Yazar: Sinem ÖZCAN
“Kuşku uyandıran bir düşünce tatsız gelmez önce,
Ama aslında zehirlidir; insanın kanına bir girdi mi
Yanıp tutuşturur kükürt ocağı gibi.”
der İago, Sheakespeare’in ünlü oyunu Othello’da. Oyunu bilmeyenimiz yoktur. İago, Mağripli zenci komutan Othello’nun Destemona ile aşkını kıskanır ve ektiği şüphe tohumlarıyla Othello’nun Destemona’yı öldürmesine neden olur. Niye anlatıyorsun şimdi bunları, dediğinizi duyar gibiyim. Anlatıyorum çünkü ben bu hafta Sancar’ı izlerken Othello dönüp durdu zihnimde. Sancar, Othello’su Sefirin Kızı’nın. İago’su da Akın. Her ne kadar şeytanî zekâsı bence İago’yla yarışamasa da Sancar’ın zihnine “şüphe” tohumlarını ekip yeşertmeyi başarmış durumda Akın.
Sancar da Othello gibi kıskanç doğmamış, Akın tarafından “kıskanç edilmiş” bir adam. Öyle doğru zamanda öyle doğru tohumlar serpmiş ki Sancar’ın zihnine; Othello, nasıl bir beyaz mendil uğruna Destemona’yı elleriyle boğduysa o da bir “al kuşak” yüzünden Nare’nin ruhunu lime lime doğramış. Onun ruhunu doğrarken de kendine de ölümcül cezayı kesmiş: güvenememek. Sadece Nare’ye de değil kimseye güvenememek hatta kendine bile. Dünyalar güzeli Desdemona’nın bir zenciye âşık olamayacağı fikri, nasıl alttan alta işlendiyse Othello’nun zihnine; Sancar’ın kafasında da hep “Peri kızı, yarıcının oğluna niye âşık olsun ki?” kompleksi dönüp durmuş yıllarca. İlk günden beri özünde kendini Nare’ye layık bulmamış o; zenginliğe ve güce kavuşmasına rağmen de “yarıcının oğlu” olmayı hiç üstünden atamamış. Zaafları yakalamakta usta olan Akın’a da aradığı fırsatı altın tepsi içinde sunmuş, böylelikle. Haksız mı, değil! Kendi küçük dünyasında yaşayan bir çocuğun, dünyanın sahibi zannettiği küçük kızı, “peri kızı” sanması ne kadar haklıysa “yarıcının oğlu”na peri kızının gönül düşürdüğüne inanamaması da haklı. Üstüne üstlük baştan beri “Âşıksan inanırsın, arkadaş!” cümlesini diline pelesenk etmiş Gediz’i bile zınk diye durduran bir telefon konuşmasına şahit olmuş, Sancar. Nare’nin ağzından bir başkasına “aşkım” dediğini işitmiş. El insaf yani… Bütün bunlara rağmen ben olsam hiç şüphe duymazdım, diyen varsa gelsin alnından öpeceğim!
Her olayın iki cephesi var. Olup biteni sadece Nare’den dinleyen Gediz’in, üstelik yaşananlar kendi başından geçmemişken Nare’yi inanması, her sağduyulu insanın tavrıdır. Zihni böcelenmemiş, yüreğine şüphe girmemiş; kendisiyle ve etrafındakilerle sorunu olmayan bir adam Gediz. Ben baştan beri, “Bütün bunları yaşayan 8 yıl önceki Gediz olsa aynı kolaylıkla inanır mıydı?” deyip duruyorum. Bu bölüm anladık ki bu sorunun cevabı “Hayır!” O tuzağın kurbanı kendisi olmadığı hâlde sadece Sancar’ın anlattıklarıyla bile lâl oldu, dili. Nare haklı, ona tuzak kuruldu; evet, kimse buna itiraz etmiyor hem de çok sağlam bir tuzak kuruldu ve o tuzağa düşmeyecek insan yok! Haa, Sancar daha sakin, daha kontrollü ve daha olgun olsaydı sekiz yıl önce yüz yüze görüşüp işin aslını Nare’ye sormayı akıl edebilseydi her şey farklı olurdu elbet ama o durumda bırakın Sancar’ı, Gediz bile o sükûneti gösterebilir miydi? Benim cevabım, hayır!
Gediz, gerçekten içinde zerre kötülük bulunmayan bir adam ama Sancar’ın geldiği yerden gelmiyor ve onunki kadar derin bir sevda çekmiyor. İlk andan beri Gediz’in Nare’ye “aşk”ında bir şeyler eksik geldi bana ve bence Sancar haklı; Gediz, Nare’ye âşık değil! Ben ona hayranlık demiştim ama Sancar, Gediz’in bir yanını pat diye serdi önüme. “Sen ulaşılmaza âşıksın, ondan gittin bir destan kahramanına âşık oldun!” dedi. Ben Gediz’i Sancar kadar tanımıyorum elbet ama ruhunda bir başkaldırı olduğu da açık. Ailesine rağmen parayı çalıp Sancar’ın önüne koyan da aynı Gediz. Yine de ben Sancar kadar keskin ve sadece buna bağlayarak açıklayamam Gediz’in duygusunu ama Sancar’ın Nare’ye vurgunluğu Gediz’de yok, onu görüyorum. O bir “kara sevda” çekmiyor. Çekmesin de zaten! Böylece Nare’ye duygularını âşıktan dosta daha kolay dönüştürebilir çünkü bir kez daha açıkça gördük ki o Nare’nin “en yakın arkadaş”ı. Hiç sahip olamadığı gerçek dost ve Sancar’ın fırtınasından kaçıp sığındığı liman. Gediz, Nare’nin aşkına hiç sahip olamaz ama dostluğunun sıcaklığında ısınır ki o da yavaş yavaş bunu kabullenme noktasında artık. Sancar’ın bakışları altında kanepede Nare’den uzağa kaçıp oturan Gediz, Sancar’a değil belki ama bana “Ben vazgeçiyorum, sağdıç!” mesajını verdi.
Nare, Sancar’ın gördüğü gibi bir peri kızı da Gediz’in gördüğü gibi kollanıp korunması gereken çaresiz bir yavru kedi de değil. Tam aksine yaşadığı her şeye karşın dimdik duran, çok güzel ve çok akıllı bir kadın o. Bugün sözü İago’dan açtım ya, yine aklıma onun bir repliği geldi: Hem güzel hem akıllıysa bir kadın, bilir / Güzelliği kullanılmak, aklı kullanmak içindir. Ta çocukluğundan beri güzelliği kullanılmış onun. Sancar da o peri güzelliğine vurulmuş, Akın da sapık sevgisini o güzelliğe bağlamış ve hatta onu hiç tanımadan Gediz’i de ilk büyüleyen güzelliği olmuştu, uçakta. Oysa o güzelliğinin yarattığı etkiyle hiç ilgilenmeden aklını kullanmayı seçiyor, artık. O yüzden peri kızı değil ve o yüzden çaresiz değil. Düşmanını herkesten iyi tanıyan da o, Akın’ın aklına girebilen de… Akın’dan İago olmaz demiştim ya tam da bu nedenle, işte… Herkesin zaaflarına hâkim olduğuna inanan Akın, Nare’nin onun zaafını çoktan yakaladığının farkında bile değil çünkü o Nare’yi hâlâ “küçüğü” sanmak aptallığını yapıyor. Oysa Nare, babasına “Hep mi bu kadar aptaldın, sonradan mı oldun?” diyebilecek, Halise Efe’ye de aldığı nefes oksijen israfı olan Menekşe’ye de anladıkları dilden haddini bildirecek bir kadın. Bu kadın, artık ne Akın’ın tuzağına düşer ne Sancar’ın tuttuğu evde Rapunzel rolüne soyunur ne de Gediz gelip onu kurtarsın diye bekler. Tutar kızının elinden çeker, gider. Hem de Akın’ı da üstüne çekip gider ki bu bence çok kahramanca çünkü Nare, bombayı kucağına alıp uzaklarda patlatmak ve onun vereceği hasardan sevdiklerini korumak derdinde.
Çocukluğundan beri babasının, polisin, doktorun ve Sancar’ın ona inanmadığı bir kadın Nare. Yıllar boyu bu yüzden suçlamış kendini. “Bana neden inanmıyorlar?” sorusu onda “Ben ne hata yapıyorum da inanılmıyorum” güvensizliğine ve ardından da “Ben gittiğim her yere kötülük götürüyorum” inancına dönüşmüş. Kendinizin zehirli olduğunu düşünüyorsanız ve çok sevdikleriniz varsa onları öldürmemek için kendinizi sürgüne yollarsınız. Kızını da yanına aldı diye itiraz edeceksiniz biliyorum ama Nare’nin zaafı da Melek. Onsuz soluk alamaz ki, sürgünde yaşayamaz ki, peşine çektiği Akın’la, onsuz boğuşacak gücü bulamaz ki… Her şey bir yana Melek, Allah’ın Nare’yi unutmadığının işareti olarak ona verdiği bir hediye. Niye hediyesini bırakıp tek başına düşsün ki yola? Var olabilmek için ihtiyacı olan tek varlığı alıp yanına çekip gitmek derdinde o. Çekip gidecek, giderken bulaştırdığı pisliği de ardından sürükleyecek ve geride kalanların huzur bulmasını sağlayacak, plan bu! Amaaaa Nare için kusursuz olan plan, geride kalan Sancar’ı öldürür. Nare’nin de yaptığı hata bu, işte!
Sancar’ı ilk gördüğünde o minicik çocuğa bakıp kocaman bir dağ görmüş, Nare. Sapasağlam, güçlü ve sert bir dağ. Sancar hâlâ aynı Sancar, doğruya doğru ve hâlâ çok sert, çok keskin, çok katı. Tavizi yok, affı hiç yok. Darbe, sevdiklerinden geldiğinde daha da sertleşiyor. Nare’ye de Gediz’e de annesine de… Baktığımda Halise Efe’nin yaptığının izahı da affı da yok ama bunu ben dıştan izleyen biri olarak söylüyorum da oğulun anaya bu denli katı oluşu da ürkütüyor beni, hem de çok ürkütüyor. Evet, canı çok yandı; evet, darmadağın oldu ama annesini evden gönderirken de bir an bile gözünü kırpmadı. Bu da çok ama çok düşündürücü. Belli ki yıllar ve yediği darbeler onu daha da sert ve daha da tavizsiz yapmış. Oysa bu kadar keskinseniz sadece karşınızdakini değil kendinizi de dilim dilim bölersiniz. Nitekim de suçlu suçsuz demeden Nare’yi de Gediz’i de annesini de cezalandıran bir Sancar var karşımızda. Her cezayı kesişinde kendi yüreğinden de bir parçayı koparıp savuruyor bir yerlere, en çok kendisini cezalandırıyor ama zerre yumuşamıyor, bir an bile “acaba?” demiyor ve geri adım atmıyor. Oysa insanlar hata yapar, hatta büyük hatalar da yapar, insan olmanın gereği bu; hatanın cezası da verilir, ilişkide bir şeyler de eksilir hepsi tamam ama sevginin affetmeyle de ilişkisi var. O bağı kopardığınız an, istemeseniz de zalim olmak mümkün. Başkalarının hatalarına bu kadar keskin ve sert olan Sancar da Nare’ye büyük yanlış yaptı. Kendisi sırça köşkte oturan, dışarıdakine taş atmaz, derler. Her ne kadar bununla yüzleşmek istemiyor olsa da “yaşayamam” diye düşünse de yaptı ve başkalarına kestiği cezanın bin beterini kendisine yazmamak için de yumuşamayı öğrenmesi gerekecek. Yumuşamayı da bağışlamayı da öğrenecek. Yarıcının oğlundan Sancar Efe’ye dönüşen adamın, ikinci evrilişi de bu olacak sanırım.
Bu hafta temposu çok yüksek buna rağmen bağlantıları çok iyi kurulmuş, geçişleri çok sağlam bir bölüm izledim Sefirin Kızı’nda. Su gibi akan diyalogları ve karakterle birebir örtüşen tavırları her hafta büyük bir zevkle seyrediyorum. Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde büyük yük taşıyan tüm set ekibinin emeklerine sağlık.