Yazar: Tuğçe Yeliz
En son bir piknikte bırakmıştık kahramanlarımızı. Yeni bölümü yine kaldığımız yerden açtık. Bir ton umutla yapılan piknik hazırlığından bir kez daha hazin sonla dönüldü maalesef. Mert’in Azra’ya olan öfkesi sandığımdan daha kuvvetli olsa da ben onun yavaş yavaş çözülmeye başladığı kanısındayım. O, ablasına uzun süre karşı koyabilecek bir çocuk değil. Azra’nın Mert’in gözlerinde gördüğü umut ışığını ben de gördüm sanki. Uzun zaman sonra gerçekleşen ilk fiziksel temasta da, kukla sahnesindeki tavırlarda da Mert’in kalkanlarının bir an olsun indiğini hissettim.
Başındaki dertler yetmezmiş gibi bir de Cansu eklendi bu sıkıntılara. Uzun zamandır ortalıkta olmayan Cansu, ne yaptı ne etti Çelenlerin gündemi olmayı başardı. Aslına bakarsanız ben, Cansu ve Kadir’den böyle bir hamle bekliyordum. Geçen haftaki yazımda Kadir’in Melis’i bu intikamın bir parçası haline getiremeyeceğini yazmıştım. Tam bu noktada ona yeni bir kurban gerekliydi ve Cenk’i avucunun içi gibi tanıyan Kadir için bu kurbanın kim olduğunu bulmak da hiç güç olmadı. Bu hamlesi Kadir karakterinin kolay lokma olmayacağının da en kuvvetli sinyaliydi. Kardeşiyle benzer hikâyesi olan başka bir kadını elleriyle şekillendirecek kadar da akıllı üstelik. Cansu’ya, kardeşinin Cenk’e yazdığı mektupta kullandığı kelimelerle video çektiren Kadir; Cenk’in vicdanına nasıl oynanacağını çok iyi bilen ve o vicdanla Cenk’e yaptırabileceği fedakârlıkların farkında olan bir adam. Üstelik hamlelerini Cansu üzerinden oynadığı zaman kendisinin kırmak zorunda olduğu bir kalp de olmayacak. Kısaca neresinden bakarsanız bakın Cenk’in bu Kadir’le başı bayağı bir ağrıyacak belli ki.
Cansu’nun hislerinin karşılıksız olduğunu bile bile Azra’ya olan kininden ve kendini Çelenlerle beraber görmek umuduyla kızını Cenk’e yönelten Sumru değil miydi? Şimdi faturanın sadece Cenk ve Azra’ya kesilmesine anlam veremiyorum. Cansu’nun bugün önünü alamadığı bir aşkı varsa bunun en büyük payı Sumru’ya aittir. Evet, Cenk’in yaptığı da yanlıştı belki ama bu durumun tek suçlusu Cenk değil benim nazarımda. Ortak yapılan bir hatanın bedelini yine sadece Azra’ya ödetmek de bir o kadar adaletsizlik. Kardeşi ve Mert arasında köşeye sıkıştırılan Azra, ne karar verir belirsiz ama vereceği karar ne olursa olsun her halükârda Cenk’in Azra’yı bırakacağına ihtimal vermiyorum. Ne kadar vicdanına oynansa da bu hikâyenin en güçlü halkası Cenk, Azra’dan kolay kolay vazgeçmeyecektir.
Melek’i de kaleme aldığıma göre ebedi dostlara geçebilirim artık. Bunca zaman birbirlerine kardeş, eş, dost, ana – baba olan Hüsniye teyze ve Feride Çelen’den geriye sadece Şeker teyzemiz kaldı artık. Hüsniye teyzenin “Keşke bir mucize olsa da en azından kolumun biri kalksa… Sana doyasıya sarılabilsem yüzünü sevebilsem.” sözlerine “Ben senin elin kolun olurum.” diyen Feride Çelen, bir kol eksik artık. İtiraf etmeliyim ki iki haftadır bu ikilinin her sahnesi içimden bir şeyleri koparıp alıyor sanki. Hüsniye teyzenin “ahretlik” dediği can dostuyla tam da istediği mucizeye yakışır şekilde ellerini sımsıkı tutarak vedalaşıp ardından ebediyete gitmesi benim kopuş noktam oldu diyebilirim. O sahneden sonra bir müddet kendimi toparlayamadım. Bu arada bölümün sonunda Feride Çelen’in dilinden ” inna lillah ve inna ileyhi raciun” sözlerini duymuştuk. Ben anlamını bilmediğim için araştırdım benim gibi meraklısı vardır diye buraya not düşüyorum; ölen kişilerin arkasından söylenirmiş. Feride Hanım da bu sözlerle ahretliğini sonsuzluğa yolcu etti. Bakalım bundan sonraki Hüsniye teyzesiz süreç Feride Çelen’e neler getirecek? Unutmadan buraya da ekleyeyim: Bu dünyadan bir Hüsniye teyze geçti, iyi ki de geçti…
Bölümde emeği geçen, yazan, çeken, oynayan herkesin emeklerine sağlık. Keyifli okumalar dilerim.