Site icon Dizifilm BiZ

Yeni Bir Hayat (Doğduğun Ev Kaderindir,19.bölüm)

YAZAR:Şehriban Simay DEMİR

Her insan yeni bir yaşam isteme hakkına sahiptir. Eğer mutsuzsak uyandığımız günü, huzurla başlayıp bitiremiyorsak veya karşımızdaki insanla -kim olursa olsun- aramızda artık sevgi yahut saygıdan eser kalmamışsa o hayata katlanmanın bir anlamı yoktur.

Zeynep de katlanmadı, yeni hayatına merhaba dedi. O, Mehdi’yi çok sevmişti; hiç şüphesiz hâlâ da çok seviyor. Mutlu olmuştu onunla ama ne yazık ki hiç huzurlu değildi. Kalabalık ve problemli bir ailede ufacık bir huzur anına muhtaç hâle gelmişti. Fiziken sevdiği adamla olsa da ruhen bambaşka buhranlar yaşıyordu. Başını her çevirdiğinde eşine yanaşmaya çalışan hamile eski sevgilisini görüyor, kendisini mutlu hissettiği her an onu sözleriyle mutsuzluğa iten Müjgan’la boğuşuyordu. Anne ve babalarının sorunlarında kayboluyor, aralarında sıkışıp kalmaktan asla kurtulamıyordu. Deyim yerindeyse tam bir cehennem hayatı yaşıyordu ve bu yaşamda tutunduğu tek dal Mehdi ve onun sevgisiydi. Fakat Mehdi ne Benal’e ne de Müjgan’a gereken tavrı bir türlü gösteremediği, onun duygularını anlayamadığı için son yaptığından sonra Zeynep’in o evde yaşamak için hiçbir bahanesi kalmadı. Kendini o cehennemden çekip çıkardı çıkarmasına ancak henüz göremese de yeni kurduğu hayatta da huzur bulabileceği bir ortam yok çünkü Zeynep, yine yeniden çok kalabalık ve sorunlu bireylerle dolu bir evde yaşıyor. Söz konusu mutsuz etmek olunca Sakine Müjgan’la yarışır. Nermin sürekli sahiplenici, dediğinin en doğru olduğuna inanan ve bildiğini uygulayan biri. Barış’ı, Zeynep’e ve evin diğer fertlerine sormadan davet etmesindeki fütursuzluğu düşünün. Emine desek her an patlamaya hazır bir bomba gibi dolanıyor etrafta. Aralarında aklı başında, evdekileri yatıştırabilecek bir tek Sultan var, o da ortamı huzurlu kılmaya yeter mi emin değilim doğrusu.

Aslına bakarsanız Sakine ve Sultan aynı mahallede yetişmiş aynı kültürde ayakta durmaya çalışmış kadınlar. İkisi de hayatlarını çocuklarına adamış onlar için mücadele etmişler. Yalnız aralarında öyle bir fark var ki geceyle gündüz gibi ayırıyor onları birbirinden: Düşünce yapıları! Sultan açık fikirli, kendini seven, hayata pozitif bakan, toplumsal kalıpların onu esir etmesine izin vermeyen bir yapıya sahip. Öyle ki kızı mahalleliye göre bir hata mı yaptı? O  büyüdüğü,  benimsediği mahalleyi bırakıp kızı için yepyeni bir yaşama başlayabilecek cesareti gösterebiliyor. Bu hayata tutunmak için bir erkeğin gölgesine ihtiyaç duymayacak kadar da kendine güvenen, takdir edilesi bir insan. Sultan’ın aksine Sakine hayatla mücadelesinde bir erkeğin varlığına ihtiyaç duyuyor. “Erkek ve kadın eşit değildir, erkek daha üstündür.” anlayışını benimsemiş ve bunu kızına empoze etmekten asla çekinmiyor. Kadını muhtaç konuma düşüren ve küçülten dayatmaları kabullenmiş ve kızına da kabul ettirme çabasında. O aslında tam da yaşadığı mahalle zihniyetinin kanlı canlı hâli. Düşünceleri sabit ve Zeynep ne söylerse söylesin değiştirmesi mümkün değil. Düşünsenize Zeynep’in gideceği masum bir doğum günü partisi için bile “Gidemezsin koca aramaya çıkmış derler!” diyecek kadar kızından ve onun dünyasından uzak. Kafasında tek bir kalıp var: “Kadının yeri evidir! Kadın çocuk doğurur, yemek yapar; kocasının hatalarında da alttan alır!” Aldatırsa da ne olacak canım, yapıverir bir erkek evlat bağlar eve kocasını, hiçbir şey olmamış gibi yaşar gider! Erkek değil mi elinin kiri nasılsa… Yazarken bile sinirlerim zıpladı ama maalesef Sakine’nin temsil ettiği toplumsal zihniyet bu yönde çalışıyor.

Toplumumuzda hâlâ çoğu kişi; kadının sadece evinde “hanım hanımcık” oturması gerektiğini düşünüyor. Toplumsal yaşamda kadının yer bulmasına izin verilmediği gibi, çoğu zaman töre ve namus kisvesi altında eğitim hakları bile ellerinden alınıyor. Tüm bunlar yetmezmiş gibi erken yaşta evlendirilip dış dünyadan tamamen soyutlaştırılıyor. Ama en acınası durum ne biliyor musunuz? Bunu yapanların çoğu Sakine gibi düşünen kadınlar. Toplumdaki insanları yetiştiren de bu düşünceleri zihinlerine yerleştiren de yine kadınlarımız. Kimse kusura bakmasın ama söz konusu erkek evlat oldu mu “Ağam, paşam; erkek dediğin ağlamaz güçlüdür!” deyip zihinlerinde onları üstün bir mertebeye taşıyanlar, konu kız evlat olunca “Çok konuşma, edebinle otur, itiraz etme!” diye beyinleri kodlaya kodlaya bu hâle getiriyorlar. Sonra şiddet gösteren, her fırsatta güç kullanmaktan çekinmeyen erkekler ve o erkeğe muhtaç kadınlar yetişiyor ve maalesef bunu, öğrendiğini öğreten ve uygulayan kadınlarımız yapıyor. Sultan, bunların tam zıddını kendine ilke edinmiş bir kadın olduğu için değerli ve sağduyulu. O mahalleden çıkıp da “Benim hayatım, benim bedenim; kadın, başında bir erkek olmadan dimdik ayakta durabilir ama erkek duramaz!” diyebilmek yürek ister!

Bir tek Sultan yahut Sakine değil evdeki tüm kadınlar, bu hayatla mücadele edip ayakta durmaya çalışırken yaralanmış insanlar! Nermin dolandırılmış, aldatılmış; Sakine şiddet görmüş, Emine aldatılmış, Kibrit’i hatta Cemile’si bile travmalı. Zeynep desek bizim hep hissettiğimiz ama kendisinin ilk defa dile getirdiği gibi gerçek yarasını saklamış. O annesinden de Emine’den de değil, ailesi ondan vazgeçtiği için, sevilmediğini istenmediğini düşünerek kendisinden utanmış. “Çevremdeki insanlar bunu öğrenirse hor görülürüm, onlar da  beni istemez.” endişesiyle yaşamış yıllarca. Ta ki Mehdi’yle karşılaşıncaya kadar…

Mehdi onu tüm gerçeğiyle sevdi, saydı, ona değer verdi. Mehdi’nin sevgisini farklı kılan da buydu. Zeynep başı her sıkıştığında, kendisini her çaresiz hissettiğinde yanında onu buluyordu. Yargılamadan, hesap sormadan seviyordu onu Mehdi. Zeynep onun anlayışlı, sabırlı, sevgi dolu hâllerini sevmiş; şefkatine âşık olmuştu. Aynı açıdan baktığımda Zeynep’in daha önce Mehdi’de yaşadığı durumun benzerini şimdi Barış’la yaşamaya başladığını görebiliyorum.Evin kirası için imza gerektiğinde Barış yardımcı oldu mesela. Prensipleri olmasa bile avans vermeyi kabul etti. Nermin için avukatlık yapıp Ekrem’i buldu ve dahası boşanma aşamasında yine en büyük destekçisi olarak Barış yanındaydı. Zeynep evlenme teklifini “Kendimi çaresiz, kimsesiz hissettiğim her an yanımda Mehdi’yi buldum.” diyerek kabul etmiş bir kadın. Şimdi de aynı şekilde Barış bir numaralı destekçisi. Üstelik o, Zeynep’in kafasındaki ideal erkek modelinin -ki o, bu kalıba Mehdi’yi uydurmayı denemişti- can bulmuş hâli gibi. Acaba birbirine tamamen zıt olan Barış ve Mehdi arasındaki farkı görmek ve asıl ihtiyacı olanı seçmek için Zeynep’le Barış arasında bir yakınlaşma olması mı gerekecek izleyip göreceğiz. 

Zeynep, Mehdi’yi unutmaya çalışarak, onu kıskandığı için kendine kızarak ve ağlamamak için direnerek atlatmaya çalışıyor ayrılığı. Mehdi’yse hatalar kervanına birkaç hata daha ekledi bu hafta. O, asla durup düşünmeyen biri. Zeynep neden bana olan saygısını kaybetti diye bir tek defa sorgulamadı. “Ne zaman beni değiştirmeye çalıştı?” diye kurcalamadı bile. Zeynep, o eve Benal geldiği için bu kadar zorlandı yıprandı, Mehdi’yi değişmeye zorlayıp evliliğini bitirdi. Mehdi henüz bunu idrak etmiş bile değil. Bu evliliğin bitmesinin en büyük etkeni Benal’in o evde oluşuyken Zeynep, o evden çıkar çıkmaz hiçbir şey olmamış gibi Benal’in eve geri dönmesini kabul etmesi de hataların en büyüğü. O ne Benal’e ne de Müjgan’a sağlam bir tavır koyabiliyor. Sen çocuğunuzu burada doğurmak istiyorsan kabulüm ama ben burada kalamam o zaman, bile diyememek nerden tutsam elimde kalan bir yaklaşım. Müjgan konusu da en az diğeri kadar kabul edilemez bir tavır. Değil onu dinlemesi, karşısında konuşturması bile olacak şey değil!  Benal’e nikâh kıymak nedir? Mehdi kadar zayıf, manipülasyona açık, kararları değişken pek az insan gördüm. Böyle davranmaya devam ettiği, ortaya net tavrını koymadığı sürece Zeynep’in onu affetmesi mümkün görünmüyor. Tabii bir de Nazlı konusu var! Mehdi’nin gecenin o vaktinde bahane ne olursa olsun bir kadının evine çağrıldığında  ve içki ikram edildiğinde bunun ne anlama geldiğini bilmemesi mümkün değil! Umarım geri dönülmez bir hata daha yapmamıştır.

Tüm bunlar bir yana haftalardır beklediğim acaba Mehdi; Nuh ve Cemile ilişkisini nasıl öğrenecek sorusu da yanıt buldu. Benim şimdi asıl merak ettiğim, Mehdi’nin tavrı. Ya “Bacım, dostumdan daha iyisini mi bulacak?” deyip destek olacak yahut “Sen benim kardeşimdin, bacıma nasıl yan gözle bakarsın?” deyip öfkeyle yakıp yıkacak ortalığı. Ben Mehdi’nin bu durumu öğrendikten sonra Nuh’la yüzleşmeyip Cemile’yle konuşmaya gelmesinden olumlu bir sonuç çıkar, düşüncesinde olsam da Mehdi’nin ne yapacağını kestiremiyorum doğrusu. En fazla “Neden benden sakladınız?” noktasına takılır umudundayım . Elbette Barış Bey’le kahvaltı sofrası her şeyin önüne geçmezse!

Yazımı bitirmeden önce Doğduğun Ev Kaderindir’e başladığımdan beri değinmek istediğim ama asla zamanı gelmediğini düşündüğüm birine, Müjgan’a, bir parantez açmak istiyorum.Yeri geldi gerçekten üzüldüm onun için, yeri geldi empati yapmaya çalıştım; mutsuzluğunun sebebine kafa yordum hak vermeye gayret ettim; Zeynep’e nefretini bile Mehdi’yi paylaşamıyor diye hafifletmeye çabaladım, kendi kalbimde. Ama bu hafta yaptıklarını, Cemile’yle olan tartışmasını ne kadar Polyannacılık yapmaya çalışırsam çalışayım olumlamak, mazur görmek mümkün değil. “Ben sizi seçtim, sen de bizi seçeceksin!” demek, ben mutlu olamadım siz de olmayın diye düşünmek nasıl bir bencilliktir, nasıl bir kötü kalpliliktir. Affınıza sığınarak Müjgan’ı en baştan almak istiyorum çünkü ancak bu şekilde neden bu kadar kalbinin kararmış olduğunu anlayabiliriz diye düşünüyorum. Müjgan, kendini küçük yaşta annesi tarafından okuldan alınıp Mehdi’ye bakmakla yükümlü hâle getirilmiş biri olarak görüyor. Yine annesi tarafından evlenmesine izin verilmemiş, kendini o eve adaması istenmiş. Bir de bunların üstüne hayatının aşkı Burhan’ı değil, kardeşi Mehdi’yi tercih ederek kendince fedakârlık yaparak ailesini seçmiş. Bu yüzden Mehdi, onun için hem bir oğul hem bir baba hem de sevgi denen kavramın ta kendisi olmuş. Halbuki baktığımızda ne yaptıysa Müjgan kendi isteği ve hür iradesiyle yapmış. Belki baş kaldıracak cesareti olmadığından, belki gücü yemediğinden belki de ona öğretilenleri kendi doğrusu saydığından ama sonuçta o, öyle ya da böyle seçimler yapmış, kendi tercihleri doğrultusunda hareket etmiş ve tüm mutsuzluğunu fedakârlıklarına yormuş. Müjgan, başından beri Mehdi – Zeynep evliliğini istememişti çünkü bu Mehdi’nin gözünde ikinci plana düşmek olacaktı, bu yüzden Zeynep’e asla huzur vermedi o evde. Cemile’nin de deyimiyle kâbus gibi çöktü evliliklerinin ve hayatlarının üstüne. Tek istediği, ben ne kadar mutsuzsam etrafımdakiler de o kadar mutsuz olsun ve hepsinin kontrolü benim elimde olsundu.  Değil Cemile’nin başka bir hayat kurmayı istemesi, düşüncesi bile onu çıldırtmaya yetti. “Ben bir kere bile evlenmedim, sen ikinci kez mi evleneceksin?” ne demektir? En sevdiklerinin bile mutlu olmasını istemeyen bir insanla empati kurmam, imkânsız. Kalbi kötülükle dolmuş; bencilliği, çekememezliği çoktan Zeynep’in ötesine geçmiş durumda. Ben tek taraflı fedakârlığın insanın kendine yapmış olduğu en büyük kötülük olduğunu düşünenlerdenim. Kimse Müjgan’dan onlar için fedakârlık yapıp o evde kalmasını istemedi. Evet, annesi bunu ona zorladığında çocuktu ama Burhan hayatına girdiğinde kendi seçimini yapıp bunun bedelini de ödeyecek yaştaydı ve Burhan’ı seçmeyerek kendi tercihini yaptı. Burhan’la gitmek yerine, evde kalmayı seçti ama kaldığı her an da onları kontrolü altında tutup yıpratmaktan başka bir şey yapmadı. Şimdi verdiği yanlış kararları fedakârlık adı altında “ailem” dediği ama mutluluklarına her an çomak soktuğu insanlara dayatıyor. Zeynep’in de dediği gibi bu saatten sonra kimse Müjgan’ı mutlu edemez çünkü kalbi öyle kara, ruhu öyle bencil ki kendi kendini mutsuz edebilme potansiyeli var. Tanıdığım, tanımadığım hiç kimse  Müjgan kadar acınası bir duruma düşmesin dileğiyle… Sevin ve sevgiyle kalın.

Haftaya görüşmek üzere…

 

Exit mobile version