Yazar: Ayça AKMAN
İlginç bir oyundur satranç. Yeterince zeki, sabırlı ve öngörülü bir savaşçının ellerindeyse taşlar, piyonlar vezir olur; vezirler kenara konur. Cengiz Erkmen, Hümeyra’yı satranç masasına davet edip “Geç karşıma, galip gelmek hoşuma gidiyor.” dediğinde, Hümeyra’nın verdiği “sana rakip olamam ben satranç bilmiyorum “cevabı, kulaklarımda çınlaya çınlaya ona koymuş olduğum şerhi erken kaldırmanın pişmanlığıyla alıyorum bu kez kalemi elime ve merhametten maraz hâsıl olur deyişinin canlı ifadesiyim an itibariyle.
Tam bir satranç oyuncusu Hümeyra artık benim gözümde. Sabırlı, motivasyonu kuvvetli, zeki ve sinsi. Mağduriyet kisvesi altına sakladığı intikam duygusu hâlâ çok sıcak, mezarlıktaki konuşmaları hatırımızda. Cengaver edasıyla çıktığı bu erkek egemen âlemin arenasında – ne kadar seviyor olsa da – o meş’um 93 yılında yazgısıyla oynanmış diğer bebek Kaan, onun en büyük projesi… Yalanlar üzerine kurulmuş hayatı en az Cihangir’inki kadar sorunlu benim nezdimde. Hayatında baba figürü olmayan bir erkek evlat nasıl yetişebilirse öyle yetişmiş, hiç tanımadığı yasını bile tutamadığı babasının intikamını büyütmüş içinde. Koşulsuz güvendiği iki insan var: Doktor amcası ve anne dediği Hümeyra. Ne var ki bu kader yolcusuna hayat pek merhamet etmemiş. Belki yeri dolmayan baba boşluğundan belki de belirsizlikler arasında yönünü kaybettiğinden kendi deyişiyle kumpasa gelip iki yıl önce hırsızlıktan hapse düşerek beş yıl yemiş ve polisle işbirliği yapana dek de iki yıl yatmış içeride. Alsaydık onu karşımıza hayatının kısa bir özetini isteseydik ondan duyacaklarımız bundan fazlası olmayacaktı çünkü o, bu kadarını biliyor. Biz seyircilerse dışarıdaki göz olarak kendi zihinlerimizde yavaş yavaş bir yapboz çözer gibi yerleştiriyoruz yerlerine onun hayatının eksik parçalarını ki bu bize Cihangir karakterinde fazlaca tanınmayan bir ayrıcalık. Cengiz Han’ın öz oğlu olduğunu öğrendik geçen bölüm fakat annesini bilmiyoruz, onu annesinden ayıran şey her neyse henüz hikâye bize sunmadı.
Vasiyette adı geçtiğine artık emin olduğumuz Kaan, Nadir‘den boşalan koltukta bulmuştu kendisini geçen hafta. Eren Karabulut hakkında çok şey bildiğini söyleyen bir karakterdi, Nadir. Telefondaki o ses Kaan’ın hapse düşmesinin perde arkasını aydınlatacak bilgilere sahip olduğundan emin olmasa yönlendirmezdi oğlunu onun evine elbet. Lakin Nadir, söylemek istediklerini söyleyemeden anahtarını yeni sahibine teslim edip, muhtemelen Cengiz Han’ın emriyle, kaybolup gitti geçen bölüm; çantasının sırrını, kütüphane maceralarını ve kalbimi de beraberinde götürerek. Veliaht belli ki ancak liderin izin verdiği kadar bilgiye, onun istediği zaman ulaşabilecek ve Eren Karabulut’ un Halka’ya neden isyan edip İlhan’ın kardeşini öldürdüğünü öğrenmemiz biraz zaman alacak.
Kaan ve Cihangir cephesinde itiraflarla pekişen ve kısa bir süre sonra iş ortaklığına dönüşecek olan kuvvetli bir dostluğun temellerinin atıldığına şahit olduk bu bölüm. Cihangir, ailesi dışında sadece İrem’le paylaşmış olduğu hafıza kaybı problemini anlatarak o gece müzikholde Terzi’yi vurmuş olduğunu itiraf etti arkadaşına. Kaan’ın anlaşılmaz şekilde bir soygunla suçlanıp polisten kaçmasının ayrıntılarını da bu konuşmalar esnasında duymuş olduk. Şöyle bir geriye gidip Kaan’ın hayatını etkileyen olayların uçlarını birbirine bağlamaya çalıştığımda tam da burada tıkandığımı fark ettim ben. Polisten kaçarken onu arayarak yardım edeceğini söyleyen Terzi’yle müzikholde buluşması, Kaan’a “Seni harcayalım istemişler ama beni unutmuşlar, ağababalarını tanıyorum.” demiş olsa da Terzi’nin oraya öldürmek niyetiyle gittiğini biliyor olmamız, dakikalar sonra onun Cihangir’ in silahından çıkan kurşunlara hedef olması ve en nihayetinde Cihangir‘in bu mekânda onu bulacağını nereden bildiği bir türlü birbirine kavuşmayan uçlar. Gerçi Terzi onu okulda sıkıştırdıklarında Kaan ve Cihangir’ e sorularınızın cevabı Vekilharç ‘ta diyerek ipucunu vermişti fakat taşlar hâlâ yerlerine oturmuyor benim zihnimde. Vekilharç kırmızı odanın emrinde. Odada kim var? Hümeyra ve Cengiz. Vekilharç’ın onların bilgisi dışında bir şey yapması mümkün mü? Değil. Cihangir onu Çağatay’a teslim ettiğinde “Unuttukların bende hata yapıyorsun?” diyen kimdi? Yine o.
Psikiyatr Halit, Halka’nın has adamı, muhtemel hafıza kaybının da sorumlusu. Terzi; Tepeliler ve Vekilharç‘tan sonra gelen yegâne kara kutu. Halka’nın bilgisi dışında bir şey yapması mümkün mü? Değil. Tüm bu insanlar başka büyük bir güce çift taraflı çalışmıyorlarsa benim vardığım iki sonuç var: Müzikhol buluşması tüm hikâyenin kırılma noktası, buna özellikle dikkat çekmek isterim çünkü bu zaman dilimi Cihangir‘in hafıza kaybının başladığı, Kaan’ın hapse girdiği, Terzi’nin Berlin’e gittiği tarih. Bir noktada yurt dışı macerası bile sorgulanır hale geliyor benim gözümde tüm bu veriler üst üste konduğunda. Cihangir kendisiyle ve Kaan’la ilgili sırra zamansız ulaştığı için susturuldu muhtemelen liderler tarafından.
Kaan’sa güvenlik gerekçesiyle kırmızı odanın çekindiği veya tanımlayamadığı bir düşman nedeniyle iki yıl hapis kaldı ve oğlunu hapse götürecek yolun taşlarını Cengiz Han’ın bilgisi dâhilinde yahut tek başına emin değilim, bizzat Hümeyra döşedi. İstihbarat şefi Altan’ın Kaan’ın sorgusuna bizzat girmesi varsayımımın en büyük dayanağı. (Hatırlarsanız Altan daha önce de Bahar‘ı casus olarak Cemal Amir’in yanına yerleştirmiş Halka’ya haber uçurmuştu. Kaan’ın muhbir olarak deşifre olma riski belirince de Hümeyra istihbarat şefiyle birebir görüşerek sözcüleri aradan çıkarmıştı). Kasetleri polise ve oğullarına gönderirken de, Kaan’ın polisle işbirliğini alttan alta teşvik ederken de, onu Tepeliler’ in yanında işe sokarken de bunları ince ince planmış olduğuna şüphe duymuyorum artık. Kaan’ın Cengiz Han’ın oğlu olduğunu öğrenip yok etmek isteyenin kim olduğunu (tabii eğer varsa) keşfettiğimizde Hümeyra’nın yaptıkları bir zemine oturur diye düşünüyorum. Yoksa ki bu benim en büyük endişem, son derece duygusuz ve soğukkanlı bir insanla karşı karşıyayız demektir. Bu yüzden,’ama’ sız ‘keşke’ siz pırıl pırıl bir ipucunun tez elden salınıp zihin yangınımızın bir nebze söndürülmesi şu an için tek temennim.
Bahar’ı, Terzi’nin;anahtarı, Kaan’ın ellerine bıraktığımız yerden başlamıştık bu hafta Halka’ya. Bahar eski fotoğrafların arasında babasının izini sürerken Terzi, Çağatay’la ‘polis kızdan’ nasıl faydalanabilecekleri konusunda fikir alışverişi yapma peşindeydi, bense Terzi’nin nasıl olup da okulda beliriverdiği sorusuna takılmıştım. Onu babasının okuluna götüren fotoğraftan üç kişi haberdardı: Cemal Amir, Kaan ve Doktor. Bunlardan biri olamayacağına göre iki arada bir derede okul müdürü avukatın Halka‘ya haber uçurduğunu varsaydım pek tatmin olamasam da. Tabii sonra Halka’nın uzunca bir süre Altan vasıtasıyla Bahar’ı kullandığı gelince aklıma işler netleşti. Bahar’ın orada keşfettiği fotoğraf, babası Kemal Berkes’i Eren Karabulut ‘a bağlayınca bana yine derin bir of çekmek düştü çünkü bunun tek açıklaması doğal olarak polis babanın zamanında ya muhbir ya da örgütün has adamı olarak çalışmış olduğuydu. Cemal Amir’in “Babana bile güvenmeyeceksin!” sözüyle birleşince bu keşif, şimdilik ikinci olasılıkta karar kıldım. Bu noktada Cemal Amir’in can dostuyla ilgili Bahar’dan sakladığı bir şeyler olduğunu varsaymak, örgütün onu öldürdüğünü de işin içine katarsak pek yanlış olmaz. Yine dönüp dolaşıp eski yazıyla yazılmış defterin deşifresine dayanıyor iş. Hem Cemal Amir’in ellerine düşmüş Terzi’nin sorgusunda hem de defterin gizli satırlarında saklı birçok şey ve şüphesiz beklemek düşüyor yine bizim payımıza, ne çare.
Hümeyra da ufak bir sorguya alındı bu hafta. Cemal Amir nihayet beynindeki kuşkucu hücreleri çalıştırıp herkesten ve her şeyden şüphelenme moduna geçti ki içimden geç bile kaldın diye geçirmeden edemedim. Halka, Cengiz, Nadir ve Eren Karabulut’un zamanında ağırlığı olan kabadayıları sordu ince ince. Hümeyra, Nadir sorusuna ‘’Babamın zamanından eskilerdendi, Eren de çok sevip saygı duyardı.” cevabını verince küçük bir aydınlanma yaşadım desem yalan olmaz. Ya, babam da kocam da ellerinde silahla öldüler diyen kabadayılar âleminin içine doğmuş bu insanın babası, Halka’nın ilk kurucularındansa? Cengiz’in ona canını ve kanını emanet edecek kadar güvendiğini düşününce bu bana hiç imkânsız gelmiyor.Liderin yanındaki itibarı atadan miras belli ki. Bu, ilişkinin içyüzünü tamamen açıklamasa da bir parça aydınlatabilir diye düşünüyorum. İtibar demişken, örgütle ilgili kafama takılan bir iki hususu da belirtmeden geçemeyeceğim. Anahtarın Vekilharç’tan randevu almak için kullanıldığını artık bilmeyenimiz yok. Çorbacıdaki kasaya anahtarı gönderiyorsunuz, bir kişi kafasını uzatıp sizi şöyle bir süzüyor, randevuyu kapıyorsunuz. Öyleyse galeride iki kafadarı karşılarında gördükleri an hissettikleri şaşkınlık neden? Çorbacıdaki eleman, kimin randevu istediğini Vekilharç‘a söylemiyor mu? Her anahtarı veren düdüğü çalıyorsa nerede kaldı güvenlik, nerede kaldı saygınlık? Burayı hiç inandırıcı bulmadığımı söylemeliyim. Bir de Çağatay konusu var. Yahu bu adam asi değil mi? Lider defalarca yurtdışına git demesine rağmen itaat etmiyor, yanınızda gezdireceğinize cezasını kessenize! Onu geçtim, Nadir’i yakıyordu neredeyse, o yetmedi üzerine bir de kaçırdı, babasını bulmaya ant içmiş, herhâlde hâl hatır sormak için değil! İsyankâr bir oğlu susturamıyorsa Halka, ben onun gücünü sorgularım kimseler kusura bakmasın!
Kaderi sil baştan yazdığını düşünenler de onun bir oyuncusudurlar aslında. Açılmaya görsün eski defterler, kim borçlu kim alacaklı yazgı belirler. Halka’nın alacağını zekice planmış bir soygunla tahsil etti Kaan’la Cihangir. Fırsat, umut edene ve beklemesini bilene geldi. Cabbar’ın anahtarı için, Vekilharç‘a emir veren liderin kimi seçtiğini haftaya öğreneceğiz ama Kaan’ın anahtarı açacağı kapıyı buldu bu bölüm ve ortaklar sonunda liderin sözcüsünün karşısına dikildi, piyonlar vezir oldu, Halka’ya buyur edildi. Boşuna dememiş şair, ‘’…bir bildiği vardır kaderin, şimdi olacak bir şey yarına kalmaz, yarına kalacaksa bugün olmaz. Bütün mesele hazır olmakta… (W.Shakespeare)”
Yazan, yöneten, oynayan ve emek veren herkesin yüreklerine sağlık.