Yazar: Sinem ÖZCAN
Melek’in “Baba beni kurtar!” çığlığında bırakmıştık, ikinci bölümü. Varlığından haberi olmasa da beklemediği bir anda karşısında bulsa da gelişi Sancar’ın bütün hayatını altüst etse de Nare çok haklı, Sancar iyi bir baba. Kızının varlığını kabullenene kadar yaptıklarından söz etmiyorum. Artık anladık ki Sancar, kriz anlarında saçmalamaya meyyal ama DNA testi, gerçeği önüne koyduğundan beri babalığını sorgulayamam doğrusu. Kızının elinden çekilip alıverilmesi sadece Nare’yi değil onu da ateşe attı. Ne yapıp edip Melek’i geri alacağından emindim ve bu mücadele sırasında Nare ile ateşkesine de gerçekten saygı duydum.
Sancar, Nare’yi kaybettiği 8 yıldan beri, en çok da kendisiyle çok ağır bir savaş yaşıyor. Beyaz gelinliğiyle kolundan tutup sokağa fırlattığı kadının acısıyla zerre kıyas kabul etmez, benim nazarımda onun acısı ama Nare’yi seviyor mu; evet, tartışmasız seviyor. Yanılmıyorsam Paul Auster’in sözüdür ve ben çok severim: “Aklın zamansız öldürdükleri, yürekte amansız dirilir.” der. Bölüm boyunca da Sancar’ı bu söz kulaklarımda yankılanırken izledim. Sancar, kendi savaşında Nare’yi “aklıyla” öldürmeyi denemiş. Menekşe ile evlenme adımı da aklın bunu başardığının göstergesi. Ne var ki gönül; öyle emir alan, politik davranan, laf söz dinleyip hizaya giren, akıllı uslu bir varlık değil. Sancar’a da tam unuttum dediği anda “Hadi be ordan! Aha da burada işte! Bak kurulmuş oturuyor yüreğine hem de kanlı canlı!” deyiverdi. Garibim Sancar, hâlâ onu dizginlemeye, söylediğine kulak tıkamaya devam etsin; bence onun asıl “yıkıcı” savaşı şimdi başlıyor.
Sancar ve Nare arasında olup bitene baktığımda ister istemez soruyorum: Aşk, koşulsuz güveni getirir mi? Getirir mi bilemem ama getirmeli! Getirmiyorsa bir yerde, bir sıkıntı var demektir. Baştan beri Sancar’ın kendine güvensizliği, Nare’ye inanmamasına yol açtı. Akın çok iyi tuzaklar kurmuş olabilir ama Sancar “Benim Nare’m yapmaz!” demeyi bilmeliydi. Bilemedi. O zaman bunun bedelini de ödeyecek, ödemeli. Gerçek aşk böyle bir şey çünkü… Sevdiğiniz bir yanda, dünya diğer yandaysa koşarak sevdiğinizin yanına gidersiniz. Biliyorum şimdi “ama…” lar gelecek. “Ya kandırıyorsa…” diyeceksiniz “ya aldatıyorsa…” diyeceksiniz “ya benim sevdiğim kadar beni sevmiyorsa…” diyeceksiniz. Hepsi de doğru olabilir ancak aşk, sanıldığı gibi karşılıklı bir duygu değil sadece seveni bağlar; sevilenin bizim duygumuza bir borcu yoktur. Aksini düşündüğümüzde işin içine hesap kitap, seçmek – seçilmek girer ki aşkın matematiği zayıftır. Sancar, sevmeyi bildi ama kendi çelişkilerinin tuzağına düşüp o aşka sahip çıkamadı. İnanmadı Nare’ye, inanamadı ve kendisini de Nare’yi de Akın’a yem etti.
Gediz, Sancar’ın en iyi dostu, sorgusuz sualsiz arkasında duranı, koltuk değneği, hiç tükenmeyen pili… Ne var ki dostluk, aynı olaya aynı pencereden bakmayı gerektirmez. Desteklemek başka şey, yanlışı görmek başka. Gediz de sonuna kadar arkadaşı da olsa Sancar’ın hatasını gördü. O Nare’ye inandı. İnandı çünkü o da âşık, Nare’ye. “İnsan ‘dostum’ dediği adamın sevdiğine âşık olur mu?” Evet, olur! Yürek, akılla ortaklık etmez çünkü. Olmaya olur da akıl, tam orada devreye girmeli işte. Seçime gitmeli, doğruyu yanlış düşünmeli. Şimdi, elimizdeki taşları sakince yere bırakalım arkadaşlar! Gediz’in ne yapacağını henüz bilemiyoruz çünkü. Sancar’la Nare için bir mücadeleye mi girecek yoksa dostunu “sağdıçsız bırakmamayı” mı seçecek bilemiyoruz. Duygularından sadece kendisi sorumlu ama bunları davranışa dökerse o zaman Sancar’a ihanet eder, o ihanetin bedelini de öder. Yapılacak bir şey yok!
Gediz, baştan beri Nare’ye inanıp ona sahip çıkan adam. Aşkı, bunun en büyük etkeni kabul ama Gediz, olup biten her şeyi sonradan ve dışarıdan gören adam. Sancar’ın yerindeki o olsa bu kadar mantıklı davranabilecek miydi, bilemem. Yaşayıp görmek lazım. Onun aşkı hiç sınanmadı çünkü. Akın, Sancar’a oynadığı oyunları ona oynamış olsaydı ya da Sancar ve Nare destanına o da Kavruk gibi tanıklık etmiş olsaydı bu Gediz olabilir miydi? Açıkçası emin değilim!
İlk andan beri Gediz’in sevgisinin Nare’ye çok iyi geleceğini düşünüyorum ama şunu da gayet iyi biliyorum ki Nare’nin yüreğinin bütün parselleri Sancar’a ait. O gönülden Gediz’e bir odacık bile çıkmaz. Nare “Ben senin göğünden uçalı çok oldu.” dese de Sancar’a, kendini o gökte bırakıp uçup gitmiş. Bana sorarsanız sevdanın bedelini en ağır ödeyen o! Yalnız bırakılan, inanılmayan, kollanmayan aksine kurtların önüne atılan… Yansa kül olsa da o cehennemden çıkmış Nare. Artık onun bir adamın göğünde uçmaya ihtiyacı yok! Sancar’a “Ben sensiz yaşamayı öğrendim!” derken çok haklıydı. Sancarsız yaşamaya alışmış ama onu sevmekten vazgeçmemiş. Ondan farkı da Nare, sevgisini tek kişilik yaşamayı biliyor, Sancar’ı söküp atmamış ve o aşkın acısıyla yaşamaya da alışmış. İlk andan beri kendisine kurulan tuzaktan kaçmaya, kaçarken de kendini anlatmaya çabalamış. Sesini duyuramamış. Çok yorgun kendini anlatıp durmaktan. Yorgun ama pes etmiş de değil. Hâlâ inatla “masumum” diyor, kendisini Kavruk’tan başka duyan olmasa da.
Bu kadın Gediz’e güvenir, yaslanır da ama ona sevdalanmaz ve bana sorarsanız onun aşkının da farkında bile olmaz. Onun dünyasında Melek ve Sancar’dan başka canlı yok ki Gediz’in ne hâlde olduğunu anlasın. Gediz’in duygularıyla yüzleşmek zorunda kalırsa da büker boynunu ve “Kusura bakma, ömürlük kapalıyız!” der, geçer. O, kızıyla bir dünya kurup kendi ayakları üstünde var olabilmenin derdinde çünkü.
Montenegro’daki kadının “Tam olacaksınız!” kehaneti, nasıl ve ne zaman doğru çıkar, bilemiyoruz elbette ama Sancar’dan ilk golü yiyen Akın’ın da rahat durmayacağı açık. Rehabilitasyon merkezindeki Nare için “Sevgilisiyle birlikte Zürih’te yaşıyor.” diye Sancar’a yalan söylemek, kabul edelim ki şeytani bir plan. Hatta o kadar şeytani ki başta ikna olmadım. “Bu ne ya? Kâhin mi bu adam da hastabakıcıları ayarlayıp tezgâh kuruyor? Nerden bildi ki Sancar’ın Nare’nin peşine düşeceğini?” diye söylenirken Akın’ın “Köstebeğim var!” itirafı, olayı netleştirip önyargıma dur, dedi. Sancar’ın insan kaçakçılığı yapan adamlarla Melek’i kaçırma planından da anında haberi olunca ben de köstebeğin peşine düştüm hâliyle.
Köstebeğin 8 yıl önce Muğla’da olması gerek ki Sancar’ın gelişini Akın’a haber verebilsin. Bu durumda (zaten hiç ihtimal vermemiştim ama) Gediz elenir çünkü o dönemde yurtdışında okuyor. “İnsan kaçakçılarından yardım alma” detayını bilebilmesi için de Gediz’in yanında olan biri olması gerekiyor. Bu durumda ilk akla gelen Yahya ama onun da motivasyonu yok. Yahya, abisine niye ihanet etsin ki? Arada bir nefret, bir anlaşmazlık ve bir çıkar kavgası yok. Üstelik Yahya, Sefir’e para ödeyerek Melek’in kurtarılacağını da biliyordu. Parayı Gediz’le birlikte yolladılar Sancar’a ve bu bilgi Akın’a iletilmemişti. Akın, parayı Sancar’ın ödediğini öğrenince şoke oldu. Bu da Yahya’yı temize çıkarır, benim gözümde. Bu durumda son bir şık kalıyor: O da Gediz, Sancar’la telefonla konuşurken kardeşinin yanında olan Müge. Diyeceksiniz ki, onun motivasyonu ne? Niye ajanlık yapsın? Açıkçası aklıma gelen bir tek şey var: Dizi başlamadan önce karakterlerle ilgili gelen tanıtımlarda Müge için “Eski aşkını unutamadığı için hiç evlenmedi.” deniyordu. Ben bu eski aşkın, Akın olduğu fikrindeyim. Zira Akın’ın da tatillerde Nare’yle Muğla’ya geldiğini biliyoruz, o dönemde Müge, Akın’a kapılmış olabilir. Bu varsayım ana çatışmaya nasıl bağlanır, hatta doğru mudur bilemem, elbet. Bekleyip göreceğiz bakalım.
Bu arada söylemezsem olmaz. Dizinin müziklerine ilk bölümden beri bayılıyorum ama Cem Adrian ve Ben Seni Çok Sevdim, benim için apayrı önemli. Cem Adrian düşkünlüğümü bilenler bilir ve ben yıllardır Ferda Eryılmaz & Nehir Erdem imzalı bir işte, Cem Adrian dinlemek için ölüyordum; kısmet bugüneymiş. Onların metnine fon olarak yakışabilecek daha iyi bir isim gelmiyor aklıma çünkü ve dün akşam haklı olduğumu düşünüp kutladım kendimi. Sancar’a çok kızsam da onun sessizliğinden anlamak zor olsa da yine de gözlerinden kelimeleri okumak mümkün. Tıpkı şarkının sözlerinde olduğu gibi, Sancar’ın aşkı da şu an geçmiş zamanı gösteriyor ancak geleceğin neler getireceğini bilemiyoruz. İş bana kalsa ben Nare ve Gediz’i bir araya getirir, Sancar’ın inanmamasının bedelini sonuna kadar ödemesini isterim. Bu süreçte Menekşe koklasın dursun, o! Ne var ki Nare’nin çektiği acılara hürmetimden içim yana yana, melodinin Ben Seni Çok Seviyorum’a dönüşeceğini de biliyorum.
Sefirin Kızı’na genel olarak baktığımda en bayıldığım özelliğinin diyaloglar ve replikler olduğunu söylemeliyim. O kadar yıldım ki konuşamayan, konuşsa da ne dediği anlaşılmayan ve dam derken duvar diyen karakterlerden; özellikle Gediz’in su gibi akan replikleri, Sancar – Nare ve Sancar – Gediz diyalogları beni benden alıyor. Cümlelerin duygusallığıyla gözlerim dolarken bir anda kahkaha atarken buluyorum kendimi. Yazan kalemleri iyi tanımanın avantajıyla hangi söz Ferda Eryılmaz’a hangisi Nehir Erdem’e ait onu bile algılamayı ve yazarken aldıkları keyfi düşünmeyi de ayrıca seviyorum. Özellikle bu hafta, Gediz’in kahve krizinde kendimi birebir ekranda görmenin keyfini de yine kahkahalarla yaşadım.
Bence öykünün en sağlam taraflarından biri de sebep – sonuç bağlantılarının çok güçlü kurulması. Olup bitene kızsanız da başka şık olmadığını görüyor ve kabulleniyorsunuz. Geçen hafta velayetin niye Sefir’de olduğunu sorgulamış ve açıkçası Nare’ye bundan dolayı da sinirlenmiştim. Oysa o nedeni, bu hafta gayet açık gördük ve “Evet ya, yapabileceği bir şey yokmuş!” dedim kendi adıma. Çocuğunuzun sosyal hizmetler tarafından alınması tehdidi ile kandırılıyorsanız yanınızda tutabilmek için babanızın nüfusuna yazdırmaya, en azından o an için, ses çıkarmazsınız. Öte yandan geçmiş ve an bağlantılarının da çok iyi kurulduğunu söylemeliyim. Haritanın başında birbirlerinin gözlerinin içinde kaybolan Nare ve Sancar’ı görüp “Ne oluyor?” demeye fırsat kalmadan o kayboluşun geçmişten gelen hikâyesini görüveriyorsunuz ya da Sancar’ın Sefir’in evini nereden bildiğini sorgularken yıllar önce para biriktirip Nare’nin peşinden, kopup Montenegro’ya gelen Sancar’la karşılaşıyorsunuz.
Hikâyenin sağlamlığı, karakterlerin canlılığı, senaryo dilinin akıcılığı, kurgusu ve castı dizinin ilk üç bölümde aldığı reytingi bence çok net açıklıyor. Bana göre buradan çıkarılacak ders: Seyircinin aklıyla alay etmeden, ona tanıdık bir dünya kurarak ve derdinizi dosdoğru anlatmayı biliyorsanız izleyici sizin samimiyetinizi anlıyor; hem de dosdoğru anlıyor ve onu karşılıksız bırakmıyor.
Yazan, yöneten, canlandıran ve ekran gerisinde ağır yük omuzlayan bütün set emekçilerine teşekkürler. Elinize, emeğinize sağlık…
Yılın son yazısını 2020’den hepimiz için mutluluklar dileyerek bitireyim. Herkes için güzellikleriyle unutulmaz bir yıl olsun!