Site icon Dizifilm BiZ

Söz 4. Bölüm

Söz dizisi

 

Yazar: Sinem ÖZCAN

Söz’ün 4. bölümü düğün evindeki katliamla açıldı. Bahar’ı rehin alan terörist gelin ve Üsteğmen Yavuz’un karşı karşıya kaldıkları sahnede bırakmıştık, bir hafta önce; bu kez Yavuz’un silahından çıkan mermiyle açtık bölümü. O mermiden başlayıp ağıtla devam eden son derece vurucu sahneler, ilk andan izleyeni çekip aldı içine.

Çok kritik bir karar alması gerekiyordu Yavuz Üsteğmen’in. Bir teröristin rehin aldığı bir sivil var karşısında (Bahar olması pek de önemli değildi bence, kim olsa aynı şeyi yapacaktı Yavuz), ya onun elindeki rehine üzerinden pazarlığa girmesine ve büyük ihtimalle Bahar’ı öldürmesine göz yumacak ya da nişancılığına güvenip tetiği çekecekti. Becerisine güvenen pek çok asker gibi o da ikinci yolu seçti. Bahar’ın yaralanacağını bile bile o tetiği çekecekti ve çekti. Ancak böyle durumlarda daima bir soruşturma aşaması gelir. Masa başında oturan birileri o anın psikolojisini dikkate almadan “Bir sivilin hayatını tehlikeye atmak”la suçlar, “Neden uzlaşmaya çalışmadın?” diye sorgular, tetiği çekeni… Talimatlar, kurallar ve emirler masa başında hazırlanmıştır çünkü. Dolayısıyla da anlık karar, olayın şartları ve namlunun ucundakinin önemi yoktur. Yavuz’un başı da belli ki bir süre bürokrasi yüzünden belaya girecek. Ancak bu tür olaylara çok da yabancı olmasa gerek. “Gider, ifademi veririm.“deyişinden pek de umursamadığı belliydi. Gerçi Bahar’ın annesinin işleri karıştırması hesapta yoktu ama olana çare yok.

Çolak, her ne kadar Sarı Komutan için “at sineği” dese de şu ana kadar Yavuz’a ve ekibine karşı bariz bir üstünlüğü yok. Üstelik İstanbul’daki patlama dışında gerçekleştirebildiği bir eylem de yok. El Bab’ın kendisine verilmesi hayalini kuruyor ama atladığı detay, kendi planları kusursuz da olsa onları uygulayacak elemanların her seferinde sapır sapır döküldüğü. Çok geçmeden, emir aldığı yerlerde bu beceriksizliği fark edecek ve Çolak iki taraftan sıkıştırılacak gibi geliyor bana.

Yusuf’u çok başarılı bir operasyonla aldı Yavuz Üsteğmen. Yavuz’un Yusuf’u ikna konuşmasını ve oradaki yaklaşımı çok doğru buldum. Gencecik bir çocuk Yusuf… Bu güne kadar adam yerine konmamış, hep bir sürünün parçası olmuş, daima emir alan adam o. İnisiyatif kullanmasına hiç izin verilmemiş, üstelik belli ki birisi için hiç önemli olmamış. Sırf önemli olabilmek için yaptıklarına rağmen Çolak için o sadece bir aracı, Yusuf değil! Yavuz’un bu noktaya yürümesi çok doğruydu, çocuğun kendisiyle savaşını çok akıllıca çözüp atik davranarak kimseye zarar gelmeden onu teslim alma biçimini iyiydi. Bence girişten sonra bölümün en etkileyici sahnesiydi.

Eylem’in sadece Fethi’ye değil ekibe sorun çıkaracağının sinyalleri geçen bölümden gelmişti. Bütün objektif gazetecilik iddialarına karşın Eylem tarafsız görünmüyor. Fethi’yle konuşurken terör örgütleri için kullandığı “mücadele” sözü gerçek inancını vuruyordu dışarıya. Kafasında oluşmuş bir yargı var ve bulduğu kanıtları o savı doğrulamak için kullanıyor sadece. Katliamın yapıldığı yerde görüntü alan adama sorgusuz sualsiz inanması da bundan. Niyeti görüntüleri Fethi’ye gösterip doğruluğunu araştırmak gibi görünüyorsa da bana gerçekçi gelmedi. Otele geldiğinde Bahar’ın aynı olayda yaralandığını öğrenen Eylem, niye ne olup bittiğini ona sormak yerine Fransa’daki editörüne sözüm ona araştırmak için görüntüleri göndermeyi tercih etti, anlamış değilim! Yavuz’a ve diğerlerine güvenmiyor diyelim, Bahar’la fikirlerinin yakın olduğunu çay bahçesindeki diyalogla görmüştü. Üstelik Bahar, sorulduğunda başına geleni olduğu gibi anlatacak yapıda bir kadın ve Eylem’e bu konuda yalan da söylemeyeceği belliydi. Onu da geçtim, Bahar’la Yavuz’u birlikte gördü, asker köye saldırıp katliam yapmış olsa o olayda yaralanan Bahar’ın Yavuz’la kahve içmeyeceğini 10 yaşındaki çocuk algısı bile kavrardı. Gözünün önündeki bütün işaretleri pas geçip inanmak istediğine inanmayı tercih etti. Onun araştırmacı gazetecilik anlayışı buysa başı daha çok belaya girecek demektir.

Fethi’yle dünya görüşleri taban tabana zıt da olsa aradaki elektrik hissedilmeyecek gibi değil. Fethi, onun adını duyduğunda bile barut fıçısına dönüyor ve bu, kayıtsız kalmayı başaramadığından… Çolak’la görüşmeye gideceği için duyduğu tedirginlik de Eylem’i umursadığının en açık işareti. Gerçi Fethi de kendi durumunun farkına varmış olmalı ki Yavuz’un “yanlış kadına âşık olmak”la ilgili söylediklerine itiraz etmedi.
Bu arada, yine benim anlamadığım bir yerde Çolak’la görüşmeye gidecek kadının çantasına konan takip cihazı oldu. Bu işlerden anlamam ama bilmiyorlar mı bunlar, kardeşim; kızın aranacağını? Bunun aramada fark edilmeyecek olanı yok mudur? Bir sivili riske atıp da “O da teröristlerle düşüp kalkmasaydı!” demek olur mu? Hadi, bir riske girdin bulunacağını bile bile o cihazla yolladın kızı, niye üç kişiyle takibe alıyorsun ki? Çolak da dünün adamı değil, elbette tedbirli olacak, bu nasıl planlamadır, aklım almadı doğrusu.
Son anda takviye birlikler yetişir, bizimkilere bir şey olmaz ondan şüphem yok da Çolak, Eylem’i kaçırır, al sana durduk yerde diplomatik kriz… Kız, Fransız vatandaşı sonuçta… Neyse, Eylem’in de biraz aklının başına gelmesi için gerekliydi bu, deyip çok da büyütmüyorum olayı.

Söz’de en sevdiğim şeylerden biri operasyonlar dışındaki hayatın çok doğal ve canlı verilmesi. Bu defa da ekibin karargâhtaki gündelik hayatı, birbirleriyle diyalogları çok içtendi. Aslında pek haz etmem erkek sohbetinden; o göndermeli, imalı sözlerden ama yadsınamayacak bir gerçek var ortada. Bu adamlar asker ve 7/24 bir arada yaşıyorlar. Doğal olarak da şakaları, konuşmaları ve tavırları bu kadar maskülen olacak. Kız muhabbeti yapacaklar, birbirleriyle dalga geçecekler, zaman zaman göndermeli espriler yapacaklar aksini beklemek de mümkün değil. O yüzden de doğal ve sıcak geldi bana o atmosfer.

Fethi; donanımı, kültürü ve okuma merakıyla o çevrede ayrık otu gibi kalıyor. Ben de onun o farklılığını seviyorum. Elinden düşürmediği Hemingway kitaplarıyla, etrafındakilere tavrıyla, çabuk öfkelenmesiyle ve sinirlendiğinde ardı ardına soluk almadan dizdiği cümleleriyle ekibin en sevdiğim üyesi o. Mücahit, “Ben kitap okumam, abi!” cümlesinden sonra bir anda gözümden düştü, üzgünüm Mücahit benimle değilsin!

Hafız’a gelince yaşadıkları yüzünden şu anda içimi en çok acıtan o. Öyle bir çıkmazdalar ki karı koca, hangisinden yana olsam bilemedim. Çocuğunu kaybettiği anda, kocasını yanında bulamayan Fatma’ya mı acıyayım yoksa tam operasyona giderken “Boşanmak istiyorum!” cümlesini işiten Hafız’a mı? Dışarıdan bakınca kolay kolay çözülemeyecek bir ikilem var, ortada. Fatma’nın yaşadığı olaydan sonra depresyona girmesi çok normal. Üstelik bunu yalnız yaşamak zorunda… Hafız’a gelince tercih şansı yok. Değerleri, inancı çok istese de her şeyi bırakıp karısının yanına gitmesine engel. Biri mantıklı düşünemeyecek kadar yaralı diğeri duygusal davranamayacak kadar ilkeli… İş boşanmaya varmaz gibi geliyor bana ama Fatma’yı kararından döndürecek güç ne olur, işte onu bilemiyorum. İzleyip göreceğiz.

Bahar ve Yavuz ilişkisi için çok erken demiştim geçen hafta hâlâ aynı fikirdeyim ve bu bölüm, sanki o ikilinin arasında olacaklar biraz yavaşlatılmış gibi geldi. En azından Yavuz cephesinde, ki bu bence çok doğru bir karar. Yavuz, Bahar’a arkadaşça yaklaşıyor izlenimi edindim. Zaten uzun bir süre öyle olmalı. Bahar, kendi duygularını isterse adlandırsın onu umursamıyorum ama Yavuz’dan şimdilik bunlara karşılık gelmemeli.

Bahar demişken söylemeden geçemeyeceğim. İlk bölümlerdeki izlenimim ne yazık ki sürüyor. Aybüke Pusat, Bahar olarak gözümü giderek daha çok rahatsız ediyor. Ne yazık ki oturmadı role. Mimikler hatalı, tavır sahnenin duygusuna uymuyor ve hepsinden önemlisi Bahar’ı karakter olarak yakalayamamış geliyor bana ya da doğru çıkaramıyor. Üstelik bu hafta annesinin oyunculuğu da çok zayıf kaldı ve çok güçlü olabilecek sahneler harcanıp gitti.

Bahar ve Yavuz, kâğıt üzerinde iyi bir ikili olabilir ama iş canlandırmaya geldiğinde Tolga Sarıtaş’ın oyunculuğuna yazık oluyor. Nihat Altınkaya için de üç bölümdür yazıyorum, bu defa söylemeyeceğim sadece dua ediyorum.

Rejisi iyi, senaryosu sağlam bu işin oyuncu hatalarıyla zedelenmesine gönlüm razı olmuyor bir türlü ama enteresan bir biçimde çok iyiler ve zayıflar var. Bu da kötünün daha çok göze batmasına sebep oluyor. Tolga Sarıtaş’ın bu hafta Yusuf’u kurtardığı sahneyle, Burak Sevinç’le olan sahnelerine bir bakın bir de Nihat Altınkaya ile sahnesini izleyin. Demek istediğimi, anlayacaksınız.

Umarım reji desteğiyle kısa zamanda bu aksamalar bir hâle yola konur, umarım öykünün güzelliği ve sürükleyiciliği zedelenmeden yoluna uzun süre devam eder, Söz.

 

 

 

 

 

Exit mobile version