şeydi. Alev ilk kez, Zeynep’e gerçekleri fütursuzca itiraf etmesi durumunda olacakları gözleriyle gördü ve az daha aynı hatayı kendisinin de yapacağını algıladı. Hem geçen hafta yaşadığı farkındalık hem de bu hafta Adnan’ın babası olduğunu öğrendiği an Zeynep’in verdiği reaksiyon, Alev’i korkutmanın da ötesinde onu yeniden düşünmeye sevk etti. Bu noktada artık Alev’i durduran şey, Zeynep’in vereceği reaksiyona duyduğu korkudan öte onun psikolojisine ve hayatına vereceği zarardı. İşte tam da bu anda derin bir ‘’Oh!’’ çektim. Geçen haftaki yazımda da bahsettiğim gibi ben, inanmanın en güç olduğu zaman da bile Alev’in sevgisine delicesine inanmıştım ta ki bir yere kadar.
O sevgi, tüm acıları sadece kendisinin yaşadığına inandığı ve Alev’in bencil tavrıyla gölgelendiği ilk an benim nazarımda kendini derin bir sorgulamaya bırakmıştı ama Alev’in, son iki haftadır Zeynep’in gözünde sahip olduğu konumdan daha çok onun hayatını düşünmeye başlaması benim, onunla yeniden aynı çizgide buluşmama vesile oldu. Geçmişte ne yapmış olursa olsun Alev gibi bir annenin sevgisi, doğru bir perspektifle yansıtılabildiği ilk an Zeynep’e hatta Damla’ya en güçlü kale olacaktır. Bu, en başından beri ısrarla üstünde durduğum bir düşünceydi. Zeynep’in kaybolması ve Alev’in de iç dönüşümünü yaşamasıyla yeniden gün yüzüne çıkan iki kardeşin birbirlerine sığınak olma sahnesi şüphesiz ki düşüncemin doğruluğunu vurgular nitelikteydi.
Alev’in kendisiyle bencilliği arasına set çekmeyi başardığı andan beri yükselişe geçen bir Alev-Damla ilişkisi var ki bu durum, hem Zeynep’e hem de kendilerine yarar benden söylemesi. İşte tam da bu noktada bir gün en büyük beklentim güçlü bağlarla çevrilmiş bir Alev-Zeynep-Damla birlikteliği izlemek. Zeynep’in bu denli güven duygusunun zedelendiği bir anda başka şansları da yok. Zeynep, dedesinin özgüveni yok edecek tüm davranışlarına rağmen teyzesinin yanında güven içinde büyümüş bir kız. Bu noktada onun için önemli olan şey, yalnızca öğrendiği gerçek değil, buna eş değer olarak sevdiği insanların ona yalan söylemesidir. Eğer bir insanın tüm hayatı, değer verdiği insanlara koşulsuz şartsız güvenmekle geçmişse ve bu aldığı ilk darbe ise şüphesiz ki onun için en kalıcısı olacak demektir. Öyle de oldu ve Zeynep, annesine duyduğu güvenden şüphe ettiği ilk an bir oyuncu değişikliğine giderek yeni tanıdığı Mert’le bir bilinmezliğe doğru yola çıktı. Düşünüyorum da eğer ben de böyle bir yara almış olsaydım ilk yapacağım, diğer en güvendiğime sığınmak olurdu. Bu, hayatın olağan akışında hepimizin verebileceği bir reaksiyondu ama bu noktada Zeynep’in büyük bir handikabı vardı. Bu handikap, Mert’in Özlem’in kardeşi olması. Dizi başladığından beri hep, Özlem’in, Mert-Zeynep ilişkisini öğreneceği anı bekliyordum ki bu sahne tam da bu bölümde ve bence en zamansız anda gelip çattı.
Bütün engellerden ve kelepçelerinden kurtulan Özlem’in, Zeynep’i bu kadar savunmasız yakaladığı bir anda es geçmesi Mert’e rağmen beklenemezdi ve zaten öyle de oldu. Kardeşini çok sevdiğini iddia eden- ki bence tamamen yanlış bir iddia- Özlem, ona rağmen öyle tehlikeli bir plan yaptı ki bu noktada bilmediği şey, bu planın Mert’e de zarar vereceğiydi. Özlem engelinden uzak olduğu sürece ben, Mert-Zeynep ilişkisinin her geçen gün daha da güçleneceğine inanıyorum.
Eğer Mert gibi güzel seven bir adam, ablası ve Zeynep arasında kaldığı zaman bile karakterinden taviz vermeden hareket edip doğrucu olabilirse izleyiciyi çok dolu bir aşk öyküsü bekliyor olacaktır, benden söylemesi. Zeynep’in evi terk ettiği sahnede kameranın onun ayakkabılarına odaklanması bende bazı soru işaretleri oluşturmuştu ki nedenini bölüm sonunda tokat gibi bir cevapla anladım. Bölüm, Zeynep’in, Mert’in yanından alınarak hiç tanımadığı bir arabada yolculuğa çıktığı bir anda, arkasında delil olarak bıraktığı kırmızı ayakkabıları ile son buldu. Kırmızı ayakkabıların getirisi midir nedir, haftaya pazar gecesini sabırsızlıkla bekliyorum. Herkesin emeğine sağlık.