Yazar: Sinem ÖZCAN
Siyah Beyaz Aşk’ta, geçen hafta Namık’ın vurulmasında bırakmışız bölümü. Bırakmışız diyorum, sizi bilmem ama ben Ferhat’ın aşk itirafında çakılmış, geri kalan her şeyi silip geçmişim beynimden. O saatlerin hepsi niye saat 9.00’u gösteriyor, hayal mi gerçek mi, hayalse kimin hayali; Ferhat, Aslı’nın peşinden gitmek üzere masadan kalktı mı kalkmadı mı soruları bir hafta boyunca öylesine döndü ki zihnimde; Namık’ı da düğünü de onu vuranı da siliverdim.
Bölüm başında anladık ki o itiraf gerçekmiş. Bu bilgiyi alıp beynimin en değerli köşesine yerleştirdim ardından bölüm akışına dönüp Namık ve Yeter’i fark edebildim. Açıkçası ben baştan beri İdil’in bir planı olduğuna ve onun da Namık’tan intikam almaya çalışanlar grubundan olduğuna inanmıştım. Bu sebeple olacak, Namık’ın Yeter tarafından vurulması, Azat’ın onu kollaması ve İdil’in âşık bir kadın gibi (!) darmadağın olması beni çok da etkilemedi. Yine de dizinin bir başka yola çıktığını düşünmekte olduğumdan bu aksiyon, hareket anlamında bana çok doğru geldi.
Namık zerre umrumda değil; ölmüş, yaralanmış, onu kim vurmuş durup düşünmeyi reddediyorum ama o sekansta en sevdiğim detay, Aslı’nın bu kez “doktor” olarak işe bulaşmaması oldu. İdil’in “Bir şeyler yap!” feryadını duyunca “Eyvah bizim kızın merhamet nöronları devreye girer de kendini yine ameliyathanede buluverirse…” diye korktum ama çok şükür ki Aslı, kendisinden başka doktorların olduğunu hatırlayıp kenara hem de Ferhat’ın gölgesine çekiliverdi. Her hâliyle, hastanede duruşunun tek sebebinin Ferhat olduğunu bize milim milim geçirerek hem de… Aslına bakarsanız Namık’ın ölümden dönmesi Ferhat’ın da pek umrunda değil gibiydi. O, sadece kendisinden gizlenen bir şeyler olduğunun farkında ve annesini ya da onun ifadesiyle “Yeter”i bu olayın neresinde konumlandıracağını anlamakla meşguldü.
Handan, baştan beri üzerinde durmadığım daha doğrusu durmak istemediğim karakterlerden biri. Salt kötü o… Onu anlamaya çalışmak benim için zaman kaybı. Evlatlarına sevgisi olmayan bir kadından merhamet, iyilik daha da doğrusu insanlık beklemek beyhude… Güç için yaşayan, mutsuzluktan beslenen bir kadın o. Kan kokusu almış çakal gibi haftalardır Gülsüm ve Abidin’in peşindeydi ve nihayet amacına ulaştı. Elde ettiği zafer öylesine büyük ki ne oğlunu ne el kadar bebeği ne de gencecik bir kadının hayatından vazgeçme noktasına varmış olmasını düşünür o. Ardına yaslanır ve zaferinin tadını çıkarır. Nitekim de öyle yaptı ama neyse ki Abidin var. Handan’ın ömrü hayatında yaptığı tek iyi iş Abidin’i doğurmak olmuş, bana kalırsa…
Ferhat’ı o çıldırma anında başka kim ve nasıl durdururdu bilemiyorum ama benim Abidin’e hayranlığım, ondan da öte… Ferhat’ın önüne dikilen Abidin kadar, “O çocuk benim!” diyecek kadar adam olan Abidin beni mest ediyor. Açıkçası, ben “Gülsüm’le Abidin birlikte olsun.” noktasında değilim daha doğrusu olayın bu boyutuyla ilgilenmiyorum. Beni ilgilendiren o minicik bebeği Abidin gibi bir adamın yetiştirmesi gerektiği; Cüneyt’in genlerini taşıma talihsizliğiyle dünyaya gözlerini açtı ama Abidin gibi bir adamın “oğlu” olma şerefiyle yaşasın, bari!
Kötüsü güçlü olan dramın, sağlam ayaklar üstüne oturduğunu biliyorum. Kötü, ana kahramanı engelleyecek ki çatışma güçlenecek ama iş Cüneyt’e gelince durum değişiyor. Cüneyt, bana sorarsanız miadını doldurdu. Artık elinde bir kozu olduğunu da öyküye katkısı bulunduğunu da düşünmüyorum.
Bu hafta netleşen iki durum daha oldu bence. İlki Azat Baba’nın öykünün neresinde durduğunu kendi ağzından duyduk. “Namık dışında herkese dostuz!” cümlesinde samimi ise (- ki ben samimi olduğuna inanıyorum) tam da benim hayal ettiğim kimlikte bir Azat Bey’le karşı karşıyayım demektir. Kızına ettiği “Güven oluşturuyoruz.” cümlesi beni bir işkillendirmedi değil ama bunu da Ferhat’ı yanında tutmak adına bir çaba olduğunu düşünüp teselli oldum. Ferhat’ın akıl hocası, Aslı ve Ferhat aşkının Eros’u, Namık’ın baş düşmanı olacaksa Azat Baba’nın bütün çayları benden… Gönlüme hoş geldi, sefalar getirdi.
Ayhan’ı diziye dâhil olduğu günden beri bir türlü konumlandıramamış hatta şimdilik işlevsiz bulduğumu da yazmıştım. Aslında işlevsizliği hâlâ sürüyor bana kalırsa ama görünen o ki Ferhat’a platonik âşık bir kadın görmeyeceğiz. Aslı ve Ferhat’ın arasında bir kara kedi olmaktan çok babasının direktifiyle de olsa her ikisini de kollayan ve aralarının bozulmasına izin vermemeye gayret eden bir kadın var karşımızda, sanırım. Belki Ebru’dan boşalan Aslı’nın “en yakın arkadaşı” kontenjanına aday olabilir, kendisine mesafemi biraz daha korumayı düşünüyorum; bekleyip göreceğiz.
Gelelim öykünün can damarına… Aslı ve Ferhat arasında olup bitenlere…
Ayhan’ın telefonda Aslı’ya yaptığı tespite harfi harfine katılıyorum: Ferhat, köşeye sıkıştı! Üstelik onu köşeye sıkıştıran sadece Aslı değil; Gülsüm’den Yiğit’e; Yeter’den Aslı’ya; Abidin’den Cem’e herkes Ferhat’ın bir parçasını, zapt edip didikliyor. Ne olup bittiğini anlamlandırmaya çalışan, başına gelenleri nasıl çözeceğini bilmeyen, doğrularının yanlış, yanlışlarının doğru olduğunu gören, bütün dünyası kâğıttan bir kaleymiş gibi başına çöken bir adam Ferhat, artık.
Aslı’da durum tam tersi… Ferhat zayıflarken Aslı güçleniyor. Aslı’nın, Ferhat’ın sevgisini işitmeye ihtiyacı vardı, işitti. Aslı’nın Ferhat’ın kendisinden vazgeçip onu niye havaalanına bıraktığını öğrenmeye ihtiyacı vardı, öğrendi.
Sen benim hayatımsın diyor, her şeyden önce. Birinin hayatı olmak… Sen varsan ben varım, demek; seninle yaşıyorum, demek; seninle ayakta duruyorum, demek… Peki, “Kendime sırtımı döndüm”? Yaşamaktan bilinçli olarak vazgeçtim, demek… Yani intihar…
Aslı’yı güçlendiren de tam olarak bu oldu, bana kalırsa. Ferhat için anlamını algıladığı noktada artık o, üstün konumdaydı ve bunu da olduğu gibi giydi üstüne. Dokunmaktan korktuğu adamın omzuna başını koyup rahatça uyuyabilirdi ve uyudu. Sevildiğine şüphesi olmayan Aslı, evde Ferhat onu sıkıştırdığında üzerindeki “sözde” tozları silkeleyip Ferhat’ı “dağıtacağını” biliyordu ve “dağıttı”.
Hepsinden önemlisi Gülsüm’le ilgili gerçeği öğrenip çıldıran Ferhat’ın karşısına dimdik, zerre korku duymadan çıktı; adı gibi biliyordu Ferhat’ın “hayatı” karşısında duramayacağını. Ferhat, “Kafana mı sıkayım, kafama mı?” diye kardeşine yüklenirken “Sarılmayı denesen!” diyecek kadar netti, Aslı. Çünkü artık bütün bunları dolaysız dile getirecek güce sahipti çünkü Ferhat’taki yerinden adı gibi emindi.
Durum tersine döndü, şimdi güçsüz olan Ferhat… Niye mi? “Hayat”ın onu sevdiğini hiç işitmedi ki o! Aslı’nın kendisine olan aşkını Ferhat hep üçüncü şahısların ağzından duydu, özellikle de Cem’den ama Aslı’ya güç veren o sözcükler, Ferhat’a derman olmadı.
Aslı’nın “Sen hastasın ama ben doktorum, iyileştiririm!” dediğini biz duyduk ama Ferhat, şifa bulacağını üstelik de bu şifayı ona Aslı’nın vereceğini işitemedi.
Yiğit’in “Senden kaçan bana sığınıyor!” (Yiğit’i de bi’ dövesim var ama neyse, öfkesini kusuyor elbet bitecek diye sabrediyorum) deyişine Cem’in “Kardeşimin başına kötü bir şey gelecek, bırak onu!” (Cem’le ilgili “susma hakkı”mı kullanıyorum yoksa paralayacağım onu) yakarışı eklenince baştan beri en büyük endişesi Aslı’yı koruyamamak olan Ferhat, köşeye sıkışıverdi, işte! Azat Baba “Sevdânın mahkûmu ol, kendinin gardiyanı olma!” dese de Ferhat, Cem’in tavrına başka tepki veremez. O, emanetleri hor kullandığına inandırıldı çünkü.
Çocuk eğitiminde temel kuraldır: Çocuğu bir şeyi yapamayacağına inandırmayın! Ferhat’ın ruhu henüz bebek… Bu bebeğe, bilinçli ya da bilinçsiz sağlı sollu darbe indiriliyor: Sen kötüsün, sen karanlıksın, sen sevdiklerine zarar veriyorsun, sen sevdiğini öldürüyorsun! Bütün bunları işiten o bebek ruh ne yapar? Söylenene inanır; küçülür, ufalır, köşesine siner ve canından, canı bildiği uğruna vazgeçer.
Ferhat, Aslı’yı havaalanına götürüp bırakarak bir kez intihar etmişti. Bir defa yapan, yine yapar. Bu kez de intiharı seçecek. Sanıyor ki o ölürse kalanlar, mutlu mesut yaşayacaklar. Aslı’yı Aslı’ya rağmen, kendini de yok etmek pahasına serbest bırakacak. Peki, Aslı onu nasıl durduracak? İşte orada aklıma gelen, intiharın eşiğindeki birini bundan vazgeçirmeyi nasıl başarabilirse öyle davranması gerektiği oluyor. Önemli olduğunu ve sevildiğini hissettirmeli, dile getirmeli ve onun kendini uçurumdan atmasına ne olursa olsun mâni olmalı!
Öykü matematiği anlamında bakacak olursak böyle bir boşanma bana şu anda manalı gelmiyor ancak Ferhat’ın şartları çok zorlayacağını da tahmin ediyorum. Burada işin büyüğü Aslı’ya düşüyor bana sorarsanız. Doktorluğun kuralıdır: hastanın birden çok yarası varsa önce ölümcül olan tedavi edilir. Hastayı hayatta tutmayı başardıktan sonra, kolundaki bacağındaki kırıkla ilgilenirsiniz. Bence şu anda ilk sıra, Ferhat’ın Aslı’dan vazgeçmesinin önüne geçmek. Onu eğitmek, normal insana çevirmek, duygularını göstermesini öğretmek sonraki aşamalar…
Ayhan karakteri diziye dâhil olacağı dönemde Sayın Erkan Birgören’in bir sözü vardı: Büyük aşklar, hayatla sınanır; başkalarıyla değil, demişti. Altına hiç düşünmeden imzamı atacağım bu ifadeye güvenerek bir üçüncü kişinin olmayacağını umut ediyorum. Aslı’nın hayatına “arkadaş” dahi olsa bir başkasını sokmak, saçma bir kıskançlıktan medet ummak hele hele bu aşk bu denli nahifken bana öykünün kalitesine hiç yakışmaz gibi geliyor. Umarım, sıradan aşk öykülerinin klasik aşk üçgeniyle sırf Ferhat, Aslı’dan vazgeçemeyeceğini görsün “kıskançlığından kudursun” (!) sıradanlığıyla karşılaşmayız. Ne bu aşkın böyle bir toyluğa ne de Aslı’yla Ferhat’ın bu kadar basitleşmeye ihtiyacı var, bana kalırsa.
Ferhat’a “Sarılmayı denesen!” tavsiyesinde bulunan Aslı’nın kendi tavsiyesini uygulamasını ümit ediyorum ben. Bu yaranın şifası, çevreden gelecek her tür mikroba karşı sıkıca sarıp sarmalamak çünkü.