Site icon Dizifilm BiZ

Vuslat, 29. bölüm

Vuslat ve kahramanları

                                                       Yazar: Sinem ÖZCAN 

Geçen hafta Vuslat’ı izleyememiş ve dolayısıyla da yazamamıştım. Bu hafta açığı kapar ve kaldığım yerden devam ederim diye düşünüyordum. Bilenler bilir, Vuslat benim kıymetlimdir. Birbirine üç aşağı beş yukarı benzeyen TV dizileri içinde ben onun özgünlüğüne, konusunun tazeliğine, çatışmasının giriftliğine, karakterlerinin derinliğine ve senaryo diline vurgundum. Bu tür işlerde yapılan her değişikliğin işin yapısında farklılık yaratacağını bilecek kadar da izleyicilik deneyimim var. Bu farklılığı üç bölüm gözlemleme kararı almıştım, kendi kendime ve geldiğim noktada da çok üzülerek bu kez, bir veda yazısı yazma mecburiyeti hissediyorum.

Son iki bölümü bütün olarak değerlendirdiğimde öykünün temelinde bir değişikliğe gidildiğini görüyorum. Aziz’in manevi yolculuğunun ve Hakk’a visalinin öyküsüydü, Vuslat. Bu da satranç-ı urefa üzerinden yürüyen ve her hafta bir durakta soluklandığımız bir zemine oturtulmuştu. Aziz, Feride ve Kerem’in dedelerinden bugüne ulaşan sır, Aziz’in yolculuğunun çatışmasını oluşturuyor ve Feride’ye duyduğu aşk, ona “hakiki aşk”a ulaşmada bir merhale oluyordu. Son üç bölümde gördüğümse bu yolculuğun geriye itilmesi ve ana çatışmanın bir an önce çözülmesi gayreti oldu. Bu, kalemi tutan ellerin tercihidir “doğrudur, yanlıştır” tartışmasına girmek benim haddim değil. Ne var ki 27 bölüm boyunca atılan düğümler, Zehra Hanım’ın mahalleye gelip bık bık bık konuşmasıyla çözülmeye kalkılırsa ben orada bir “Ne oluyoruz?” derim. Valla dürüst olayım, bir gün Hasibe ile aynı fikirde olacağımı rüyamda görsem inanmazdım ama bölümü izlerken “Hay ağzına sağlık!” dedim, Hasibe Hanım’a. Mahalleye geldiği andan beri bir türlü susmayan, önüne geleni, önüne gelene anlatan üstelik de bunu “Ben konuşmamam gerektiğini bilmiyordum.” tavrıyla gözlerini şaşkın şaşkın açarak yapan Zehra Hanım’a hiç ısınamadım, maalesef. Bu kadar girift bir alt metnin, Zehra’nın sıradan “hikâyecik”leriyle çözülmesini ben anlasam da kabullenemiyorum üzgünüm. Ben “Geçmiş hikâyenin üstünü bir an önce kapamak istiyoruz, o yüzden de alın size açıklama!” aceleciliği sezdim ve bu da hoşuma gitmedi.

Aziz’in yaşananlarla ilgili şüpheleri ve bunun sancılarıyla karşılaştık bu hafta. Aziz, akıl adamı ve akılla yola çıkan herkes gibi şüphe eder, etmeli de burada hiçbir sorun yok. Sorun, gördüğü rüyaları tümden unutarak, gözüyle gördüklerini hatırlamayarak, düzenbazlığıyla meşhur babasının mükemmel tiyatrosuna kanıp Salih Baba’nın dükkânında soluğu alması. Kardeşim sen değil misin, babanı bitirme kararı alan; sen değil misin, komadan çıktığında size bunları yaşatanlardan hesap sormaya ant içen? Sana içirilen zehiri, gördüğün rüyaları da mı Salih Koluber ayarladı diye sormazlar mı adama?

Öte yandan çok değil daha üç dört bölüm önce “Benim sana güvenim tam, ben bize inanamıyorum!” deyip Aziz’e hayatının en ağır cezasını veren, yüzüğü parmağından çıkaran Feride, ne ara Nehir’le avaz avaz kavgaya tutuşacak onu da geçtim Aziz’e “Sen bize inanmıyor musun?” sızlanmasına düşecek kadın oldu? Üstüne üstlük Aziz’in Salih Baba’ya kuşkusunu hangi mantık zinciriyle kendi ilişkilerine bağladı, kusura bakmayın zerrece anlamadım. Benim bildiğim Feride, Nehir’i kendine rakip görmez, yaşadığı ilişkiden de karşısındaki adamdan da kendinden de kuşku duymazdı. Aziz nasıl akıl sembolüyse Feride de sağduyu sembolüydü çünkü benim dizimde.

İçimi en çok acıtansa Kerem… Şeytani zekâsı, ince ince kurguladığı planları ve alev alev yanan intikam ateşiyle tanıdım ben onu. Tahsin’in de Aziz’in de korkulu rüyasıydı, Kerem. Kimse onun ne yapacağını kestiremez, kimse ona önlem alamazdı. Kerem, çatışmanın akışını değiştiren, yolları çıkmaz yapan ve her seferinde kimin kazanacağına karar veren jokerdi. Maalesef ben üç bölümdür o ateş parçası adamın yerinde sadece etraftaki herkesle alay eden, serseri mayın gibi oradan oraya dolanan, herhangi bir planı bırakın, ufacık bir eylemi bile olmayan bir Kerem izliyorum. Kendisine kafa tutan Hasibe’ye dahi ağzının payını veremeyen bir Kerem’den söz ediyoruz. Duygusallığıyla, acılarıyla, öfkesi ve planlarıyla, intikam hırsıyla dolu Kerem, ne yazık ki, bir karton karaktere dönüşmüş. Fırat’ı, Necmi’yi, Abdullah Efendi’yi ve hatta Sultan’ı hiç söylemiyorum bile. Üzgünüm ama Enes’in öğrenim hayatındaki başarılar ya da gömleğinin deseni, Damla ve Yağmur’un kuafördeki dedikoduları hiç ilgimi çekmiyor. Aslına bakarsanız ana çatışmayı beslemeyen hiçbir yan öykü beni ilgilendirmiyor.

Aziz’in kütüphane kurdu olduğu bilgisini sevmiş olsam da eski edebiyata merakını takdir etmiş olsam da Muhibbi’nin beytini okuyan Aziz’e, Altan’ın “Benim senin kadar edebiyat bilgim yok. Anlat da ne dediğini anlayayım.” cevabını ve ardından gelen açıklamaya “Aaaa, aynı ben.” sığlığını da benimseyemiyorum. Haaaa, elbette gerekçeyi çok iyi biliyorum. O dile, o edebiyata vakıf olmayan izleyicinin sesi oluyor Altan ve izleyicinin anlamasını kolaylaştırma hedefi güdülüyor da bunu okul ders kitabı cümleleriyle yapmasak mı acaba? Dizinin bütün ruhunu söküp aldığı gibi, sahnenin de içini boşaltıyor, zira.

Olayları bir an önce çözme arzusu, ortaya birtakım sonuçlar koyuyor elbette; ne var ki eldeki nedenler, o sonuçları doğurmuyor. Yani sağlam çatışmanın olmazsa olmazı neden – sonuç ilişkisi külliyen güme gitmiş. Zehra Hanım’la birlikte ortaya çıkan bir ev meselemiz var, mesela. Faik Bey ve Süheyla’nın yaşadıkları ev. Sonucu sağ olsun Zehra Hanım’dan öğrendik. O ev, Faik Bey’e ve Süheyla’ya mutluluk getirmemiş ve Faik Bey’de büyük acıları var. Buna da peki! Faik Bey, dükkânı satan Hasibe’ye kızdı ve onu cezalandırma kararı aldı. Ceza ne? O geçmişi olan, anıları olan eve taşınmak. Pardon da sen kimi cezalandırıyorsun Faik Bey? Hasibe’yi mi, kendini mi? O evin önünden geçemeyen sen, Süheyla’nın anılarıyla dolu eve Hasibe’yi getirerek kimi pişman ediyorsun? Bu sebep, bu sonucu nasıl doğurdu, anlayan biri sevabına, bana da anlatsın?

Bülent Bey, Tahsin’i kenara çekip “Aziz’in yetkilerini alacaksın, elinden!” ültimatomunda bulunuyor ve oğlunu öldürmekle tehdit ediyor. Bu durumda biz Tahsin Bey’den ne bekleriz? Ya bu kararı uygulamak için bir plan yapmasını ya da Bülent’i alt etmenin bir yolunu bulmasını. Peki, Tahsin ne yapıyor? Aziz’i eve çağırıp kardeşini öldürenin Salih Baba olduğunu açıklıyor. Niye? Çünkü Aziz’in Salih Koluber’le ilgili şüphelerine mantıklı bir zemin lazım ve öyküyü oluşturan kalemler bu zemini hazırlıyor. Eee, peki Aziz – şirket – Bülent Bey diyecek oluyorsunuz. Cevap yok.

Ailesini katleden adamın peşine düşen, bu yüzden yemini bozup yeniden paltoyu sırtına atan Necmi’ye bakıyorsunuz, torunları karşısına alıp en dervişane hâliyle “Ben sadece bekçiyim!” diyor. İyi de kardeşim, o zaman Ali’nin kafasına çuvalı geçirip neden depolarda sorguya aldın, deseniz ona da cevap yok. Kısacası nedenlerle sonuçların bağı koptu, gidiyor.

Şimdi bana “İyi de kardeşim, boş konuşuyorsun, dizinin reytingi arttı.” diyenler olacaktır. Haklısınız da… Bölüm içinde özellikle reytinge sallanan elleri ben de görüyorum. Üstelik bu hafta Feride’nin ağzından işittik “Aziz ve Feride’nin vuslatı” ifadesini. Yani demek ki dizinin odağı da değişiyor. Aziz’in manevi yolculuğu, Aziz ve Feride’nin vuslatına evrilecek. Bu da “benim için” dizinin benzerlerinden farkının kalmaması demek. Birbirini seven ve kavuşamayan âşıklar konusu, Yeşilçam’dan beri farklı varyasyonlarla binlerce defa iyisiyle kötüsüyle anlatıldı. Tamamen kendi adıma konuşuyorum, benim Vuslat’ta aradığım şey Aziz ve Feride aşkı değil. “Bunu anlatacağım arkadaşım!” diyene saygım sonsuz ama o zaman, ben bu yolculukta yokum ve sağda, müsait bir yerde ineyim mümkünse.

Hikâye anlatıcılığını bayılarak izlediğim, enfes rejisiyle bana uzun zamandır unuttuğum tadı yaşatan başta Barış Yöş Hoca olmak üzere, giydikleri karakterleri canı gönülden sırtlayan bütün oyunculara, beni Vuslat gibi farklı bir işle tanıştıran herkese yürekten teşekkür ederim.  “İyi bir şey söyleyemiyorsan sus!” edebi gereği, ben artık sükûtu yeğliyorum izninizle ve haftalar boyu süren Vuslat maceramın sonuna geldim ama dizinin yolu açık olsun. Sürçülisan ettimse affola!

 

 

 

Exit mobile version