Yazar: Sinem ÖZCAN
İlk bölümün dingin ve sevimli etkisi sayesinde sabırsızlıkla bekledim Ver Elini Aşk’ın ikinci bölümünü. Kaan’ın dedesine ilk yalanında kalmıştık geçen hafta. Yalan, yalanı doğurur. Başladın mı duramazsın. Belliydi, birbiri ardına dümen, dolap, hile hurda geleceği. Kaan, anı kurtarmak için Ayperi’yle evli olduğunu yumurtladı yumurtlamasına da önü ardı düşünülmediği, planı yapılmadığı için boşluğu, gediği fazla bir yalandı bu. Emin Ağa, cin gibi adam. Tamam, beklemediği yerden gol yedi; tamam, Su’yu da çok sevdi filan ama önüne konanı sorgusuz sualsiz kabullenecek adam da değil.
Ayperi ise Su’ya zaafı yüzünden hiç alışık olmadığı karmakarışık bir durumun göbeğinde yer aldı. O da zehir gibi kız ama Emin Ağa gibi hazırlıksız yakalananlardan biri de oydu. Yine de iyi ayak uydurdu, açık vermedi ve hatta benim düşündüğümden çok daha inandırıcı bir performans çıkardı.
Kaan, yalana dolana çapkınlık maceralarından çok alışkın. Anlık kararlarla zor durumlardan sıyrılmak onun işi. Bu defa da hem dedesini hem Ayperi’yi kandırıp oyununa alet etmeyi ilk anda başardı. Ne var ki ikisi de Kaan’ın yalan söylediği Barbilerden çok farklı… İlk anın şokunu üstlerinden atınca Kaan’ı çok zor günler bekliyor.
Dede – torun savaşında tam ortada kalan Ayperi olayın en masum halkası. Tek derdi İstanbul’a yenilmemeye kararlı ablasını bulup köyüne dönmek onun. Pırıl pırıl yüreği Su’ya dayanamayınca Kaan’ın dünyasına girmek zorunda kaldı. Aslında kendini o dünyaya da Kaan’a da kaptırmadan çok iyi idare ediyor – du. Ancak Ayperi baştan ayağa doğal bir kadın, oyuncu değil. Bu kadar entrika bünyesine ters. Hele söz konusu aile büyüğüne söylenen yalan olunca onun düz ve dolaysız zihni Kaan’a eşlik edemez. Bu da onu Kaan’la karşı karşıya getirecekti, kaçınılmaz olarak. Kaan’a karşı da dimdik durup bildiğinden şaşmaz ve geri adım atmazdı elbette ki öyle de oldu. Sonuçta Kaan onu kovduğunda da Su’ya hiç kıyamamasına rağmen dümdüz yürür ve gider o kadın, gitti de…
Kaan’a gelince henüz onun iç dünyası hiç derinleşmedi ancak bir adamın bu kadar anlık yaşayan, çapkın ve sorumsuz olmasının bana göre birkaç nedeni vardır. İlki, “boş” bir adamdır. Sığdır, çok şey beklemez ve skor peşindedir. Kaan, bu şıkka uymuyor kızıyla ilişkisi ve ona sorumluluğu bu duyguya yabancı olmadığını ve sığ bir adam olmadığını gösteriyor. İkincisi, geçmişte bir yerlerde bir darbe yemiştir ve aşamadıklarını böyle telafi etme, kapatma derdindedir. Sorun bu mu? Bilemiyoruz ama çok kişisel fikrim bu da değil diyor. Kaan, aşk acısıyla hatta aşkla tanışmış gibi durmuyor çünkü. Son şık da yetiştirilişindeki arızadandır. Şımarık büyütülmüştür, herkesi ve her şeyi kullanabileceğini küçük yaşta öğrenmiştir ve derin bir aile ilişkisi yaşamamıştır. Mine’yi, Fedai’yi ve hatta Emin Ağa’yı düşününce Kaan’ın üçüncü şıktan olduğunu düşünmekteyim ben.
Kaan’ın kızıyla ilişkisine bakınca sezgisel olarak doğruyu bulabilme yeteneği olduğunu görüyoruz. Yine içinde bir yerde zorda kalınca ortaya çıkan bir sağduyu ve sorumluluk duygusu da var. O zaman, Kaan’ın yeni baştan eğitilmesi gerekecek. Eee, bu iş de Ayperi’ye düşüyor. Benim ona güvenim tam. Kaan’ı itinayla hizaya sokar. O “şehir camışı”ndan çok güzel seven bir adam yaratır. Ben de oturur, keyifle izlerim.
Bir sürü yerli dizide “yalan” üzerine kurulu çatışmalar izledik, izliyoruz ve izleyeceğiz. Ancak hep dediğimi bir kere daha söyleyeceğim benim sevgili senaristçiklerim yazıyorsa bir öyküyü olay asla uzamaz. Birinci bölümün sonunda yalan söylenir ve ikinci bölümün sonunda açığa çıkar. Çatışma yaratılır, sündürülmez, işlevi bitince çözülür yerine daha güçlüsü konu
Yan öyküler, bu hafta ilk bölümde ipuçlarını aldığımız biçimde geliştirilmişti. Mesut’un ilk görüşte (hatta görmeden) âşık olduğu Kiraz; anlaşılan İstanbul’a kocaya kaçarak gelmemiş. Derdi İstanbul’la… Savaşacak ve onu yenecek… (A. Ferda Eryılmaz ve Nehir Erdem öyküsünde zayıf kadın olmaz, demiştim değil mi) Şimdilik Mesut’la yolları teğet geçiyor ama elbette kesişecek. Gerçi bu kesişme biraz daha uzarsa Mesut, ya devirdiği çamların altında kalacağından ya da arabesk zehirlenmesinden ölecek. Müthiş sıcak, müthiş sempatik ve müthiş gerçek bir tipleme olmuş Mesut. Mesut Yılmaz’a zaten bayılırım ama bu kadar doğru bir karakterde gerçekten hayranlıkla izliyorum. Hele o Cengiz Kurtoğlu söyleyen sarhoş Mesut’u ağzım açık izledim. Yazana da canlandırana da helal olsun.
Oğuz, Lalin tarafından fena hâlde serseme çevrilmiş durumda. İki çapkının arasında yıllardır yaşayıp da onlara zerre benzememeyi başaran adam, çılgın kızın oyuncağı olacak gibi. Oğuz karakterini ilk gördüğümde çok sevmiştim. Bayılırım tepkisizlikten komedi yaratan tiplemelere. Gökay Müftüoğlu da Oğuz’a çok yakışıyor. Görünenin aksine çok zor bir rol Oğuz. Bu kadar donuk bu kadar mimiksiz bir adamı sevdirebilmek de maharet ister. Ben çok sevdim, valla. Ağırlığı arttıkça dizideki en favori karakterim olabilir.
Lalin’e gelince çok şirin bir kimlik o. Şirin, çılgın ve gözü kara. Onun cıvıl cıvıllığı Oğuz’un donukluğuyla çok güzel bir tezat yapıyor. Oğuz gibi bir adam ancak böyle bir kızdan etkilenir ve ona âşık olabilir. Lalin’in deli doluluğu Oğuz’u ürkütse de onun çekimine kapılmaktan da kaçamayacaktır.
Mine’de Asuman Dabak’a apayrı bayıldım. Mine son derece itici bir kadın. Onun iticiliğine sevimlilik katmayı nasıl başardı bilemiyorum ama ekranda görünce “ıyyyy” dediğim değil “Hah!” dediğim bir tipleme çıkmış. Gerçekten tebrikler.
İlk bölüm Ali İl’e bayıldığımı söylemiştim. Hâlâ ilk izlenimim sürüyor. Çok başarılı ve Sevda Erginci’yle uyumları çok iyi ama bu hafta bende birinciliği Sevda Erginci’ye kaptırdı. Daha önce onu izlemediğime gerçekten pişmanım. Şaşkınlığına, öfkesine, üzüntüsüne, sevgisine kısacası yansıttığı her duygudaki nüanslarına bayıldım.
Söylemeden geçemeyeceğim, bir tek bana mı öyle geliyor bilemiyorum ama, onda Türkan Şoray’ın gençliğindeki havayı buluyorum ben. Hele bu hafta otelde Kaan’ın birlikte olduğu kadına yaptığı eşek şakasını ağacın ardından izlerken bir an Türkan Şoray’ı görüyor gibi oldum. Kast ettiğim yanlış anlaşılmasın: Fiziksel benzerlikten de bir taklitten de söz etmiyorum. Kast ettiğim tamamen bir duruş benzerliği. Benim Türk sineması için tartışılmaz bir numaram Türkan Şoray olunca bu etki daha da hoşuma gitti.
Son derece natürel, son derece yalın bir oyunculuğu var Sevda Erginci’nin ve Ayperi’nin ruhunu çok iyi çıkarıyor ortaya. Zevkle izliyorum.
İlk bölümde kurguda ufak tefek de olsa aksamalar vardı ve sık mekân değişimleri bende kopukluk duygusu uyandırmıştı. Bu hafta rejideki eksiklerin kapandığını düşünüyorum. Risksiz ama temiz bir akış vardı.
Ver Elini Aşk için benim belki de tek eleştirim müzikler… Jenerik müziği çok daha az kullanılmalı. Ayrıca bu güçlü öykü, bence çok özel müzikleri hak ediyor. İnce düşünülmüş, duyguya göndermesi olan ve bölümlere has melodiler duymak istiyor kulağım. Müzik, film için de dizi için de gizli silah doğru kullanırsanız güç katıyor, aksi takdirde kendinizi vurmanıza neden oluyor. O nedenle klişeden uzak, öykünün ruhunu yakalayan ve mutlaka göndermeleri olan müziklerle desteklenmeli hem de çok acil olarak.
En küçüğünden, en büyüğüne; ekran önünde ve arkasında emeği geçen herkese teşekkür ediyor ve Ver Elini Aşk’ın hak ettiği izlenme oranını fazlasıyla almasını diliyorum.