Yazar: Feyza ZENGİN
Küçük bir çocukken en büyük hayalimiz bir an önce büyümek ve belki de daha çok arkadaşa sahip olmaktır. Büyüdükçe hayallerimiz de sahip olduklarımıza ve olamadıklarımıza göre değişir. Annesinden ayrı büyüyen bir çocuğun en büyük hayali “Keşke annem yanımda olsa da beni yanlış yerlere yönlendirse…”, çocuğunu yalnız büyüten bir annenin hayali ise “Koşmasın, oynayamasın ama yeter ki yanımda olsun.” olabilir. Bazı anneler de hayallerine öyle bir kaptırmışlardır ki kendilerini, çocuklarının hayallerini göremezler. Ali, bu bölümde hem herkesin hayalini gördü hem de onları hayallerine sahip çıkmaya teşvik etti.
Hem hayallerimize sahip çıkmayı hem de hayallerimizden asla vazgeçmemeyi Ali bize ve hastanedekilere öyle güzel anlattı ki… Vazgeçmek bir seçenek olarak bile yok Ali’nin lugatında. Yaşadığı tüm zorluklara rağmen “N’apsaydım vaz mı geçseydim hayallerimden.” dedi Nazlı’ya. Ali’den azimli olmanın ne demek olduğunu öğrendim bu bölüm. Nazlı ile yaptığı konuşmada o kadar ikna ediciydi ki Adil Hoca gibi bir bilge ile tekrar konuşmaya gerek bile görmedi Nazlı.
Sadece Nazlı ile olan diyaloğu ile değil, hastanedeki diğer insanlarla iletişimi nedeniyle de Ali’yle çok gurur duydum. Hem hasta hem de hasta yakını ilişkilerinde geldiği nokta, hastaneye yeni başladığı günlere göre o kadar ileride ki… Hasta yakını görünce iki kelimeyi bir araya getiremeyen, hastanın durumunu pat diye yüzüne söyleyebilen o genç asistan artık yok. Kendini geliştiren Ali, oğlunun rahatsızlığını annesine çocuğun yanında söylemek istemeyip anneye odanın dışında konuşmayı teklif etti. Ne kadar yerinde bir davranış… Çocuk dünyasını da çok iyi anlıyor. Kendi çocukluğundan taşıdığı irili ufaklı yara izleri sayesinde bir çocuğu üzen ve mutlu eden şeyleri sezebiliyor. O nedenle o küçük çocuğun kulaklığında neden müzik olmadığını, neden şarkı söylediğini güzelce çözümleyebildi ve annenin çocuğuyla ilişkisini onardı. Daha önceleri başkaları, Ali’nin davranışlarını etrafa açıklamak için uğraşırken şimdi Ali bir çocuğun dünyasına inip annesine onun davranışlarını nedenleriyle anlatabiliyor. Şimdiye kadar sakinleştirilmesi gereken genelde Ali’yken, bu hafta sakinleştirenin o olduğunu izledik. Empati yapmayı öğrenmeye başladı. Farklı farklı kişilerin yerine kendini koyup olayları analiz etti. Otizmli bireylerin sosyal ortamlarda bulundukça davranışlarının gelişebildiği böylece doğrulanmış oldu. Yani Adil Hoca haklıydı. Ali’nin iyi olmak için o hastanede çalışması gerekiyordu.
Ali’nin sadece empati yapma ve iletişim becerisi değil benzetme yapma ve mecazi anlamları anlama becerisi de epey gelişti. Üşüdüğü için karda zıplayan yavru köpek ile annesi mutlu olsun diye yorgun olduğu halde şarkı söyleyen çocuğu birbirine benzetişi ne kadar tatlıydı. Kuş gibi şakımak deyimini de gayet yerli yerinde kullandı. Bakalım daha hangi konularda kendini geliştirip bizi şaşırtacak Ali?
Gelişimine şaşırıp sevinirken Ali’nin çocukluğundan parçalar geldikçe öyle yoğun duygular yaşıyorum ki… O sarıp sarmalama isteği hep yanı başımda o sahnelerde. Yaşadığı tüm dışlanma, ezilme ve ötekileştirmeler karşısında yılmamayı, insanlarla bir arada olmayı seçmiş hep. Bu seçimi için öyle haklı nedenleri var ki… Koskoca hastane ortamı için “Burada da insanlar beni istemiyor, bana kötü davrananlar oluyor, beni istemeseler de onların yanında kalmak istiyorum.” diyor. Yalnız kalmayı hayatında öyle acı şekillerde deneyimlemiş ki o nedenle en büyük korkusu da yalnız kalmak. Şöyle bir gözlerimi kapatıp tekrar o sahneyi gözümün önüne getiriyorum ve gözlerim yine doluyor. Küçücük bir çocuğun duvara tebeşirle çizilmiş bir çöp adamla tanışıp onunla top oynaması ne kadar yürek parçalayıcı. Anne – babalar bazı şeylerin kararını çocukların kalbine bıraksalar eminim tüm çocuklar daha mutlu büyür. Annesi izin vermediği için Ali ile oynamayan o kız, çocuk kalbiyle düşünse Ali’yle oynardı bence. Ali’nin kalbi de hâlâ o günlerde kalmış. Hastanedeki tüm hasta çocukları birbiriyle buluşturup arkadaş olmaları için uğraşması bu yüzden. Şu hayatta hiç kimse, en çok da hiçbir çocuk yalnız kalmasın istiyor.
Çocukların yalnız kalmaması için böyle candan uğraş veren Ali, bir yetişkin olarak kendi de yalnız kalmamak için yoğun bir uğraş veriyor. Bu onu zorlasa da devam ediyor, dış seslere kulaklarını kapatıyor. Küçücük bir çocukken seçtiği bir hedef var, bütün çocukları iyileştirmek ve ölünce cennete gitmek. Hatta cennete gidememekten çok korkuyor o nedenle hep iyi insan olmak istiyor ve kötülük yaptığını düşündüğünde çok üzülüyor çünkü cennete gidemezse abisiyle buluşamaz. Çocukları iyileştirecek, iyi bir insan olacak ve ölünce cennete gidip abisiyle buluşacak. Ali’nin hayata dört elle sarılmasını sağlayan misyon tam da bu.
Bu misyonu uygularken de epey kararlı ve gözü kara oluyor Ali. Öyle ki Ferman’dan çekindiği halde misyonu uğruna kendi bildiğinden de asla vazgeçmiyor. Korkmasına rağmen hayalinin gerçek olabilmesi için ikinci kez gidip Ferman’dan ameliyat izni koparmaya çalışması bunun göstergesi. Ferman’ın da ona karşı ilk başlardaki kadar tepkisel olmadığını düşünüyorum. Kendince haklı sebeplerle Ali’nin cerrahlığı bırakmasını istiyor ama aynı zamanda onu önemsiyor da. Ali’nin teşhisler ve tedaviler hakkındaki tüm önerilerini dinliyor, tartışmasız kabul ediyor. Artık aralarındaki bağın daha da güçlenmesi için Ferman’ın onu ne kadar önemsediğini kendine itiraf etmesi gerek bence. Bunun gerçekleşmesi için de Ferman’a, Ali’ye verdiği değeri anlayabileceği, onu kaybetmekle karşı karşıya kalacağı bir durum gerekli.
Ferman, Ali’ye karşı duygularını adlandıramamışken, Ali temel duygularının oldukça farkında. Adil Hoca’ya dört temel duygusu olduğundan bahsetti. Mutluluk, üzüntü, kızgınlık ve korku. Şimdi bunlara yeni bir duygu daha eklendi, karşı cinsten hoşlanma. Ali’nin mantığı almasa da fiziksel belirtiler, Nazlı’dan hoşlanmaya başladığı yönünde. Kalp atışlarının hızlanması, hıçkırması… İlginç olan ise bu belirtileri Nazlı’dan hoşlanıyor olabileceğini düşündüğünde yaşıyor oluşu. İşine ve hastalara odaklandığında Nazlı, sadece onun için bir ekip arkadaşı. Gözlerini kapadığında ise işler tamamen değişiyor. Nazlı’nın Ali cephesindeki bu duyguların henüz farkında olmadığını sanıyorum. Kendi içinde yoğun yaşadığı başka duyguları var sanki. Bence Nazlı, göründüğü kadar sevgi böceği, dertsiz, tasasız bir kız değil. Bu hafta psikoloğun ona “Sen sorunlarını bastırmaya alışmışsın.” deyişi bana, duygusal zaafının altında ailesiyle ilgili ciddi sorunları olabileceğini düşündürdü.
Karakterler ve olay örgüsü beni oldukça tatmin ederken kafama yatmayan detaylar da var maalesef. Öncelikle Tanju’nun, Adil Hoca’dan hesap sorar tavrı çok doğru gelmedi bana. Hatta hesap sormanın da ötesinde ben ikna olmadım, beni ikna et tavrı vardı Tanju’da. Adil Hoca başhekim, Tanju ise bölüm başkanı. Ast üst ilişkisi gereği böylesi bir diyalog içinde olamazlar diye düşünüyorum. Kafama yatmayan diğer bir mesele de bu ekibin tıptaki uzmanlık alanının ne olduğu. Genel cerrah olarak görünüyorlar ancak hem ortopedi hem kalp hem kulak – burun – boğaz ameliyatını Ferman ve ekibi yapabiliyor. Ferman’ın elinden her şey geliyor ama benim buna inanasım gelmiyor. Bildiğim kadarıyla hastanelerde çocuk cerrahisi ayrı bir uzmanlık alanı, hatta çocuk kalp cerrahisi apayrı bir uzmanlık alanıdır. Böyle önemli noktalardaki özensizliği, dizinin toplam kalitesiyle bağdaştıramıyorum.
Son olarak söylemezsem çatlayacağım birkaç nokta daha var. İki gece uykusuz kalmış olan Demir, ayakta uyuyorken kendini ameliyathanede buldu; üstüne üstlük Ferman, eldivenlerini çıkarıp kapatması için hastayı Demir’e bıraktı. Bu durumdaki bir asistana bu kadar önemli bir ameliyat emanet edilir mi? O kadar uykusuz olan bir adam bırakın milimetrik kalp ameliyatı yapmayı ne bisiklet ne araba sürebilir. Doktor olduklarına göre insanın fiziki sınırlarını biliyor olmaları gerekmez mi? Doktorlar böylesine yoğun çalışırken hemşire Açelya’nın bugüne dek gönül işleri ve ortalık karıştırmak dışında hastanede bir şeyin ucundan tuttuğunu da görmüş değilim ayrıca. Kafamın bir köşesini de bu minik meseleler kurcaladı bölüm boyu.
Hayallerimi düşündürten, pes etmemeyi öğreten ve gelişen Ali ile gurur duyduğum bir bölümdü. İzlerken kendi payıma da çok güzel duygular ve bazı sorgulamalar düştü. Projenin her aşamasında emeği bulunan, yazan, yöneten, oynayan ve çeken herkesin emeğine sağlık. Haftaya önce ekran başında, sonra da Dizi’Sin’de buluşmak üzere.