Yazar: Sinem ÖZCAN
Bütün vasat beyinler gibi Cüneyt de ince detayların ve stratejilerin adamı değil ama kurnaz olduğu da su götürmez. Köşeye sıkıştıkça da anlık ama zarar verici hamleler yapıyor. Kabul etmek lazım ki Aslı’nın yanında Özgür’ü de kaçırmak sağlam hareketti.
Cüneyt ve Namık şimdilik kazanmış görünüyorlar. Cüneyt hayatını kurtarırken Namık’ın, tam da dediği gibi, parmağını bile oynatmadan önüne Yiğit’i yerle bir etme fırsatı sunuldu. Bir insan için, kuşkusuz, en ağır olan; evladıyla sınanmaktır. Belli ki bin bir güçlükle okumuş, ömrü boyunca ilkeleri için yaşamış, şerefini her şeyin ötesinde tutmuş hatta bu yüzden ailesinden kopmuş; dürüst, onurlu, kendi hâlinde bir adam Yiğit.
Namık Emirhan’ın elini öpmek zorunda kalan Savcı Yiğit Aslan’ı izlerken kelimenin tam anlamıyla kahroldum. Ama evlat bu! Her şeyinizi feda edebileceğiniz tek varlık… O sahneyi izleyen hiç kimsenin “Namık’a boyun eğmeseydi ya!” diyebildiğini sanmıyorum. Hepimiz aynı durumda o eli, kendimize lanet ederek öperdik.
Evladını kurtarmak adına kendine ihanet eden adamın bir sonraki hamlesi bu ağır yüke dayanamayıp silahını şakağına dayamaktır. Eğer Özgür’ün kurtarılması sırasında yaşananlar olmasaydı muhtemelen Yiğit’in bu ikilemini yaşayacaktık. Hoş, ben yine de silahı şakağa dayama olmasa da derin bir depresyon beklemiyor değilim, Yiğit’ten.
Özgür ve Aslı’nın kaçırılmasının en dramatik sonucu Cem’in vurulması oldu, elbette. Evin önüne gelip Aslı’ya “Bin arabaya, gidelim!” diyen Cem’i görünce patlayacak silahın hedefinin Cem olacağı benim için aşikâr oldu. Ferhat’la konuşmasından sonuç alamayan Cem, son bir gayretle kardeşini ikna etmeye geldi. Oysa bana göre Aslı’nın argümanı çok sağlamdı: “Mesleğine âşık bir polis olarak sen, bana aynı endişeyi yaşatmadın mı? Benim abim bir kör kurşuna hedef olur mu, bu akşam eve sağ salim döner mi endişesi yaşamadım mı ben?
Aslına bakarsanız, Ferhat’la yaptığı konuşmadan sonra Cem’in dizide işlevi tamamlanmıştı. Öykünün gelişimine bir katkısı kalmamıştı. Bundan sonra aksiyonlara anlamsızca katılan boş bir kimlik olmaktan öteye geçmeyecekti. Oysa Cem’in ölümünün öyküye katacakları var.
Bütün iyi işlenmiş öykülerde zaman zaman okurun ya da izleyenin önüne, onun olayı çözmesini kolaylayacak ekmek kırıntıları bırakılır. Erkan Birgören kalemi, detaycı bir kalem ve bunu zaman zaman yapıyor. Geçen hafta, eve gönderilen çiçek böyle bir ekmek kırıntısıydı zannımca. Bu hafta da bir benzeri geldi, bana sorarsanız. Aslı’yı serbest bırakmak üzere arabaya bindirdiklerinde Cüneyt, elindeki şeker kutusuyla oynayıp duruyordu.
Geçen hafta Aslı ve Ferhat’ı taş evde yarım kalan hikâyelerini tamamlamak üzere bırakmıştık. Kaçmaktan vazgeçen Ferhat’ın içinden, Aslı’nın iyileştirici elinin yardımıyla 12 yaşında yüreğine kilitlediği masum Ferhat, yavaş yavaş çıkmaya başlamıştı.
Aslı’nın artık açıkça dillendirdiği “Seni seviyorum!” cümlesi büyülü etkisini iyiden iyiye gösterdi ve Ferhat, duygusal anlamda büyük bir evrim geçirdi. Aslı’nın “Sen çirkin değilsin, yanlış aynalara bakmışsın. Bundan sonra sen, bana bak; ben yanlış göstermem.” cümlesi Ferhat için “Seni seviyorum!” dan çok daha önemli armağan… Çünkü neler barındırmıyor ki içinde? “Ben senin gerçek yüzünü görüyorum” müjdesi, “Senin pusulan benim! Bana güven” garantisi, “Bundan böyle hep yanındayım, yalnız değilsin!” güveni ve bence hepsinden öte “Kimse seni benim gözümle göremez!” iddiası var.
Ferhat, konuşamıyor doğru ama Ferhat çok iyi anlıyor… Her bakışı, her dokunuşu ve her sözü çok iyi anlıyor, o. Aslı’yı da onun sevgisini de kendisine yapmak istediklerini de tam anlamıyla sezdi, algıladı ve aldı, kabul etti. Niye mi?
Aslı’nın “İkimiz iyiyiz biz ya, insanlar karışınca aramıza kötü oluyoruz.” cümlesini doğrularcasına eve döndükleri andan itibaren kendilerini kaosun içinde buldular. Aslında hepimiz biliyoruz, Emirhan malikânesinin rutini bu… O rutinin içindeki Ferhat’ı da çok iyi biliyoruz. Asar, keser; tehdit eder, haykırır, döver, söver. Oysa bu kez karşımızdaki Ferhat’ı bir mikroskop altına yatıralım mı?
Eve geldiklerinde Handan; Gülsüm ve Abidin’in evlendiği bombasını patlattı ve tozun dumana katılmasını keyifle izlemek için arkasına yaslandı. Amaaaa bomba patlamadı. Aksine biz, nikâh fotoğraflarına bakıp gözleri dolan ve “Benim kardeşim prensestir!” diyen bir Ferhat Aslan gördük. Belki ev ahalisi o duygusal Ferhat’ı göremedi ama sadece teyzesinin oğlu değil en sadık dostlarından biri olan Abidin buna birebir şahit oldu.
Cem, Aslı’yı almak üzere geldi kapıya.
Veee Ferhat Aslan, saygıyı öğrendi!
Özgür’ün kaçırıldığını öğrendiğinde perişan olan Yiğit’e odasında sımsıkı sarılan bir ağabey gördük bu defa.
Ama o değişimi en canlı, en çarpıcı veren yer neresi biliyor musunuz? Yiğit, Namık’ın elini öpmek zorunda kalmış o acı ve utançla bahçede içini döküyordu. Namık’ın parayı nasıl ve ne karşılığında verdiğini duyan Ferhat, bir anda çılgına döndü ve bir hışım dayısına hesap sormak için eve yöneldi. Öfkeyle iki adım attı ve olduğu yerde kalakaldı. Ben o an zihnimde flashback yaşamaya başladım. Geçen bölümde Aslı’nın “Onların senin öfkene, kinine değil sevgine ihtiyaçları var. Gülsüm’ün saçını okşa; “Savcı Bey” değil “canım kardeşim” de…” diye başlayan o çok şiddetli ve her biri balyoz gibi
Veee Ferhat Aslan, sevgiyi göstermeyi öğrendi.
On iki yaşındayken kaybolduğu dünyadan kurtulmak için bir pusula buldu Ferhat ve onu avcuna alıp çıkışı bulmaya çalışıyor. Bana sorarsanız aşması gereken iki engel var: İlki “Yeter” olarak gördüğü kadının annesi olduğu gerçeğiyle yüzleşmesi…
Gözünün önünde ölen babasından sonra Aslı ikinci kez, bir sevdiğinin ölümüne tanıklık etmek zorunda kaldı. Doktor Aslı; ailesinden kalan son parçayı, ona babalık, ağabeylik ve arkadaşlık eden Cem’i kurtaramadı. Onun kolları arasından yitip gitti Cem. Aslı’nın hayatta artık Ferhat’tan başka kimsesi yok. Çok ağır bir darbe aldı. Bana sorarsanız Ferhat’ın bir sonraki sınavı tam da burada başlıyor.
Cem’in ölümü, Aslı’nın “Benim abim bir kör kurşuna hedef olur mu?” kaygısını doğruladı. Biz o kör kurşunun Cüneyt’in silahından çıktığını bilsek de bu, çok önemli değil. Önemli olan abisinin âşık olduğu mesleğini yaparken ölmesi. Aslı, bu aşka saygı duydu ama o aşk, abisini ondan aldı. Bunun için Ferhat’ı suçlayacak durumda değil çünkü abisi işini yaparken öldü. Aslı’nın Ferhat’tan bile isteye uzaklaşacağına ihtimal vermiyorum bu yüzden ama herkesin acıyı yaşayışı farklıdır. İçine kaçabilir, her şeyi anlamsız bulabilir, vicdan azabı duyabilir hatta Ferhat’tan ayrılmaya yanaşmadığı için bunun ona bir ceza olduğunu bile düşünebilir. Aslı tam anlamıyla yıkılıp yere düştü. Ferhat’ın onu ayağa kaldırıp yeniden yürümesine destek olması gerekiyor.
Cem’in vurulduğunu gördüğü anda onun ölmek üzere olduğunu anladı Ferhat. Aslı’yı abisinin başında bırakıp geri çekilmesi de onun acısını görmeye dayanamadığından… Bu arada o sahnenin duygusuna bayıldığımı da söylemeliyim. Daha önce Birce Akalay ve İbrahim Çelikkol sahnelerinin uyumunu çok başarılı bulduğumu söylemiştim. Final sahnesinde bir kez daha kanım güçlendi. Duygusal yoğunluğu fazla yerlerde sahne hakimiyeti kimdeyse o yükselirken diğeri, adımını hafif geri çekip duyguyu pekiştirmekle yetiniyor. Bu kez Birce Akalay’ın enfes bir performansı vardı, sahneyi elinde çevirip duruyordu. O yükseldikçe benim gözlerim İbrahim Çelikkol’u takip etti. İletmesi gereken duyguyu (Aslı’nın acı çekmesine engel olamamanın ağırlığı) çok net geçiriyor ama asla lüzumsuz hareket yapıp rol çalmıyordu. Kendini geriye almış ama sıfırlamamıştı.
“Bende kal abi, bende kal!” çırpınışıyla helak olan Aslı’da Birce Akalay’ı izlerken bütün yüreğimle alkışladım onu. Her detayıyla çok ince işlenmiş, çok doğru canlandırılmış bir sahneydi. Yazan, çeken ve yansıtanların yüreklerine sağlık.
Yazının başlarında “Cem’in öyküde işlevi kalmamıştı ama ölümü katkı sağlayacak.” dedim. Katkısı olay örgüsünü ilerletmekten çok Aslı ve Ferhat ilişkisine yeni bir tuğla koymak olacak diye umuyorum. “Kızım, biz evliyiz.” deyince evlilik yaşanmıyor, Ferhat Aslan! Hani “iyi günde, kötü günde…” diyoruz ya…. Hah işte, kötü günde ne yapacağını öğrenmen gerekiyor. Seni karanlıktan çıkaran kadının, kendi karanlığında yok olmasını engellemen gerekiyor. “Ben varken sana bir şey olmaz!” vaadini şimdi gerçekleştirme vakti… İyi bir hasta olup tedaviye cevap verdiğini gördük, bakalım iyi bir doktor olmayı da başarabilecek misin?