Yazar: Sinem ÖZCAN
Tam bir haftadır “Vedat, Tahir’e ne dedi?” sorusuyla yaşadıktan sonra heyecanla oturdum, ekran başına. Gel gör ki Vedat’ın “Hayatımın en büyük sırrını ona söyledim.” demesi dışında Tahir, ağzını sımsıkı kilitlediğinden tek bilgi alamadık, biz de… O bilgiyi alamadık da bölüm öyle bir sarsıp savurdu ki beni, bir de üstüne jenerikte akan rakamların yarattığı ürkütücülük eklenince anında televizyonu kapadım, sosyal medya iletişimimi kestim kısacası gördüklerimden ve onların bende yarattıklarından “KAÇTIM”… Koşup yuvamın güvenine, yastığımın huzuruna sığınmak istedim ama olmadı…
Akşamdan beri kendimden utanmakla meşgulüm. İnsanların yaşadıkları ve katlandıklarını ben kurguda bile olsa izlemeye dayanamadığım için, jenerikte akan o 200.000’den ve her yıl eklenen 40.000’den biri benim yakınım olmadığına şükrettiğim için, kısacası bencilliğim ve şımarıklığım için kendimden utanıyorum!
“Çocuk” ve “gelin” sözcükleri bırakın aynı tamlamaya aynı cümleye bile girmez, giremez. Yaşı 12 de olsa 16 da olsa ÇOCUK’tur, nokta. Veee o çocuk “gelin” olamayacağı gibi bilinci, ruhu ve varlığıyla da KADIN olamaz. Adına ister töre deyin ister çıkar deyin, ne derseniz deyin bunun adı SAPKINLIKTIR. Böylesi bir sapkınlık ne sağlıklı birey ne sağlıklı toplum doğurur ancak ölen, öldürülen ya da ölmekten beter yaşamlar sürmeye zorlanan masumlar yaratır. Beynimi mengene gibi sıkan baş ağrımın da sebebi bu, elimin bir türlü yazmaya gitmeyişinin de… Ben yüzleşmekten kaçıyorum, insanlar “kaçamadıkları” için yaşıyor ya da ölüyorlar ve baktığınızda aynı havayı soluyor, aynı göğe bakıyoruz. Hani “Cahillik, mutluluktur!” derler ya, doğru… Bütünüyle doğru; öğrendikçe, yüzleştikçe, farkındalığınız arttıkça mutlu olamıyorsunuz zira. Rahatım, huzurum kaçtığı için şükrediyorum aslında! Benim kendi ellerimle yarattığım minik dünyamın ötesinde bir evren var ve orada birileri acı çekiyor, en azından o acıyı hissedip ortak olmak da bir aşama galiba. Yüreğime, beynime bu iğneleri saplayıp beni huzursuz edenlerin gönüllerine sağlık diyorum, bir kez daha.
Geçen hafta Sen Anlat Karadeniz’i, Tahir’in Vedat’ı öldüremeyip adam kaçırmaktan tutuklanmasında bırakmıştık. Vedat, Vedatlığını yapacak elbette ve eline geçen her fırsatı Nefes’i geri almak için kullanacak. Tahir de Tahirliğini yapacak ve yaptığının bedelini; sızlanmadan ağlaşmadan yiğitçe ödemeye razı olacak. İkisi de yaratılışının gereğini yapıyor, onlarda şaşılacak bir şey yok da Mustafa Kaleli ne yapıyor, anlayan biri bana bi zahmet anlatabilir mi? Elinde öyle ya da böyle bir itiraf var; peki, o itiraf şimdi kullanılmayacaksa ne zaman kullanılacak? İkide bir “O senin hayatının garantisi!” diyor ya Tahir’e, hayatta olması nefes alıp vermesi demek mi? Hapse düşen kardeşi için kullanmayacaksa o itirafla yapabileceklerine dair yaratıcı fikirlerim var; bana başvurabilir! Koskoca Kaleli ailesinin sözüm ona “reis”i olacaksın ama şu ana dek, Yiğit’i Nefes’ten koparmak dışında herhangi bir icraata imza atamayacaksın. Sen niye yaşıyorsun acaba Mustafa Kaleli? Bu sorunun cevabını epey düşündüm; vardığım sonuç şu: Sanırım senaristler Mustafa’yı ibret – i âlem için yarattılar bize “Bak siz de böyle olabilirdiniz, şükredin hâlinize!” mesajı veriyorlar zannımca. Mesajı aldım, hâlime de şükrettim; yavaş yavaş Nefes’le Tahir’in yanına doğru yol alıyorum, izninizle…
Tahir’in hapse düşme ihtimali bile Nefes’i en az Vedat’ın işkenceleri kadar yıkar. Yıktı da ama o, hep dilendirdiği gibi “UMUT”… Sadece Tahir’e değil hepimize çok lazım onun umudu… Umuduna sarınıp var oluyor, umuduyla yol alıyor, umudunu dağıtıp düşeni kaldırıyor ama umudunun kaynağı da artık Tahir. Ona göre Tahir “özgürlük”… Tahir hapsedilemez, o dört duvarın arasına sığmaz, orada kolunu kanadını kırar duvarlara çarpa çarpa. Tahir ancak özgürse güçlenir, güçlenirse Nefes soluk alabilir ve soluk alabildiği sürece “umut” olur. Tam da bu yüzden verebileceği tek şeyi “canını” ortaya koyup Tahir’i kurtarmaya koşar Nefes. Açık söyleyeyim Vedat’ın art arda gelen hamlelerinden sonra Nefes’in “ Geliyorum, konuşalım” deyişini duyunca içimde bir şeyler kırıldı. “Vazgeçti!” dedim, ne yalan söyleyeyim. Elbette, gidip Vedat’la yaşamaya teslim olmayacağını biliyordum ama Tahir’in yarım bıraktığını tamamlamaya kalkacak, işleri daha da çözülmez noktaya götürecek diye endişelendim. Unutmuşum Nefes’in “umudu”nu. Unutmuşum, canını ortaya serse de Vedat’ın ekmeğine yağ sürmeyeceğini, unutmuşum bu kadar zamandır emek emek işlediklerini tek kalemde yok etmeyeceğini.
Nefes’in “Benim senin için verebilecek bir canım var!” deyişine “Sevda benim sevdam dediğim andan beri o can sadece senin canın değil.” dedi ya Tahir; hah, işte beni tam da o repliğin dibine gömün sevgili okurlar. Ben orada kaldım zira! “O can sadece senin canın değil!” demek; sen “ben”den ayrı değilsin demek, vermeye çalıştığın o can, senin değil “benim” demek, aldığın her solukta hakkım var demek… Demek de demek yani… Bunu ne aşkla ne sevdayla dillendiriyor benim lugatım. Bu, bildiğin Nirvana’ya ulaşmak, daha da ötesi yok… Sevmeyi böyle anlayan bir adam, son anda ortaya çıkan “Ben kızımı nikâhlı verdim!” diyen bir sözde baba yüzünden çıktığı arştan aşağı inmez. Ne sevgiyi tüketir ne Nefes’e bakışı değişir.
Amaaaaa…. O duydukları Tahir’i aniden patlayan fırtına gibi karmakarışık eder mi eder! Tahir, inancı çok sağlam bir adam… Onun kitabında resmî ya da dinî, nikâh; nikâhtır. Bu, Tahir’in Nefes’i ve Yiğit’i korumaya kalkışmasını etkiler mi? Zerre etkiemez çünkü ortada bir zulüm var ve “Zalime bile merhamet eden” Tahir, mazlumu ne pahasına olursa olsun korur ama yüreğine düşen sevdayla savaşmaya kalkar. Onu yenmeye, Nefes’i “yâr” olarak görmekten vazgeçmeye çabalar.
İmam nikâhının vekaletle kıyılabileceğini bilecek bilgiye sahibim de konunun uzmanı olmadığımdan bu vekalet için tarafların izni gerekiyor mu gerekmiyor mu onu bilmiyorum. Bilmediğim konuda da ahkâm kesmem. Eğer Osman Hoca “Bu nikâh, geçerlidir” derse Tahir canını dişine takar ve Nefes’ten uzak durur. “Sevda benim sevdam, sana ne?” diyen adam elbette sevmekten vazgeçmeyi düşünmez dahi ama Nefes onun gözünde “Vedat’ın karısı” olur ve evli bir kadına hissettikleri için de kendini yer bitirir.
Ancak olayın diğer cephesinde Nefes var. O, kendine umut diyor ve o umudun gücünü de Tahir’den alıyor. “Sığınabileceğin sadece gücün olunca anlıyorsun ne kadar güçlü olduğunu” diyen Nefes, pes etmez. Tahir’e “yâr” olamayacağını hep söylese de Tahirsiz olamaz ve Vedat’ı köşeye sıkıştıran Nefes, Tahir’in de kaçmasına izin vermez.
Eğer nikâh, dinen geçerliyse ve o nikâhın düşmesi Vedat’ın iki dudağının ucundaysa üzgünüm ama o dudaklardan “Boş ol!” çıkmaz; öldürseniz de çıkmaz. Yakından bakınca bir kısır döngüye düştük gibi görünüyor ama sadece yakından bakınca. Yükselip bütünü görürseniz iş değişir. Hep yinelediğim bir şey var: Ben öyküyü yazan kalemleri iyi biliyorum. Ne yazarlar, ne yazmazlar; nereye götürürler ve neye hiç sapmazlar kestiriyorum. Tam da bu yüzden içim rahat. Niye mi?
- Kaçma – kovalama döngüsünden nefret ederler. Tahir kaçtı – Nefes kovaladı oyununa girmezler.
- Nefes’i “umut” olarak kodlayan onlar ve asla karakterlerini savurmazlar. Vedat’a Yiğit ve Tahir için bile teslim olmayan Nefes, babasının “nikâhlı bunlar!” sözüne hiç teslim olmaz.
- Duygusal karmaşa ve gelgit içindeki karakterden nefret ederler, hele baştan beri “sabırsız” ama “net” bir adam olarak tanımladıkları Tahir’i bunalımlı, ikilemli adam hâline asla sokmazlar.
- Bir çatışmaya asılı kalıp haftalarca onu sürüklemektense çatışmayı kurar, çözer; yerine yenisini eklerler. Vedat’ın baba oyunu da bir, bilemediniz iki bölümde çözülür gider, ardından yine yürekleri ağza getirecek bir diğeri yazılır.
İşte bu dört argüman içimi rahatlamya yetiyor. Nefes’in umudu, Tahir’in inadı yok olmadıkça Vedat puan ya da puanlar alabilir ama maç sayısını asla alamaz.
Vedat, Nefes tarafından köşeye sıkıştırılmayı hazmedecek adam değil, elbette ki karşı hamlesi olacaktı. Nefes’in babasını bulup getirmenin yanında Berrak’ın iplerini de biraz daha çekerek işe girişti. Berrak’ın Necip’in kızı olduğunu biliyoruz ancak Necip’in dinamiği ne onu anlayamadık henüz. Vedat’ın kesip getirdiği parmak, Berrak’ı doğal olarak darmadağın etti ve girdiği pişmanlık yolundan onu döndürdü ama Necip’i hiç etkilemedi. Bu da bana, Necip’in tıpkı Vedat gibi karısına şiddet uygulamaktan hiç kaçınmayan bir başka şerefsiz olduğunu düşündürdü. Aynı topun kumaşı oldukları için Necip, Vedat’ı engellemiyor diye düşünsem de içimden bir ses, başka bir neden daha olduğunu da söylüyor. O sırrın perdesi biraz yavaş kalkacak gibi.
Fatih, Berrak’tan şüphelenmekten vazgeçmiyor. Parmak izinden sonuç çıkmayınca medreseye kamera yerleştirerek Berrak’ın peşinde olduğunu bize unutturmadı. Sanırım Fatih’in Berrak’ı çözmesiyle Necip’le ilgili gerçeği öğrenmemiz art arda olacak ve Vedat tam da buradan bir gol daha yiyecek.
Unutmamak gerek ki Sen Anlat Karadeniz, uzun soluklu bir dizi. Vedat da masallardaki vurdukça daha da büyüyen kötü kalpli dev… Bu da demektir ki aldığı her yenilgi onu daha da öfkelendirecek ve bir öncekinden daha şiddetli bir hamleyle karşımıza çıkacak. Bugünden yarına sorunlarını hâlletmiş, oğlunu yanına almış, Tahir’le mutlu mesut yaşayan bir Nefes hayali kurmuyorum ama Nefes de küllerinden yeniden doğan Anka Kuşu… Umudunu söküp almadıkça o, her yandığında yeniden doğacak.