“Seni öldürmeyen şey güçlendirir” derler ya, üstüne basa basa bu sözü hatırlatırcasına güçlenenleri seyrettiğimiz bir bölüm geçirdik. Dört kurşun yarası alıp da hastane köşesinde direnen Ferhat’tan tutun, taht oyunlarını oynamaya kalkan Şirin’den, Banu’nun ipini çekmeye hazırlanan Hüsrev’e kadar hepsi neredeyse güç savaşlarını başlattılar.
Beklemediğimiz bir manzara gördük desem yeridir. Ağır yaralanan Ferhat’ın başında bu kez ne Şirin ne de Banu vardı.İyileşmesi için devamlı dua eden,neredeyse bebek gibi üzerine titreyen Cemal’i gördük. Ben en başında bu kadar ilgi, alaka niye diyerek “Ferhat’ın abisi mi acaba?” yorumunu yaptım. Nitekim çok da yanılmamışım ama Cemal Kahraman’ın gelmesiyle senaryonun bambaşka bir sokağa saptığını artık alışılagelmiş bir aşk hikâyesinden çıkıp entrika ve intikam günleri göreceğimizin ilk ışığını bu bölümde fark ettim. Senaryoda bu kadar değişiklik olması bana biraz şaşırtıcı geldi.Yazımın sonlarında bu karakter üzerinde daha çok duracağım.
Karnıyarık sever misiniz bilmem de Hüsrev’in yaptığı tabak tabak yemekleri görünce birden iştahım kesildi diyebilirim. Türk mutfağının leziz yemeğini, ruh sağlığı bozuk Hüsrev’in yaptığını görmek tadımı kaçırdı. Sabırsızca Şehnaz’ına bir an önce kavuşmak hayaliyle kendini yemeğe veren Hüsrev, yana yakıla onu arıyor. Şehnaz’ı bulup getirtirse her şey kaldığı yerden devam edecek tabi. Kadıncağızı ilaçlarla yaşayan bir ölüye dönüştürüp uzaktan bez bebek gibi onu seyredecek. Siz sadece Şehnaz’ı çok sevdiği için yanı başında, gözünün önünde tutuyor sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Ayın karanlık yüzü gibi Hüsrev’in de saplantılı aşkının karanlık bir tarafı var. Asıl niyeti Şehnaz’ı sadece etkisiz hâle getirip uyuşturmak değil, geçmişte gördüklerini Şehnaz’ın anlatmasından korkarak kendini güvence altına almak. Bir şekilde Şehnaz’ı yanında tutarak yıllar önce onun görmek zorunda kaldığı pis işlerinin açığa çıkmasından korkuyor. Takıntılı, kara sevdalı görünen Hüsrev bence bu zamana kadar dönen kirli dolapların en tepesindeki kişi.
Karalı ailesi, dengelerin değiştiği bir mayın tarlasına benzemeye başladı. Ben Şirin’in yerinde olsam tilkilik yapan Yiğit’in sözleriyle hareket edeceğime, alırdım ablamı karşıma “hastalık oyunu” ile ilgili eteğimde ne varsa dökerdim. Kısacası ablamla yüzleşirdim. Bakılacak olursa iki kardeşin kendilerinden başka kimseleri yok ve eğer birbirlerine bu kadar düşkün ve bağlılarsa bu yolu denemekten başka çareleri olmamalıydı diye düşünüyorum. Ablası ile yüzleşmek yerine “sıra bende” diyerek güç savaşı başlatmayı ve aile içi entrika çevirmeyi tercih etmesi bence çok yazık oldu.
Bizler iki kardeşin arası Ferhat yüzünden fena hâlde açılacak derken beklenmedik şekilde Şirin’in ablası hakkındaki algıları yüzünden tamamen zıttı bir Şirin profili seyrettik. Geçen bölümde yavaş yavaş karakteri değişmeye başlamıştı ama birden 180 derece değişip bambaşka biri olması benim gözüme çok da iyi gözükmedi. Senaryonun, aksiyon boyutunun hızlı gitmesinden dolayı böyle bir Şirin yaratmak durumunda kalınmış olabilir fakat bu durum, yaz ayında gözlüksüz güneşe bakmak kadar yüzümü ekşitmeme sebep oldu. “Sana ne oldu?” diyen Yiğit gibi ben de aynı soruyu soruyorum. Dizinin başında aşkla ney çalan romantik, duygusal, alıngan, hassas Şirin gitti yerine masallardaki kötü cadılar gibi, ablasının yemeklerine ilaç katıp hasta edecek, şirket yönetimini kimseye sormadan ele geçirmek isteyecek kadar acımasız biri geldi. Dizinin başından beri aceleci yaklaşımları, biraz şımarıkvari, biraz mızmız tavırları gözümüze çocuksu görünse de yaşının toyluğuna verdik ve çok da kusurlu görmedik. Ancak birkaç günde o masum mizaçtan çıkıp tam aksi bir kişiliğe bürünmesini çok da hoş karşılamadım, doğrusu. Seyircinin en başından beri gördüğü karakterin üzerini çizip yerine farklı imaj yansıtmak düşüncesi bana biraz sıkıntılı geldi. Dizinin ilk bölümlerinde sözde deliler gibi Ferhat’a â şık olan, kelebekler gibi uçuş uçuş Şirin’i daha derin duygular içinde beklerken tilkice planlar içinde bulmak beklentimizi pek karşılamıyor; en azından benim için öyle.
“Yaşadığımı hissetmek, heyecanlanmak istiyorum.” diyen Şirin’in kararlarına da diziyi izlerken çok söylendim diye belirtmeden geçemeyeceğim. Yaşına,t avrına,potansiyeline, hatta deneyimine bakmadan radikal kararlar alıp uygulamak peşinde.Bir söyleyiş vardır: “Cin olmadan adam çarpmak.” İşte Şirin tam da bu durumda. Banu’nun kardeşine söylediği gibi, bir ayakları bataklıkta olan,milyon dolarlık dev rakamların uçuştuğu karanlık bir dünya onlarınki.Kedi iken aynada kendini aslan gören Şirin, bu gidişle leş kargalarını etraflarına toplayıp Karalı ailesinin çöküşünü başlatacak.Şirin’in değişmesiyle kıyafet tarzındaki feminen ve şık değişimde kendini çok belli etti ama sadece kıyafetle güç sağlanabilse keşke. Burada eleştirdiğim bir nokta var ki daha gencecik yaşta, bu zamana kadar el bebek gül bebek yetişmiş,piyasada hele ki kara paranın hâkim olduğu bir dünyada ayak izi olmayan birinin hemen koltuğa oturur oturmaz işe hâkim olması, her şeyi organize etmesi bana çok da inandırıcı gelmedi açıkçası. Üstelik Ferhat’a olan sevgisi geçen bölümden beridir bitmiş görünüyor.Yiğit’le yemek sekansında bile Ferhat’ın ölüm haberini duyunca azıcık gözleri dolar gibi oldu ve geçti.Bu durum zaten başından beri hissedemediğimiz Ferhat – Şirin aşkını daha da dibe gömdü.Dizinin ismi bölümlere bakıldığında artık eğreti durmaya başlıyor.Banu’nun Ferhat’a olan aşkını daha çok hissettik hatta daha çok yakıştırdık onları.Bu bölümde bir kez daha gördüm ki Banu, Ferhat’a daha çok bağlanmış.Hasta yatağında bile hayalini görüyor, ne yana baksa onunla ilgili hatırası canlanıyor ve neredeyse sesini duymak onu derinlere götürüyor.Bu saatten sonra tekrar nasıl Şirin – Ferhat aşkı yaşanır, tahmin edemiyorum.Yaşansa bile bizim için inandırıcılığı nasıl olur, tartışılır.
Diyeceksiniz ki yine zenginlik,yine güç,yine kirli dünyaların dönme dolapları…Yazımın başında belirttiğim Cemal Kahramanda bunlardan biri maalesef.Cemal’in Ferhat’a kimliği hakkında bilgi vermesini,geçmişte neler yaşandığını anlatma sekanslarını flashbackle vermelerini tercih ederdim doğrusu.Kanaatimce daha etkili olurdu.Cemal gibi güçlü ve kararlı birinin Ferhat’ın karşısına çıkması ve bu yolda ona el ayak olması çok isabetli ama Cemal’in Ferhat’ı eski Türk filmlerindeki gibi değiştirme çabalarını komik buldum demeliyim.Hele Ferhat kendini idmanlarken arka fonda çalan konuyla alakasız klasik müziğe ne demeli!Dizinin ağırlığını azaltır cinsten olmuş. Tolga Sarıtaş’ın oyunculuğunu nasıl seviyorsam Sarp Akkaya’nın oyunculuğuna da diyecek olumsuz lafım olamaz. Her ikisini de başarılı bulurum fakat senaryoyu basitleştiren bir döngüye girmiş bulunmaktayız.Ben seni kısa sürede eğiteyim,sen git kurtlar sofrasında bu işlerin piri olan kişilerin tabaklarını aşır denecek tarzda mantığa pek uyman bir gidişat gördüm. Amaçları Banu ve Hüsrev’in imparatorluklarını silmek olsa bile bu işlerin gösterildiği gibi çocuk oyunu kadar kolay olamayacağını söylemek isterim. Gerçi Karalı Ailesi özellikle de Banu için çok zor günler kapıda.Ferhat ve Cemal’den önce Banu’yu yok etme planları yapmak üzere olan Hüsrev, her an güçlü bir atakta bulunabilir.Tabi böyle giderse Şirin’de ekmeklerine yağ sürmüş olur. Hüsrev’i en başından beri Karalı Ailesi’nin gizli ve aranılan düşmanı görüp acaba ne zaman gerçek yüzünü belli edecek derken bundan sonra Hüsrev karakterini çok göreceğimiz kesinleşti. İlk bölümlerde Hüsrev’in her yaptığından haberdar olan ve peşinde gölge gibi izleyip işlerini baltalamaya çalışan eski eş birkaç bölümdür görünmüyor.Umarım karakter kaldığı yerden tekrar diziye dahil olur.
Yazımın sonunu dizide verilmek istenen ve gerçekten beğendiğim bir mesajla sözü bitirmek istiyorum.
“Bir insan ölürse çok kişi ölür; bu yüzden silah yok, öldürmek yok.”