Yazar: Sinem ÖZCAN
Geçen haftanın finalinde Aslı, Ferhat’ı can havliyle bıçakladığında bu eylem işlerin rengini değiştirecek, demiştim. Hem Aslı için hem de Ferhat için… Nitekim bu hafta Ferhat’ın ağzından işittik Aslı için en büyük değişimi: “Sen de karanlık tarafa geçtin!” deyiverdi Ferhat. Aslında Ferhat’ın durduğu yer öylesine zifiri karanlık ki Aslı’nın oraya ulaşması çok zor ama dediğinde haklılık payı da yok değil. Her insanın içinde yer alan “kötülük” Aslı gibi hayatını can kurtarmaya adamış bir kadının bile derinlerinde gizli ve o bile kendini çaresiz hissettiği anda ona esir oldu.
Açıkçası Ferhat’ın “karanlık tarafa geçtin!” cümlesine Aslı’nın “İsteseydim seni öldürürdüm ama yapmadım.” deyişi beni pek de ikna etmedi. Söylediğinde elbette doğruluk payı var. İstese gerçekten öldürücü bir darbeyle bitirebilirdi her şeyi ne var ki burada asıl mesele öldürmesi değil ömrü boyunca inandığı “insana zarar vermemek” ilkesini çiğnemiş olması. Kızdım mı Aslı’ya? Hayır! Hem de hiç kızamadım. Hiç kimse o kadar yoğun bir duygusal şiddetle baş edemez. O da edemedi. Bunun çaresi karşındakine fiziksel zarar vermek mi, onu öldürmeye kalkışmak mı peki? Açıkçası öldürmek için hamle etseydi olayın boyutu değişirdi ama Aslı’nın durduğu yerde yapılacak tek hareketti Ferhat’ı bıçaklamak. Zira onun anladığı tek dil bu! Ferhat, tam anlamıyla “Karanlıklar Prensi” … Normal insan ilişkilerindeki hiçbir iletişim kuralı onda çalışmaz ancak onun diliyle konuşursanız dikkatini çekersiniz. Aslı, çok bilinçli ve planlı davranmasa da bence sezgisel olarak doğruyu buldu.
Öte yandan eğer Aslı, durup olayın üstünde düşünseydi Ferhat’ı yaralamak aslında içten içe en çok kendisini incitecekti çünkü en ağır olan değerlerinize, ilkelerinize ve inancınıza aykırı davranmaktır. Belki de ondan, düşünmekten kaçıp inkâra sığındı Aslı. Yaşadığı çok ama çok ağır travmayı düşününce iyi ki de öyle yaptı, diyorum.
Ferhat için de bu olayın çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bence Aslı, bir biçimde dikkatini çekmeyi başardı Ferhat’ın, onun anladığı dille hem de… Tuhaf ama bu durumun sonucunda Ferhat, Aslı’ya saygı duymaya başlar demiştim, geçen hafta. Bu bölüm bu yargımda yanılmadığımı düşünüyorum. Aslı’nın minik Esra’nın ameliyatını yapmasına izin vermesi de içten içe oluşmaya başlayan saygıdan diye düşünüyorum.
Bölümü izlerken bir yandan da beynimde aynı soru dönüp durdu. “Ben olsam Ferhat gibi bir adama nasıl ulaşırım?” Açıkçası hâlâ net cevap bulabilmiş değilim. Öyle sarp duvarları var ki onun, insanlığı o kadar derinde gizli ki… Çabalayarak o duvarlarda bir gedik açmak mümkün değil çünkü siz bir yere kazmayı vurup küçücük bir alan açmaya çabalarken o, daha da kalın ve yüksek olanı örüyor. İnsanlara giden yol onların zaaflarından geçer oysa Ferhat’ın zaafını bulmak olası değil (mutlaka var, var ama Aslı gibi ben de şu an için görebilmiş değilim.) Hadi, bir şekilde girdiniz kalesinden içeri diyelim, “İnsan Ferhat” a ulaşmak için bir de yerin yedi kat dibine girmeniz gerek.
Açıkçası son noktada vardığım karar; planla, düşünüp taşınarak ya da stratejik hamleler yaparak bu adama asla ulaşılamayacağı. O hâlde ne yapacak Aslı? Tek çare var o da su olup sızmak… Yani ona ulaşmak için çabalamadan, kendinde olanların onu etkilemesini ummak… Baştan ayağa Aslı olmak, öyle davranmak… Nitekim Ferhat ilk kez, “Doktor” Aslı’nın minik hastalarıyla ilişkilerini görünce, başarılı bir ameliyattan sonraki sevincini paylaşınca ve mendil satan çocukla diyaloğunu işitince ona gerçekten dikkat etmeye başladı. Zaman alacak, bebek adımlarıyla gelişecek ama nasıl Ferhat, Aslı’ya karalık bulaştırdıysa Aslı da onu aklaştırmaya başlayacak.
Peki, gelelim en önemli soruya? Değer mi? Aslı’nın çektiği, yaşadıkları, uğradığı çok ama çok şiddetli işkence, Ferhat ona âşık olunca unutulur mu? Bilemem. Aşkın mantıksızlığı, cevapsızlığı ve akıldışı oluşu da tam burada yatıyor zaten. Bildiğim bir tek şey var, çok klasik bir söz ama çok doğru bence, en güzel inciler en dipte olanlardır. Derine dalmayı göze alamayan ona ulaşamaz.
Ferhat, kuşkusuz, çok akıllı ve insanı gözünden anlayan adamlardan biri. Cüneyt’ten şüphelenmesi de Sinan’ı çözmesi de bunun sonucu. Aslına bakarsanız Sinan, benim de baştan beri sevmediğim ve rahatsızlık duyduğum bir karakter oldu, tabi benim peşine salıp neyin nesi olduğunu öğrenecek adamlarım olmadığından durum Ferhat onun gerçek yüzünü ortaya çıkarınca anlaşıldı. Öğrendiklerini Aslı’ya anlatsa onun gözündeki kendi yerinden dolayı inandırması mümkün değildi üstelik Ferhat eylem adamı… “Anlatma, göster!” diyenlerden o.
Öykünün “Namık ve kadınları” kanadı aslında üzerinde çok konuşulmayı hak ediyor ama bu hafta Aslı ve Ferhat beni öylesine çarptı ki o sekansa daha sonra odaklanmayı seçtim. Sadece Cüneyt’le ilgili bir iki şey söyleyeceğim. Kafamda bir türlü oturmayan karakterlerden biri o. İyi mi kötü mü karar veremiyorum. Tek anlayabildiğim Gülsüm’e duygularının samimi oluşu. Ne var ki o stres yönetebilen, kriz çözebilen bir adam değil, zayıf… Yaşadıklarının stresi arttıkça altında ezilmeye başlayacak, ezildikçe üst üste hatalar yapacak, yaptığı hataları telafi etme gücü de olmadığından gittikçe batacak. Batarken büyük ihtimalle Gülsüm’ü de kendisiyle birlikte aşağı çekecek. Özetle boyundan çok büyük işlere kalkışmış şimdi de paçasını kurtarmaya çalışan bir adam izlenimi uyandırıyor bende.
Konu yerli diziler olduğunda iyi bir dizi izleyicisi olduğumu söyleyebilirim. İzlerken de karakteri çözmeyi, çatışmayı incelemeyi, yeni atılacak düğümleri, dizinin kavşaklarını tahmin etmeye çalışırım, bundan zevk alırım. Oyuncular ve oyunculuk benim için genellikle öyküden sonra gelir çünkü bilirim ki kötü bir senaryoyu Oscarlık oyuncu gelse toparlayamaz. Yine de herkes gibi benim de izlemekten çok keyif aldığım isimler var.
İbrahim Çelikkol’un her işinin takipçisi oldum şimdiye kadar. Oyunculuğunu çok ama çok severim. Birce Akalay’ın da çoğu işini bayılarak izledim. Birlikte harika bir uyumlarının olacağını ilk andan beri biliyordum. Beni şaşırtmadı. Yine de bu bölümün açılış sahnesinde ve finaldeki yakınlaşmada bir kez daha hayran olmaktan alamadım kendimi.
Girişte Aslı’nın Ferhat’ı yaraladığı için yaşadığı panik ve üzüntüde Birce Akalay’a taptım. Hele İbrahim Çelikkol’un o sahnedeki performansı beni benden aldı ve fark ettim ki karşılıklı oynadıklarında birbirlerini olumlu etkileyip oyunculukları büyüyen bir çift onlar. Çok senkronize, çok tamamlayıcı ve bütünleştiren bir dinamikleri var. Sahnenin ağırlığı birinin üstüne kaymıyor, bir birini, bir diğerini izleyip şaşkına dönüyorsunuz. Aslı ve Ferhat arasındaki ilişki derinleştikçe ve hele hele henüz kendilerinin bile adını koyamadığı duygular başladıkça izlemeye doyum olmayan sahneler gelecek diye umuyorum.
Siyah Beyaz Aşk, benim uzun süredir çok etkilenerek ve gerçekten çok beğenerek izlediğim bir iş. Eksikleri yok mu, var ama ne yalan söyleyeyim ben Birce Akalay & İbrahim Çelikkol uyumu yüzünden bile bayıla bayıla izlerim.
Bütün ekibin eline, emeğine sağlık.