Site icon Dizifilm BiZ

The Handmaid’s Tale*

                                                           Yazar: Cevher Nefise YAZICI

The Handmaid’s Tale, Margaret Atwood’un aynı adlı kitabından bir uyarlama. Daha önce aynı isimle de filmi beyaz perdeye aktarılmış. Dizi, Amerika’da yaşanan distopik bir devlet yapısını ve gelişen olayları anlatıyor.  Bu distopyayı anlamak dizideki birçok şeyi kavramamıza yardımcı oluyor, o yüzden işe buradan başlayacağım.

Amerika’da süregelen radyoaktivite ve kirlilik, insan ırkını oldukça tehlikeli bir durumla karşı karşıya getiriyor: kısırlık. Doğum oranları o kadar düşüyor ki bir eyalette bir bebek doğacağı zaman halk alarm durumuna geçiyor ve yaşam neredeyse duruyor. Yollar, caddeler bebek hastaneye yetişsin diye boşaltılıyor, insanlar hastanelerin önünde hiç tanımadıkları çiftlerin bebekleri dünyaya gelebilsin diye dua ediyor. Bildiğimiz Amerika’nın Gilead’a** dönüşmesinin en temel nedeni bu.

Bir süre sonra totaliter bir yapılanma yönetimi ele alıyor: Yakup’un Oğulları. Her şey yavaş yavaş oluyor. Terörist saldırılar, asla yakalanamayan suçlular, uzun süren bir OHAL dönemi. Bizler için tanıdık bir senaryo öyle değil mi?

Değişimin ilk hedefi elbette kadınlar. Önce kadınlar işten çıkarılıyor, sonra banka kartları iptal ediliyor, sonra “toplanıyorlar”. Aynı Nazi kampları gibi “red center”lar *** var.

“Meclis binasında katliam yaptıklarında, suçu teröristlere attıklarında, anayasayı askıya aldıklarında hiçbirimiz uyanmadık. Geçici olduğunu söylemişlerdi. Zaten hiçbir şey bir anda değişmez, içinde olduğun kazan yavaş yavaş ısınırken farkında olmadan haşlanarak ölürsün.” diyor dizinin ana karakterlerinden Moira.

Toplumun tamamı tabakalara bölünüyor:

Düzenin kurucuları olan kumandanlar – Mr. Watterfred

Kumandanların soylu ancak “verimsiz” eşleri – Mrs. Watterfred

Hâlâ doğum yapabilen damızlık kızlar – Offred, Ofwarren

Alt tabakaya ait kısır hizmetçi kadınlar – Marthalar

Alt sınıftaki erkeklerin eşleri olan ekonokadınlar

Damızlık kızları yetiştiren “teyzeler”

Dönemin fahişeleri jezebeller

Cezalandırılmak üzere gönderilen koloni kadınları

Ve düzenin koruyucuları, istihbaratçı “gözler”

Bu düzenin temel dinamiği kadınlar. Bu sosyal sınıflandırmayı da daha çok kadınlar üzerinde görüyoruz. Üstelik bu sınıflandırma oldukça görünür, kıyafetlere de yansıyor. Soylu kadınlar, mavi; Marthalar, yeşil; damızlıklar, kırmızı; teyzeler kahverengi kıyafetler içerisinde toplumda yer alıyorlar. Başka herhangi bir kıyafet seçeneği kimse için mümkün değil.

Dikkat çekici bir ayrıntı da konuşma dilinin çok sınırlı olması. Kimse, herhangi biriyle normal, günlük bir sohbete giremiyor. Belirlenmiş kalıp cümleler var ve bunların dışına çıkmak bir suç unsuru. “Tanrı, meyveni kutsasın”, “Tanrı, yolunu açsın”, “Tanrı, bize güzel bir hava bahşetmiş” dizide en çok duyduğumuz cümlelerden.

İşin komik tarafı bunca kötülüğün bir şekilde Tanrı adı ile bağdaştırılıp yapılması. Bizler için yeniden tanıdık bir senaryo öyle değil mi? Bu devlet düzeni içinde damızlık kızların varlığının dayandığı ana tema, İncil’in ayetleri. Çocuğu olmayan Yakup’un, eşinin izni ile cariyesiyle birlikte oluşu dizi içerisindeki “seramoni”de her seferinde tekrarlanan bir pasaj. Kendilerini Yakup’un oğulları olarak görüyor ve bu sebeple damızlık kızları sahipleniyorlar. Öyle ki damızlık kızlar, ait oldukları kumandanların isimleri ile isimlendiriliyor. Daniel’ınki demek için Ofdaniel, Fred’inki demek içinse Offred. İsmin başına gelen bir -of takısı yeterli. Ta ta ta… Damızlık bir kız oluverdiniz. Üstelik bu isimlendirme sonucunda belki onlarca Offred karakteri ortaya çıkabiliyor. Kadınlar değişse bile ait oldukları kumandan değişmediği için hepsi aynı adı alıyor.

Tüm bu olan biteni Tanrı adına yaptıklarını söylüyor, Tanrı adına cezalandırıyor, ödüllendiriyor, yaşatıyor ve öldürüyorlar. Erkekler, damızlık kızlarla ilişkiye girerken eşleri de yanlarında oluyor. Sanki ilişkiye girdikleri eşleriymiş gibi. Damızlık kızların doğumu başladığında soylu eşler de hayali doğum sancıları çekiyorlar. Sanki gerçekten onlar doğuruyormuş gibi.

Sistem; çalışan “kadınları”, öğretim görevlisi “kadınları”, asker “kadınları” toplumun üst mevkilerinde konumlanmış ve önceki hayatlarını başarılarla sürdüren bu güçlü kadınları, damızlık bir kıza dönüştürüyor sonra da o sistemin güçlü tarafı olan erkekler, onlara evcil hayvanları gibi davranıp kendi burjuva ruhlarını tatmin ediyor, egolarını okşuyorlar. Onlara birtakım ayrıcalıklar “bahşediyormuş” gibi yapıyor ancak salt kara bir mizahı yeniden kuruyorlar.

Kadınlar okuyamıyor, istedikleri gibi giyinemiyor, çalışamıyor, kendi kelimeleri ile konuşamıyor ve rızaları olmayan cinsel ilişkilere zorlanıyorlar. Üstelik bütün bu düzenin kurucusu eski sabıkalı domestik bir feminist kadın yazar. Kadınları onların deyimi ile “biyolojik kaderlerine” mahkûm eden de başka bir kadın yani.

Peki, hiç aykırı bir ses yok mu? Ufak detaylar bize var olduklarını söylüyor. “Artık ‘biz’ diye bir şey olmalı çünkü ‘onlar’ diye bir şey var.” “Özgürlük talebiniz yoksa özgürlük hakkınız da olmaz.” “Bir ordu olmamızı istemeselerdi bize bir üniforma vermezlerdi.” gibi replikler; direnen, dayanan ve kendi içlerinde bir oluşum kuran “öteki” kadınların ayak seslerinden bizi haberdar ediyor. Düzeni kuran kadınlar, düzene uyan kadınlar ve baş kaldıran kadınlar… Aslında Gilead kadınların etrafında dönüyor.

Bazen isyanın sesi hiç beklemediğimiz isimlerin sesiyle buluşuyor. Odaların tahta dolaplarında, tuvaletlerde, mektuplarda her yerde kadınlar diğerleri için bir iz bırakıyor. İlk taşı günahsız olanınız atsın, denir. Sezon finalinde kendi tercih ettiği isimle June o ilk taşı atıyor ve bizi 2.sezon için hazırlıyor.

Neler vardı neler yoktu?

Dizi içerisinde olaylar katman katman açılıyor. Flashbacklar, monologlar, özellikle olayların June’un bakış açısıyla anlatılması hikâyenin bilmediğimiz boşluklarını bizim için dolduruyor ve her karakter için fikir sahibi olmamızı sağlıyor. Ancak kadın kolonilerini asla göremiyoruz. Herkesin gitmekten korktuğu kadın kolonilerinde neler oluyor bir fikrimiz yok.

Dış dünya kısırlıkla nasıl mücadele ediyor, orada neler oluyor, bilmiyoruz. Yalnız Meksika ile olan kısa bir temas ekrana yansıyor hepsi bu.

Dünya nasıl bu hale geliyor? Kısırlık nasıl ortaya çıkıyor konusu da aslında biraz muğlak bırakılmış durumda.

Metinlerarasılık

İzlerken 1984 romanı ile bağ kurduğum noktalar oldu. Belki sizlerin daha fazladır ancak ben, gördüğüm birkaç şeyi paylaşmak istiyorum:

1984’te yeni sözcükler dile giriyor. Bazıları atılıyor. Düzenin istediği yeni bir dil icat ediliyor. The Handmaid’s Tale’da de benzer bir durum var. Konuşma dili bazı kalıp ifadelere indirgenmiş durumda.

1984’te ‘düşünce polisleri’ dediğimiz bir yapılanma var ve düzene karşı en ufak olumsuz bir düşüncede devreye giriyorlar. Dizideki ‘Göz’ler ise tamamen aynı işi yapıyor. Düzene karşı gelenleri bir üst kademeye raporluyor.

1984’te aşk, sevgi gibi kavramlar eritiliyor. Yalnız Büyük Birader’e karşı bir bağlılık var. İnsanların cinsel yaşamı, sadece neslin devamı için zaruri bir aktivite. Dizide bu durum biyolojik kader olarak tanımlanıyor ve hemen hemen aynı yaklaşım söz konusu. Elbette daha sert yaptırımlarla.

Distopyalar mutlak benzer özellikler gösteriyor. Düşüncede, dilde başlayan devrimler; koşullar, ırklar, renkler farklı olsa da bizi aynı totaliter rejime götürüyor. Önce neyi kaybediyorsak en çok onunla sınanıyoruz: özgürlüğümüzle.

Sonsöz

 

Bu aralar tüm distopyalar, içinde bulunduğum ülke ve atmosferlerle bağ kurmamı sağlıyor ve tüm bu felaket senaryoları maalesef bana o kadar da “ütopik” gelmiyor. The Handmaid’s Tale de bana benzer şeyler hissettirdi. Eğer kısaca anlatmak isteseydim rahatsız edici, derdim. Bir taraftan neler olacağını merak ederek bir taraftan da çok büyük bir rahatsızlık içerinde izledim bölümleri hatta zaman zaman ara vermek durumunda kaldım. Yine de oldukça etkileyici ve ince göndermeleri olan bir yapımdı.

Keyifli seyirler

** Olayların geçtiği ülkenin adı

*** Damızlık kızların eğitim gördüğü merkez.

NOT:

The Handmaid’s Tale

En iyi dizi

En iyi senaryo

En iyi yönetmen

En iyi kadın oyuncu

En iyi yardımcı kadın oyuncu dallarında 2017 ve 2018 yıllarında Emmy ödülü almıştır..

 

 

Exit mobile version