Yazar: Zeynep BÖHÜRLER
“Aşk bu mudur ey sevgili! / Bir aşk vardır bir gönülde / Kabahat seni seven şu benim deli gönlümde” sözleriyle ve sevgili Kamuran Akkor’un güçlü yorumuyla 3.bölüme başladık. Bir dönemin çok dinlenen ve beğenilen, benim de çok sevdiğim bu şarkıyı duymak hoşuma gitti ama kulaklarımın pasını atmaktan öteye gidemedi. Şarkı çok iyi ama açılış sekansı için doğru seçim olmamış maalesef. Arabesk tadında bir başlangıçla acaba doğru diziyi mi seyrediyorum, diye bir an tereddütte kalmama sebep oldu.
Bizler aşk bu mudur derken Ferhat’ın babası bile “Yok mu başka yolu?“ diye sormadan edemiyor çünkü Ferhat’ın annesine ulaşmak umuduyla dansa davet ettiği kişi korkusuz, dik duruşlu ve hayatı boyunca olgun kararlar almış Banu Karalı gibi güçlü bir kadın. Gözlemlediğim kadarı ile Banu aslında çok yalnız bir kadın. Ailesinin feci ölümü onu küçük yaşta büyük kararlar almak zorunda bırakmış. Statüsü gereği kimseye yakın olamamış ya da kimse ona içten yakınlık göstermemiş. Yani yaşadığı lüks hayat, etrafında dolaşan korumaları, herkesin ona saygı göstermesi, sahip olduğu zenginliği değil, onun yalnızlığını getirmiş. Tek ve en çok önem verdiği varlığı ise kardeşi Şirin. Bu sebepten hayatına ummadık zamanda giren kendi hâlinde yaşayan bir adam, yıllar sonra ilk defa birine bu kadar yakın ve sıcak hissetmesini sağladı. Banu’dan ilk görüşte etkilenmiş ve âşık olmuş imajı çizen Ferhat, “sözde” duygularını açınca hâliyle Banu’dan çok olumlu bir tepki aldı. Bu durum başlangıçta Ferhat için kolay gibi görünse de ilerleyen bölümlerde ne gibi sonuçlar getirecek merakla bekliyorum.
Birbirlerini tanımak ve Banu’nun o çetrefilli dünyasından bir müddet dahi uzak kalabilmek için beraber kısacık bir tatile çıkmaları, ormanda kol kola yürüyüşler hatta beraber langırt oynamaları… Bunların hepsi Banu için çok hoş olsa da Ferhat için zoraki bir duruş yansıtıyordu. Herkesin bir dönem uzaklara, tanınmadık insanların arasına gitme gibi bir düşüncesi olur ya, bence bu bölüm Banu’nun o anlarına şahit olduk. Ferhat’ın yanında kendini her şeyden ve herkesten uzak, korunmasız ve savunmasız bıraktı. Telefonunu uzunca bir süre kapalı bırakmasına bakarsak bir o kadar da huzurluydu. Hele odaya ilk girişlerinde Ferhat banyoya gittiğinde, Banu’nun yatağa usulca uzanıp uyuyakalması bu duyguların en belirgin görüntüsüydü.
Banu, saatlerin tadını çıkarmaya çalışırken Ferhat sonuca odaklanıp eğlenceyi kaçırdı. Banu gibi bir kadın sizce bu mesafeyi, bu gerginliği fark etmez mi? Bu noktada olması gereken, bizlerin de görmek istediği Banu geri döndü ve uzunca bakışların ardından “KİMİ ARIYORSUN FERHAT?” diyerek bence akşamın en güzel vurucu hamlesini yaptı.
Kalbinin ve aklının bir yanı Şirin’de kalmış bir Ferhat görmeyi çok umut ettim fakat maalesef göremedim. Dizinin en başından beri öykünün temelini oluşturan Ferhat ve Şirin aşkını aslında hiç yakalayamadım. Şirin her ne kadar “Ben sana çok âşık oldum.“ dese de ne Şirin karakteri ne de Ferhat karakteri için beklediğimiz aşk dolu bakışların, diyalogların, birlikte geçirdikleri vakitlerin seyirciye iyi yansıtılmadığını düşünmekteyim. Dizi boyunca Ferhat’ın annesini bulma çabaları Şirin’e olan sevgisinden daha fazla gösterildi. Eğer gerçekten bu sevgiye inanmış olsaydık, o masada oturan Banu ile Ferhat arasında imkânsızı görürdük. Banu gibi bir kadında bu imkânsızı bilmese bile hissederdi ve Banu’nun sorduğu soru da ”Kimi arıyorsun?“ değil ”Kimi düşünüyorsun?” olurdu. İnandırıcılığı olmayan hızlıca geçilmiş Ferhat ve Şirin aşkından sonra bu bölümde Ferhat ve Banu’nun daha çok yakınlaşmasını, birlikte daha çok vakit geçirmelerini seyrettim.
Evet, Şirin ablası tarafından ufak yaştan beri çok koruyup kollanmış, biraz mızmız, biraz huysuz, çocuksu tavırlı bir kız olabilir fakat ablası kadar net bir kişiliği olduğun bu bölümde gösterdi. Her zaman ki tezcanlı hâliyle Ferhat’la olanları ablasına anlatmasını doğru buldum. Klişe bir senaryodaki gibi olan biteni gizlice seyredip intikam planı yapması beklenirken açık yüreklilikle paylaştı ve Banu’nun gözünü açtı diyebiliriz. Böylelikle şimdilik abla – kardeşin arasına uçurumlar girmedi. Olan kime oldu? ”İki kardeşi de idare eden genç” olarak bildikleri, içlerinde öfke duydukları Ferhat ipin ucuna geldi.
Dizinin en heyecanlı sekansı iki kardeşin Ferhat’ı köşeye sıkıştırmalarıydı. Burada ben Şirin’e hak verdim ve hatta acıdım diyebilirim çünkü Ferhat’ın Banu’nun yanında sanki Şirin ile yaşadıkları sadece gönül eğlencesiymiş ya da Şirin’in abartısıymış gibi kuru bir “üzgünüm” kelimesi kullanması Şirin’i bence küçük düşürdü. Ferhat bir yandan bunları söylerken ve yaşatırken aslında iki kardeşin de hayatlarına girerek onların duygularını ve ilişkilerini de mahvedeceği için vicdanen çok rahatsızlık duyuyor. Bunun en iyi ispatı ise Ferhat’ın aynada kendiyle yüzleşme sahnesi diyebilirim. Çekim ve montaj tekniğinde Hollywoodvari bir hava estiren yönetmen farklı bir tat vermek istemiş ve iyi bir iş çıkarmış.
Dizi hep bir aşk üçgeni içinde geçse tek düze kalırdı bu bir gerçek. Diziye aksiyon tadı veren de Hüsrev diyebilirim. Yiğit’in, babasının ocağına incir ağacı dikmek istediğini tahmin etmiştik. Gerçi tek başına Yiğit’in bunu yapacak potansiyeli olmadığını biliyordum ama eski eşi Belkıs Hanım’ın işe dahil olacağını tahmin etmemiştim. Anlaşılan o ki Hüsrev’i bekleyen dışarıdan gelen kötülük değil, içerden gelen gizli düşmanlarının örümcek ağı gibi etrafını sarmaları olacak. Eski eşi Belkıs Hanım hakkında daha çok az bilgi edinebildik. Anlaşılan o ki Hüsrev’in yıllar önce başlayan Şehnaz saplantısı Belkıs Hanım’ı farklı bir dönemece götürmüş. O da karanlık dünyada güçlü bir yer tutmuş gibi görünüyor. Belkıs Hanım kedinin fareyle oynadığı gibi, Hüsrev’in işlerini baltalamak için sinsice dolaşıyor olabilir fakat sır dolu bir hava verelim diye “Da Vinci Şifresi” filminden bir sahne seyrediyormuşçasına simsiyah pelerinli/kapişonlu kadınların yer aldığı görüntüler bu dizi için maalesef bir tık abartılı kaçmış demeliyim.
Geçen bölümdeki yazımda, Ferhat’ın annesi Şehnaz’ın onun hayatına flasbacklerle bağlanması gerektiğini belirtmiştim. Bu bölümde bizleri aydınlatan ya da gelecek için merakta bırakacak flashbackleri dozunda görmeye başladık. Karalı ailesinin cinayetinde Hüsrev’in parmağı varmış gibi görünüyor. Peki, Hüsrev’in Şehnaz’a yıllardır bir karşılık alamasa bile vazgeçmediği, takıntılı aşkı nereden geliyor, nerede ve nasıl başladı, bunlar benim de merakla beklediğim sorular.
Aşk üçgeni dedim ama bu üçgen yerini kareye bırakacak gibi duruyor. Varlığı pek fark edilmeyen ama yokluğu hemen anlaşılan Sadık’ın, Banu’ya olan platonik aşkı su yüzüne çıktı. İnsan yakınındaki cevheri göremezmiş ya, işte Sadık da uzun zamandır hiç çıkarmadığı güneş gözlüklerinin altında aslında masumane âşık bakışlarını saklıyormuş. Bundan sonra ne gibi aksiyon alacak, köşesinde oturup olanları mı seyredecek açıkçası hiç sanmıyorum. Tek bildiğim, odasının duvarına Yeşilçam filmlerini hatırlatır gibi kocaman bir Banu portesini asan Sadık, aşkı için ya Banu’nun rotasını değiştirmeye çabalayacak ya da Ferhat’ın ipini çekmek için planlar yapacak.
Tam abla – kardeş arası sular duruldu diye içimiz rahatlarken senaristler: “Durun, her şey yeni başlıyor.” diyerek olayları alevlendirecekler anlaşılan. Senaryo ve dizinin seyri gereği, işleri çıkmaza götürüp aşkına sahip çıkmasını beklediğimiz Ferhat’ın uyanması için belki de olması gereken hamle bu fakat ben Şirin’in konuşmasıyla yıkıldığımı belirtmek isterim. Eski nişanlısı Yiğit’in Ferhat’a zarar vermesi korkusunu anladım da neden böyle bir yalana başvurduğunu anlayamadım. Banu’ya giderek: “Ferhat konusunda yalan söyledim sana, sırf Yiğit’i kıskandırmak için yalan söyledim.” demesi olayların seyrini değiştirdi. Yiğit’le evlilik kararına artık sıcak baktığını söyleyebilirdi fakat bu konuşmasından sonra artık ağzıyla kuş tutsa Banu’nun Ferhat’a gitmesini engelleyemez. Bu zamana kadar ki “Çok âşığım!” çırpınışları yerine Banu ile Ferhat’ın ellerini birleştirmiş oldu. Bana da bir güzel aklanan Ferhat’la Banu’ya mutluluklar dilemek düşer.
Şirin’in evlenme kararını duyan ve bunu acısını gözlerinden okuduğumuz Ferhat, sonrasında neler yaşayacak izleyip göreceğiz. Reytinglerinin yükselmesi ve daha sahici bir aşk görmek adına benim hâlâ umutlarım var.
Yazımın sonunu bu bölümde Banu’nun çok hoşuma giden bir repliği ile bitirmek istiyorum: “İnsanın sessizliği, kelimelerden daha yakındır gerçeğe.”
Keyifli okumalar…