Yazar: Sinem ÖZCAN
Annesinin ona kurduğu Kızılderili dünyasında kendi evinde hapis yaşadığını unutmaya çalışarak büyümüş, Yiğitçik; gerçek dünyada karşılaştığı ilk büyük sınavda bir Kızılderili şefine yakışanı yaptı ve tutsak kalmayı reddederek kaçmayı başardı.
Asiye, merhametli, sevgi dolu bir kadın ama öte yandan çok da adil. Sevgisi yüzünden haksızlığa göz yummayacak kadar adil. “Baba emanetini” “Allah’ın emaneti”nden önde tutan kocasına deli divane de olsa onu affetmeyecek ve onu en sevdiğinden, kendinden uzak tutarak cezalandıracak kadar adil. Kocasına öfkesi ve kırgınlığını Tahir’e bulaştırmayacak kadar da sağ duyulu… En kritik noktada devreye girip “Sevdana sahip çık!” diye Tahir’i silkelemesine bayıldım.
Tahir, Nefes’e sevdasını kabulleneli çok oluyor. Gürcistan’da onu tekneye bindirdiği anda yüzleşmişti bununla ama artık başkalarına söyleyecek hatta Nefes’e sezdirecek kıvama da geldi. Ancak o, bunun imkânsız görünen bir aşk olduğunu da herkesten iyi biliyor.
Tahir, geleneksel bir adam… Her ne kadar aklı ve izanı onu bağnazlıktan koruyorsa da yaşadığı çevrenin de o çevrenin insanlarının da farkında. Bir yanda öyle ya da böyle söz verdiği bir kız var. Dediği doğru, bir deli öfkeye kapılıp yedi bir halt ama sonuçta parmağına o yüzüğü taktı mı taktı.
Mercan’ın sağlıklı olmadığına çok inanıyorum ama bunu bir yana bıraktığımda da tartışmasız bir başka olgu var karşımızda. Mercan, zayıf bir kadın. Hastalığı bu zayıflığı artırıyor da olabilir ama o mücadele edemez. Tahir’in aşkından ölse bile ( -ki ben onun Tahir’i gerçekten çok sevdiğine inanıyorum) kimseye karşı duramaz. Ancak gider canına kıyar. Onun canına kıyması da bir vazgeçiştir zaten. Kimseden intikam alma, kimseyi pişman etme, kimseye ders verme niyeti değil, kendinden vazgeçiştir o. En kolay kendinden vazgeçebilir çünkü. Dik durmak, savaşmak, mücadele etmek onu aşar; o çekip gitmeyi yeğler. Bu da zaten ruh sağlığının normal olmadığının en açık delili.
Canına kıymayı başaramayan Mercan, artık kaybedecek bir şeyi olmayan insanların pervasızlığıyla Nefes’le yüzleşmeyi seçti. Derdi, Tahir’i kimsenin onun kadar sevemeyeceğini dillendirmek bir anlamda Nefes’in merhametine sığınmaktı. Oysa Nefes, “Bir adam seni sevmiyor diye sen kendini mi kestin? Vedat beni sevdiğini iddia etti, beni kesti; sen Tahir’i sevdiğini iddia ediyorsun kendini kesiyorsun. Sevgi böyle bir şey mi? Değil ki… Sevgi kesmez, sevgi kanatmaz, sevgi hayat almaz; sevgi hayat verir. Bir adam seni sevmiyor diye sen kendini nasıl kesersin, nasıl yaparsın böyle bir şeyi? Kendine böyle bir şeyi nasıl yapabilirsin?” diyerek çok şiddetli bir şamar vurdu Mercan’a.
Mercan ve Nefes, birbirinin tam zıddı kimlikler. Nefes’te olan hiçbir şey Mercan’da yok. El bebek gül bebek bir hayat süren Mercan’ın dayanıksızlığı ve zayıflığı yanında işkencenin her türüne karşı sapasağlam ayakta durmuş, o da yetmemiş aynı güçte bir çocuk yetiştirmiş bir kadın var karşımızda. Yaşadığı zulme karşı ruh sağlığını korumuş olması tam bir mucize… Bu, elbette doğasından kaynaklanıyor ama anneliğin ona verdiği gücü yadsımak da mümkün değil. Belki de sadece annelik dürtüsüyle ayakta kalmayı başardı. Başarmış başarmasına da dediği çok doğru, o bir enkaz…
Tahir’in “Bizden masal olmaz ama senden destan olur.” cevabıysa öyle doğru ve öyle içtendi ki… Masal, imkânsız aşkların gerçeğe döndüğü hep iyilerin kazandığı ve hep mutlu biten öykü ama destan bir tek kahramanın bütün kötüleri yendiği, kendi başına ayakta durduğu ve olağanüstü güç sergilediği mit… İkisi de biliyor ki bu aşk imkânsız görünüyor ve iyiler hep kazanmıyor ama Tahir çok iyi biliyor ki Nefes, kendisi için de çocuğu için de bütün kötülerle sonuna kadar savaşır ve ayakta kalır. İşte tam da bu nedenle Tahir için Nefes’e bakmak “gurbetten döndüğünde Karadeniz’e bakmak”la eşdeğer.
Tahir için Karadeniz her şeyden önce yuva… Gurbetteyken kokusunu özlediği evi, onun. Herkesin korktuğu ama onun sığındığı bir kale hatta. Onun ötesinde Karadeniz tıpkı Tahir gibi… Deli, hırçın, ne zaman ne yapacağı belli olmayan ve çok güçlü… Karadeniz’e bakınca Nefes’i görmekse bir anlamda kendini görmek demek. Kendininkine denk bir güçle sarmalanmak demek… Sadece akıllı erkekler, sırtlayabildiği kadar sırtını dayayabildiği kadını taşımayı göze alırlar ve Tahir, deli perdesi ardına saklanmış çok akıllı adamlardan biri. Nefes’i ancak o taşır çünkü kendisini taşıyabilecek tek kadının o olduğunu herkesten iyi bilir.
Tahir, Nefes’i nasıl seziyor ve kendisi için tek “doğru” olduğunu biliyorsa Osman Hoca da onları en iyi anlayanlardan biri. Yaşanmışlıklarını gönül gözüyle harmanlayıp baktığından olsa gerek; sadece o, açıkça “Arkadaş ol, o Nefes’e hemnefes ol. Derdine hemhal ol!” diyebildi. Kızı Asiye bile, Tahir önüne yörenin bağnazlığını serince yutkunmak zorunda kalırken Osman Hoca “Hemnefes ol!” diyerek çıkış kapısını gösterdi. Bütün kadınca duyguları enkaza dönmüş Nefes’in şimdi artık gerçekten bir “hemnefes”e ihtiyacı var. Sevgili olmadan önce dert ortağı olacak, tutkudan önce şefkati sunacak, aşktan önce dostluk verecek biri iyileştirir onu ancak.
Tahir, Osman Hoca’dan aldığı güçle “Kal!” dedi Nefes’e… “Kal, gözümün önünde ol. Bırak seni kollayayım ama her şeyden daha önemlisi, beni bu adamdan ayırma, kurban olayım!” dedi ve o son vurguyla beni benden aldı. Babalık, annelik gibi içgüdüsel bir şey değil. Babalık, öğrenilen bir durum. Yeteneği olanın, sevgi duyanın, emek verenin öğrenebildiği bir nitelik. Tahir’se çoktan öğrenmiş bile babalığı, üstelik de o Vedat’ın yıllardır alamadığı mesafeyi, çoktan kat edip Yiğitçiğin yüreğine kuruldu bile. Nefes’in direncini kırmada en büyük pay da onların daha önce hiç tatmadıkları bu bağ olacak, bana kalırsa.
Gel gör ki Tahir’in bu bölüm çok sık vurguladığı bir gerçek var. “Bu topraklarda bekâr bir uşak, çocuklu bir kadını almaya kalktı mı ne olur?” Hadi almayı da geçtim bekâr bir adam, çocuklu bir kadınla arkadaş olabilir mi o topraklarda? O toprakları da bıraktım bir yana, daha da büyüttüm coğrafyayı ve ben de soruyorum “Bu ülkede bekâr bir adam, çocuklu bir kadınla arkadaş, dost, sevgili ya da eş olabilir mi?” Tersi mümkün hem de çok mümkün… Çocuklu bir adam; bekâr bir kadınla rahatlıkla birlikte olur, hatta bu, önerilir bile ama bırakın çocukluyu dul ya da boşanmış bir kadın için nerdeyse tabudur. Hemen dedikodu kazanları kaynar, hemen fesat kumkumaları laf salatalarına doğrar, hemen vampirler taze kanın kokusunu alır veeee karşımızda yine bir çıkmaz sokak belirir.
Tahir’in bu noktaya, bu kadar parmak basması, bana yeni çatışmanın buradan geleceği izlenimi veriyor ve Vedat’ın psikopatlığı ne kadar şiddetliyse bu da bir o kadar ağır ve acımasız. Vedat “Artık satranç oynayacağız” dese de Tahir’in bir satranç oyuncusu sabrına sahip olmadığını hepimiz biliyoruz. O, satranç oyuncusundan çok, rakibinin koltuğunun altına iki mars bir oyun yaptığı tavlayı sıkıştırıveren adam… Bu sebeple ben Vedat’ın planları ne olursa olsun öykünün Nefes ve Tahir’i köşeye sıkıştıran açmazdan ilerleyeceğini düşünüyorum.
Her saniyesini bayılarak izlediğim bölüm için, emeği geçen herkese bütün yüreğimle teşekkür ediyorum. Hele, hele, hele o sinema filmi tadındaki enfes görüntüler için apayrı teşekkürler. Elinize, emeğinize, alın terinize sağlık…