Site icon Dizifilm BiZ

Vuslat, 25. bölüm

                                                Yazar: Sinem ÖZCAN

“Keder” de durakladık bu hafta, Vuslat’ta. Feride’nin, Aziz’in, Sultan’ın, Faik Bey’in hatta Fırat ve Kerem’in bile kederlerine tanıklık ettik. Kendi soğuk, söylenişi bir o kadar sıcak bir kelime, keder. “Gönül üzüntüsü” diyor sözlükler ona, bir “gönlünüz” varsa üzüntüsünü çekebilirsiniz demek bu, bence. Her lütfun bir bedeli olur ya, gönle sahip olmak da üzüntü çekmek riskini beraber taşıyor. Aman, üzülmeyeyim diyorsak o yüreğe de elveda, demek gerek ki o da insanı Tahsin Korkmazer yapıyor, işte!

Tahsin Korkmazer, öyle bir kapalı kutu ki onu baştan beri nasıl sıfatlandıracağımı bir türlü kestiremedim, ben. Belki de ısrarla onda insani bir vasıf bulmaya uğraştığımdan olsa gerek, yaptığı onca şeye rağmen ben onu ısrarla görmezden geldim. Oğlunun mezarının başında ağlayan baba görüntüsü gözümün önünden gitmese de bir vakitler Süheyla’ya aşka benzer birtakım duygular beslediğini düşünsem de öyle katı ki kalbi, öyle soğuk ki yüzü, öyle yok ki vicdanı “insan” demeye dilim varamıyor bir türlü. Bir vakitler anasız babasız kalmış çocuk Kerem’i yanına alıp büyütmüş olması, hatta Aziz’i kaybetmekten korkması bile bana duygu belirtisi gibi gelmiyor. Bence Kerem’i, Bülent Bey’e koz olarak kullanmak için yanına aldı, Aziz’i kaybetmek de gücünü eksilteceği için risk taşıyor diye düşünüyorum. Kısacası hep bir art niyet arıyorum, yaptıklarının altında. O kendini Tanrı gibi gören, yenilmeyeceğine sonsuz inancı olan ve yolu kanla yıkanmış da olsa kazanmak için her şeyi yapan bir adam. Ne olduğunu bilemediğimiz bir organizasyonun liderliğini istiyor ve bunun için de kendi çocukları dahil herkesi ve her şeyi kullanabilir. Nehir’i kullanıp atması da bu nedenle hiç şaşırtmadı beni. Tahsin Bey’in sevilir bir tek yanı bile yok. Geçtim sevmeyi, normal bir insan için empatik bulunması da imkânsız. Ancak hakkını teslim etmek gerekir Osman Alkaş, o kadar iyi renklendiriyor ki onu, sahnede onu gördüğüm anda bile tüylerim ürperiyor ve kelimenin tam anlamıyla tedirgin oluyorum. Hele bu hafta Nehir’le yaptığı telefon konuşmasından sonra bir gülüşü vardı ki hayranlıkla izledim. Bir insan, yaptığı kötülükten ancak bu kadar ve böyle zevk alabilir. Elbette, Tahsin Korkmazer’i anlamam da sevmem de mümkün değil, zaten o “Benden nefret edin!” diye bağırıyor ve Osman Alkaş sayesinde de amacına fazlasıyla ulaşıyor. Emeklerine sağlık.

Tahsin Bey’in organizasyonun liderliğini elinde tutma ile ilgili sıkıntılarının olduğunu ve meşhur saate de bu yüzden ihtiyaç duyduğunu öğrendik. Saati ne yapıp edip ele geçirme derdinde ki kendini o “gizli” organizasyona kanıtlayabilsin. Karşısına ilk kez güçlü bir rakip de çıktı. Bu rakip, Feraye ve Bülent Bey’in de kızı. Şimdi kafamdaki aile ilişkisi bir kez daha karmakarışık oldu, bu durumda. Kerem, Bülent Bey’in torunu olduğuna göre Feraye onun teyzesi olmalı. Ancak Madam Aneta’nın tek çocuğu var ve o da Kerem’in annesi Alice. Bu da demektir ki Feraye, Kerem’in üvey teyzesi. Niye didikliyorsun sen bunların soy ağacını bu kadar diyorsunuz, biliyorum ama konu Kerem olunca bu zengin ve güçlü teyzeyi o kadar araştırma yaptırıp da nasıl bulamadı, aklım almıyor? Bu kadar büyük bir detayı atlaması Kerem zekâsına çok yakışmadığından acaba Kerem ve Feraye ortak hareket edip Tahsin’i köşeye mi sıkıştırma peşindeler diye düşünüyorum. Zira bu bölüm, Kerem gözüme fazlasıyla rahat göründü.

Abdullah Efendi, durduk yere elindeki dört çakıl taşını Salih Baba’nın önündeki çanağa bırakıp üstelik ona bir bardak da su getirdiğinde ben de Salih Baba gibi “Hayrolsun! N’oluyoruz?” dedim, kendi kendime. Bölüm finalinde Salih Baba’nın dükkânının önünde maskeli dört adam gördüğümde Abdullah Efendi’nin mesajı da çözüldü. Tahsin Bey’in saati ele geçirmek için tek çaresi Salih Baba’yı korkutup zorlamak olacaktı. Silahlı adamlarıyla dükkânı basıp saati alacak, hesabınca. Salih Baba sıradan adam olsa, plan mükemmel. Gel gör ki o, sen ben gibi değil. Anlattığı hikâyede “En güçlü insan öfkesini kontrol edebilendir.” diyen Salih Baba’dan ne silahlı külahlı Tahsin’e boyun eğmesi ne celallenip yağıp gürlemesi ne de korkup emaneti teslim etmesi beklenir. O “su” gibi berrak gönlüyle keder ona dokunduğunda Allah’a yönelenlerden. İşte, ondandır ki bir bardak suyla müjdeledi onu Abdullah Efendi. “Rahat ol! Su gibi ferah ferah akıp gidecek!” mesajını verip çekildi kenara.

Salih Baba, kederi anlatırken “Kedere düşünce insan kendini sorgulamaya başlar. Kendiyle kavga etmeye başlar. Bu gidiş gelişlerle birlikte çöküş başlar. Ancak yükselişin ilk basamağı çöküştür.” demişti. Bölüm finali de Feride, Aziz, Salih Baba, Sultan kısacası Tahsin’in karşı cephesinde yer alan herkes için çöküş gibi duruyor. Oysa resmi çevirip baktığımızda şu ana kadar en ufak bir hasar bile almayan Tahsin Korkmazer’in çöküşünün başlangıcı olarak düşünmek de mümkün. Bence artık bomba patladı ve ortalık toz duman. Şimdi ne olur? Salih Baba’dan o saati asla alamazlar. Onun bu dünya ile derdi de korkusu da yok. Feride de ölmediğine göre Tahsin Bey, başarılı olamadı demektir. Nehir, kendini tehlikeye atmadan yapabileceği en büyük zararı verdi, Tahsin’le yeni bir iş birliği de fayda sağlamayacaktır diye düşünüyorum ve Tahsin Korkmazer, kibrinde boğulacak diye umuyorum.

Feride, Aziz’in kırmızı çizgisi. Onu öldürmeye kalkmak Aziz’in bütün barikatlarını da önünden çekip almak demek. Olayın ardındakinin babası olduğunu anladığı anda Aziz’i engelleyecek bir güç de kalmayacak. Üstelik annesinin ölümü, zehirlenme vak’ası, kısacası Korkmazer ailesinin özenle sakladığı her şey ortaya döküldüğüne göre Sultan’ı ya da Feride’yi korumak için temkinli olmasına da gerek kalmadı demektir. Hele hele Kerem’i de yanına çekmeyi başarırsa çöküşü yükselişe çevireceği de aşikâr.

Aziz, kendisi bilmese de hedefi “vuslat” olan yolcu. Ne diyor Yunus, Vuslat eri oldun ise, bu dert ile firak nedir / Dostu yakın gördün ise bu baktığın ırak nedir? Aziz’in bütün bilmecesi de bu! İçindeki ayrılık kederi ile yakına değil uzaklara baktığından çareye erişemiyor. Kederi anlatırken “Ancak kötülüklerin son bulduğunda ve iddiaların yok olduktan sonra vuslatın gerçekleşeceğini düşünüyorsan ona ebediyen ulaşamazsın demektir. Fakat Allah seni kendisine ulaştırmak isterse kendi vasfıyla seni örter, kendi sıfatıyla seni kapatır. Yani vuslat sende olanla değil, ondan sana olanla gerçekleşebilir.” demişti Salih Baba. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla dercesine Yalçın’a “Ne aradığımızı bilmezsek, onu bulduğumuzda da o olduğunu bilemeyiz.” dediğinde de benim aklıma yine Aziz geldi. Gerçekte ne aradığını bilmeyen, çareyi yakında değil uzaklarda arayan ve “vuslat” yerine “firak”a düşen Aziz… Doğru yere bakmayı, doğru adımı atmayı ve doğru yolda yürümeyi öğrendiğinde yükselişe geçecek olan Aziz ve dünyaya yüz çevirmeyi öğrenmedikçe de kederden kurtulamayacak olan yine Aziz.

Nehir’in eteğindeki taşları döküp Korkmazer bataklığında olup biteni ortaya saçması, Aziz kadar hatta belki ondan da çok Sultan’ı sarstı. Annesini de babasını da aslında bilip yine de yüreğindeki iyilik nedeniyle gerçek yüzlerini kabullenmekten kaçan Sultan, aldığı bu darbeyle darmadağın oldu. Kerem, çok haklı o Korkmazer ailesinin vicdanı. Vicdan yok olduğunda geriye kalan saf ve keskin bir zalimliktir. Zulmü durduran güç aradan çekildiğinde gazap, en çok zulmü yaratanı vurur. Bunu en iyi bilen de kendi vicdanını bile isteye öldüren Kerem olacaktı, elbet. “Savaşmalısın” diye kız kardeşini zorlarken belki de hiç farkında olmadan kendisine de bir fren koymaya çalışıyordu. Nehir’in çöp kovasını dünyanın orta yerine boca etmesi, dengeleri de tümden değiştirecek ve bence Kerem’i, Aziz’e bir adım yaklaştıracaktır. Tahsin Korkmazer ancak çapraz ateşle durdurulabilir çünkü.

Bu arada Sultan ve Kerem’in orman sahnelerindeki çekime ben yine vuruldum. Ürkütücülüğü, soğukluğu, karanlığı ve bilinmezliği o kadar dozunda ve o kadar estetik ayarlanmıştı ki izlemeye doyamadım. O sahneye anlam olarak tam karşıt olacak biçimde Feride ve Aziz’in salıncaktaki sahnesini kurgulamış Barış Hoca. Güneş ışığının Feride ve Aziz’in yüzlerindeki oyunları sahneye çok doğal ve çocuksu bir neşe veriyordu. Aydınlık, ferahlık ve huzur duygusu, ışık oyunlarıyla çok güzel geçirildi ve o sahnenin iyimserliği ardından gelen orman sahnelerindeki kötücül havayla çok hoş bir tezat yaptı. Bir de söylemeden geçemeyeceğim Hasibe’nin fenalaşıp bayılma sahnesi var ki bayıldımmm. Dünyanın dönüp dönüp Hasibe’nin başına yıkıldığı o anlar çok başarılı ve çok etkileyici verilmişti. Dalgalanma, kayma ve dönme hareketleri çok doğru ayarlanmış, izleyiciyi yormayan bir etkileyicilikle verilmişti. Çekim hızı, kameranın dönüşleri ve hele Hasibe’nin yere düşüşü harikaydı. Elinize, emeğinize sağlık Barış Yöş ve Tolga Çetin.

Sezon finali tadında bir son yarım saatle veda ettik bu hafta Vuslat’a. Önümüzdeki haftanın da aksiyonlu ve çok dolu olacağı şimdiden belli oldu. Sabırsızlıkla geçecek bir hafta bekliyor beni, yine. Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde büyük yük omuzlayan herkesin emeklerine sağlık.

 

Exit mobile version