Site icon Dizifilm BiZ

Sen Anlat Karadeniz 16. bölüm

                                                                      Yazar: Sinem ÖZCAN

Dün akşam Sen Anlat Karadeniz izlerken neredeyse bölüm boyunca Turgut Uyar’ın

“Acıyan yerlerini öpecek biri varsa hayatında;

Önemli olmaz düştüğün yerler,

Atıldığın kuyular,

Aldığın yaralar,

Yalan çıkan bildiğin tüm doğrular.

İşittiğin tüm kötü sözlerin yeri bile,

Çabuk iyileşir o zaman.”

dizeleri dilimin ucunda döndü dolaştı. Tahir, Nefes’e “Bedenindeki izleri silemem ama ruhundan o şerefsizin izlerini silene kadar benim sana rızam yok!” dediğinde ben, bıyık altından gülmüştüm çünkü Tahir o izleri hafif hafif silmeye de yetmedi yerlerini rengârenk resimlerle doldurmaya da başladı bile. Nefes’in “acıyan yerlerini” ilk günden beri “öpüyor” Tahir. Üstadın bu dizelerinin devamında dediği gibi “Anlatırken bile geçecekmiş gibi gelen, yuva sıcaklığında bakışlarıyla içini ısıtan, seni olduğun gibi kabul eden… seni sevmekten vazgeçmeyen biri varsa eğer korkma incinmekten. Bırak sıyrıklar olsun dizlerinde, öper ve geçer.”

Keşke Nefes’in yaraları öpünce geçenlerden olabilseydi ama bedenine kazınanlar gibi ruhunda da öyle ağır ki kamçı izleri, belki öpünce yok olmayacak ama Tahir üzerlerini enfes nakışlı dövmelerle örtmeye başladı bile. “Birlikte kül olmaya” razı olarak girdiler evlilik cenderesine ama o küllerden bir gül bahçesi yeşertmeyi öğreniyorlar, artık.

Hepimiz biliyoruz ki Nefes’in Tahir’le evlenmesi, Vedat’ın kırmızı çizgisiydi. O çizgi geçildiği andan itibaren Vedat’ın tamamen kontrolden çıkması ve önüne geleni yakıp yıkması kaçınılmaz. Bütün sosyopatlar gibi Vedat çok zeki ve çok da sağlam plan kuruyor. Açıkçası Tahir’i öldürecek bir katil yaratma fikri, mükemmeldi. Planın hiçbir noktasına itirazım yok ve çok sağlam çalışacağı da kesin. Ne var ki insanın dâhil olduğu her planın hata ihtimali de vardır. Bana sorarsanız Vedat’ın atladığı nokta da bunu dikkate almamak ve o hata olasılığına önlem geliştirmemek oldu.

Mercan, Tahir yüzünden “sözde” intihar ederse Cemil Dağdeviren, gemileri yakar ve Tahir’i vurur. Buraya kadar hiç itirazım yok ancak Vedat; Mercan’ın Nefes’e intihar etmeyi hiç düşünmediğini anlattığını bilmiyor elbet. Bunun intihar olmadığından kuşkulanacak ilk kişi de Nefes. Diyeceksiniz ki bana “Nefes kuşkulansa ne olur, ne değişir?” Haklısınız da ama Nefes, olayın ardındakinin Vedat olduğunu anlayacak zekâya sahip ve çevresindeki herkese de bunu direk söyleyecektir. Plandaki ikinci boşluksa bana kalırsa Vedat’ın organizatör kimliğine hiç yakışmadı. Mercan’ı asıp Necip’i ve Mercan’ın telefonunu da alıp gitti çünkü Mercan’ın öleceğinden çok emin. Kontrolcü bir adam o ölümün kesinleştiğini görene dek ayrılmaz olay yerinden. Mahkemeye yetişmek zorunda biliyorum ama Necip’i orada bırakmış olsa bu hatayı yapmazdı. Mercan’ın telefonundan Tahir’e ve Cemil’e mesaj atmak da akıllıca hamle ama o telefonu olayın ilk şoku atlatılana dek yerine bırakamazsa Dağdevirenler’de değil ama poliste ve Tahir’de soru işareti doğar.

Mercan uzun bir süre ölüme direnmeyi başardı bana sorarsanız da Nazar, onu hayata döndüreceğim derken öldürmezse eğer yaşayacaktır. Vedat’ın acele iş yapması da dönüp gelip onu vuracak, diye düşünüyorum. Benim Dağdevirenler’den zerre ümidim yok. Mercan kendine gelip de olanı biteni anlatsa dahi onların beyinlerindeki bütün girintiler örümcek ağı bağlamış olduğundan zavallı nöronların yapabileceği bir şey yok ama Komiser Mithat’ın ve Tahir’in bunun üstüne gidecekleri kesinleşir. Kurgu mantığıyla baktığımda da Vedat’ın bu işte başarısızlığa uğraması gerek diye düşünüyorum aksi kolay bir zafer olur onun için. Üstelik Tahir’in ölmeyeceğini de bildiğimize göre Vedat’ın da buna delirip daha şiddetli bir plan hazırlaması gerekeceğinden Mercan’ın yaşayıp ayaklarının üstünde durmayı öğrenmesi gerekiyor, bana kalırsa.

Mercan, Vedat’ın planına kurban oluşuyla değil ama yaşadığı o çok büyük acıyla yüreğimi dağladı bu hafta. Bilen bilir, ben ilk günden beri kıyamadım Mercan’a hiç. Bir insanın en masum duygusunun kurbanı oldu, o. Yanlış adamı sevdi, hepsi bu! Kimseye kötülük etmedi, kimseye zarar vermedi. Ne yaptıysa kendine yaptı. Güçlü olmadığını biliyor ve bunu hep söyledi de… İnsan meşrebini bir yere kadar değiştirebiliyor. Pamuktan demir olmasını bekleyemezsiniz. Yardım almaya karşı çıkmadı, destek aradı. Kim destek olmak için elini uzatsa kabul etti. Mercan da mutlu değil ki hâlinden ama çıkış bulamadı ve kendini kesmeye başladı. Ailesi bu kadar kör olmasaydı, tedaviye düzenli gidebilseydi… Bir sürü koşul gerçekleşseydi geldiği noktada olmayacaktı Mercan ama olamadı. Yine de “Bir daha intihar etmem, bu dünyada acı çektim öbür dünyamı da mahvetmem!” noktasına kendi başına ulaşmayı bildi. Aslına bakarsanız Mercan da zulüm görüyor. Görünmeyen bir psikolojik ve toplumsal şiddetin mağduru o da… Hak ettiği desteği görebilse kurtulacak da ama bunu bir başına yapacak gücü de çıkış yolu da yok. En zor savaş, insanın kendisiyle ve duygularıyla olanı… Tam da bu noktada birinin onun elini tutmasına çok ihtiyacı var. Pazardaki konuşma bu yüzden çok önemli. Nefes’in ona el uzatması kadar Mercan’ın uzanan eli tutması da çok kıymetli. Nefes’e “hayran olması” ileride onu bir rol model olarak görmesini de sağlar umarım.

Nefes’in Tahir’le evlenmesi Vedat’ı kırmızı görmüş boğaya çevirdi, demiştim. Bu noktaya gelen Vedat’ı kontrol etmek çok güç. Şurası da bir gerçek Vedat, Tahir’i gerçekten çok zorluyor. Çoğu sahnede o manipülasyona ben bile dayanamadım ama Tahir durmayı bildi ki bence en büyük başarısı o. Hele Vedat’ın silah beynine dayanmışken “Ceylan”ı hatırlatması üstelik bunu alabildiğine psikopatça yapması tahammül ötesi. Vedat herkesi ve her şeyi olduğu gibi “Ceylan” meselesini de kullanıyor. Bu da bana Ceylan’la ilgili görünenin dışında bir şeyler olduğunu düşündürüyor. Vedat’ın hastalıklı beyni “sahibi” olduğunu düşündüğü kadına artık bir başkasının “sahip” (!) olmasını kaldırmaz ve ne yapıp yapıp Tahir’i yok etmeyi deneyecektir. Hele Mercan planı da işlemeyince Vedat’ın çok daha “öldürücü” olacağı kesin.

Tahir’in Vedat’ın kışkırtmalarına dayanabilmesi bir mucize ve onun mucizesi Nefes. “Beni dizine yatır ve yine benim fırtınamı dindir” dediği Nefes onu sükûnete erdiren, onu koruyan, dinlendiren ve sarıp sarmalayan liman. Sadece kendine değil Tahir’e de liman olabilmek aslında Nefes’in en önemli gücü Tahir’in de en büyük şansı. Çocuk denecek yaşta girdiği karanlık dünyada sekiz yıl boyunca hem kendinin hem de oğlunun ruh sağlığını korumayı başaran kadın, şimdi de Tahir’e yeni yepyeni bir dünya kuruyor. Evet, Tahir sevgiye aç, yalnız bir adam değil ama sadece bir kadının kurabileceği o çok özel, iki kişilik dünyaya çok yabancı. Minik detaylarla duvarları örülen bu yuva Nefes’e yeni bir umut, Tahir’e yeni bir hayat verecek ama önce, o umudu sadece yüreğiyle değil, aklıyla da kabullenmesi gerekiyor. Tam da bu yüzden Tahir bile isteye onun damarına basıyor, sinirlendiriyor çünkü biliyor ki Nefes “Sinirlendiğinde savaşır!” Şimdi de hem Kaleli konağında hem Sürmene’de hem de oğlu için savaşması gerek. Kendi adına da Tahir adına da savaşacak ki Tahir ondan güç alabilsin ve bana sorarsanız Tahir’in bu planı da işe yarıyor.

Saniye, Tahir’in çok net ve bir o kadar da ağır konuşmasına rağmen aklını başına toplamış değil. Tipik “kaynana” profili çizip oğlunun yanında ses etmeyen ama gelinini yalnız bulduğunda canını seve seve yakan çarıklılardan o. Ancak “Kaleli” olmanın güveni ve Tahir’den aldığı güçle Nefes, Saniye’ye kendini ezdirmeyecek, belli oldu. Kanlı canlı, yaşayan, reel bir kadının tepkisini verdi ona. İşittikleri karşısında ağlayıp sızlayıp her şeyi sineye çeken “dizi kahramanları” gibi ucuz dramlara başvurmak yerine, gidip olan biteni açık açık kocasına anlattı. Çünkü adı gibi biliyordu, Tahir’in onun elini tutacağını, onu annesine de Sürmene’ye de yem etmeyeceğini. Saniye’nin karşısına tıpkı Asiye gibi tek başına dikileceği günler de gelecek ama her şey bu kadar yeni ve alevliyken en doğru olan, ateşe elini sokmak yerine maşa kullanmaktı. Saniye’nin dilinden Mustafa anlar, Tahir anlar, Asiye anlar ama Nefes için daha çok erken, üstelik de bu kadar ciddi dertle boğuşurken Saniye’yi adam yerine koymanın da âlemi yok. Çatkısını çatıp, dilaltı hapını yutup, Asiye’nin alacağı 5 metre Amerikan’a sarılacağı günlerin korkusuyla yaşasın bi’ zahmet!

Nefes, Mercan’a “Tahir öyle senin zannettiğin gibi eline ekmek alıp eve gelmiyor!” diyerek aralarındakinin gerçek bir evlilik bağı olmadığını anlatmak istese de “Sadece Yiğit için” düşüncesine artık kendisi de tam olarak inanmadığından bence ikna edici değil. Çok iyi biliyor ki yeni hayatı, sadece Yiğit için değil. Nitekim geçen hafta kasten üstünde durmadığım “yüzük” detayı bize gerçeği kanıtladı. Ona kötü günlerini ve çektiklerini hatırlatan nikâh yüzüğünü takmak istememesini yürekten anlamış ve çok da hak vermiştim.Herhangi bir anlamı olmayan bir nesneyi, üstelik de kendisini huzursuz edeceğini bile bile sırf gelenek diye kabullenmesi son derece yersiz ve anlamsızdı. Parmağına takacağı alyansın bir kelepçe olmadığını, aralarındaki ruh bağını ifade ettiğini hissettiği anda da bile isteye o yüzüğü hem kendi parmağına hem de Tahir’inkine “asla çıkarmamak üzere” geçirdi Nefes. Bu noktadan sonra kim ne derse desin aralarındaki, gerçek bir evlilik; Nefes de en az Saniye kadar Kaleli’dir.

Nefes Zorlu; soyadını 24 yıl boyunca yaşattı. Yaşadığı cehennemde “zorlu” bir savaşçı oldu, oğlunu da kendini de oradan sağ salim çıkarmayı becerdi ve işlevini tamamladı. Bütün acılarıyla onu gömme vakti geldi çünkü yeni hayatında “Zorlu”nun yeri yok. O, artık Nefes Kaleli… Kalesi var onun. Kendini güvende hissettiren, onu öldürmeden, yok etmeden seven, ancak içinde yaşayan bir sahibi varsa bir kalenin taş yığını değil yuva olduğunu bilen sapasağlam bir kalesi var hem de… Nefes’inki kaleye sığınmak değil, onun sahibi olmak. Nefes Kaleli olmak gücünü yok etmeyecek aksine çok daha cesur, çok daha özgüvenli ve çok daha dayanıklı olmasını sağlayacak. “Sana verecek sadece dizim var!” dese de kendine de Tahir’e de bir dünya veriyor, aslında…

Bir erkek için saat kaç olursa olsun eve geldiğinde kapıyı ona gülümseyerek açıp “Sen gelmeden uyuyamadım!” diyen bir kadının bulunduğu yer, yuvadır. İçinde kim nasıl yaşarsa yaşasın, o kadının ona sunduğu özel bir dünyadır. Beklendiğinin, özlendiğinin, kabullenildiğinin ve sevildiğinin ifadesidir. O kadının dizine başını yaslayıp fırtınasını dindirmek; o kadına, kendisine her şeyi yapabilme gücünü vermektir. O güçle onu kırmayacağına, incitmeyeceğine, aldatmayacağına inanmaktır. Başını yasladığı dizin “sahibi” olmak değil, o kadının kendisine sahip olmasından gurur duymaktır. Bir kadın, bir adama sahip olmuşsa karşılığında da ona bir dünya sunmuş demektir. O dünyayı yıkmaya da ne köyün ne Saniye’nin ne Vedat’ın gücü yeter. İşte tam da bu yüzden parmaklara takılan o yüzükler, Nefes’le Tahir için bir ant; diğerleri için bir silahtır.

 

 

Exit mobile version