Yazar: Sinem ÖZCAN
Savaşçı’nın ikinci bölümü için on beş gün beklemek zorunda kaldık. Açıkçası ilk bölümden sonra verilen bir haftalık zorunlu ara diziyi olumsuz etkiler mi endişesi yaşamıyor, değilim. İlki kadar tempolu ve iyi örülmüş bir bölüm izledim bu akşam. İkinci bölümden sonra da ilk izlenimim sürüyor, Savaşçı bilhassa açık alan ve operasyon sahnelerinin çekiminde diğerlerinden açık ara önde. Görselliği çok doğru ve çok çarpıcı kullanmış Volkan Kocatürk, her sahneyi bayılarak izledim.
İlk bölümde ilk şehidini vermişti Kılıç timi ve aynı anda da Serdar’ın yaşadığını öğrenmişlerdi. Giden bir canın yerini bir başkası doldurmaz elbet ama gidenin acısını, yıllardır arananı bulmak bir nebze hafifletir. Kağan Yüzbaşı, hem arkadaşlarından birinin kaybıyla hem de kardeşi bildiği Serdar’a birkaç adım mesafede olmanın heyecanıyla “Geri dönün!” emrini dinlemeyecekti tabii ki.
Sahada olanla masa başında oturanın durumu bir değil, elbet. Üstelik bir de buna yaş, deneyim ve sorumluluk farkını eklersek Kağan Yüzbaşı ile Kopuz Albay’ın karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz. Duvardaki şehit fotoğraflarına bakıp “Ben buraya yeni bir fotoğraf eklemek istemiyorum!” diyen Albay’ı nasıl anladıysam kardeşini, düşmanın elinde bırakıp geriye dönemeyen Kağan Yüzbaşı’yı da o kadar anladım. Haklısı ve haksızı olmayan bir durumdu bu.
Karargâhtaki restleşmede de yine ikisinden birini seçemedim. Biri attığı adımın arkasında duran, duygularıyla hareket eden bir genç, diğeri “emirin demiri kestiği” anlayışıyla yetişmiş, üstelik koşullara baktığınızda doğru kararı almış bir komutan. Kağan “Giderim!” tehdidi savurunca “Sen bilirsin!” demekten başka çaresi yoktu, bana göre.
Kağan’ın istifa mektubunu gördüğümden beri adım atması gerekenin Kopuz Albay olduğunu düşünmüştüm. O şartlarda bedeli ne olursa olsun Kağan, “Hata ettim!” demezdi çünkü ve onu geri döndürecek komutanından başka güç de yoktu. Ben Kopuz Albay’dan hamlenin nasıl geleceğini tahmin edemiyordum.
Mehmet Arif Bey, tam da bu tür kritik noktalarda sorun çözücü olarak yaratılmış belli ki ve çok da isabet olmuş. Kopuz Albay’ın sadece komutanı değil rehberi ve akıl hocası… İlk bölümde de dikkatimi çekmişti ama bu bölüm gerçekten çok sevdim ben, Mehmet Arif Paşa’yı. Alp Öyken çok yakışmış ona ve çok hoş duran bir detay olmuş. “Her memlekete bir deli lazım, onu koruyacak.” repliğine bayıldım, bu arada söylemeden geçmeyeyim.
Buraya kadar her şey çok iyiydi ancak benim bölümde fazla aceleci bulduğum iki sahneden biriydi Kopuz Albay’ın Kağan’ı göreve çağırışı. Arada ne kadar ast üst ilişkisi de olsa birlikte hapis yatmış, bir anlamda baba oğul yakınlığı bulunan insanlardan söz ediyoruz. Telefonla o kadar kuru ve basit olmamalıydı, Kağan’ın göreve çağrılışı diye düşünüyorum. Komutan’ın Kağan’ın kapısına gitmesi yalvarıp yakarması değil kast ettiğim ama daha babacan, belki daha tatlı – sert bir konuşmayı hak ediyordu o sekans bana kalırsa.
Aceleye geldiğine inandığım ikinci sahne de Kağan’ın Aslı’dan özür dilemesiydi. Bir akşam evvel olanca öfkesi, olanca deliliğiyle arabayı perte çıkaran Kağan’ın ertesi gün en beyefendi hâliyle Aslı’nın karşısında yer almaması gerekirdi. Bana “Hadi artık, şunların arasında bir kıvılcım çıksın da işimize bakalım!” duygusu uyandırdı. Daha zamana yayılmış, çekişmelerin biraz daha sürdüğü bir gelişme istiyordum ben o ilişkide. Belli ki arada ciddi fikir ayrılıkları da var. İşin sadece araba konusundan çıkıp o farklı fikirlere de girmesi ve itişirken yakınlaşmanın gelmesi gerekirdi diye düşünüyorum.
Görevde olmadıkları anlarda bile beraber olan, birinin başı belaya girdi mi hep birlikte onun yanında yer alan tim vurgusu, çok doğru ancak daha detaylı işlenmeli. Emre ve Galip çok şirin bir ikili… Eve giren hırsızla aynı masaya oturup kırk yıllık ahbap gibi muhabbet etmeleri ve ardından bunun bağlandığı yer çok iyiydi ancak ekibin diğer üyelerine de hızla birer kimlik verilmeli. Turan’ı, Emre’yi ve Selçuk’u da tanımalıyız artık.
Kağan’ın kardeşinin Serdar’a karşı özel bir ilgisinin olduğunu fark ettik. Serdar kurtarıldıktan sonra oradan da bir gönül işi çıkacak gibi… Öykünün askeri kanadı kadar dostluk ve aşk duyguları da doğru işlenirse kadın izleyicileri ekran başında tutmak kolaylaşacaktır.
Savaşçı’nın rakiplerine göre en büyük avantajı kadın oyuncuların
Bölümde timin sahadaki ve şehirdeki yaşamları iyi dengelenmişti. Yan kahramanların öyküleri açıldıkça özellikle operasyonda olmadıkları zamanlarda şehirdeki hayatları da daha ilgi çekici hâle gelecek, diye umuyorum.
Benim en sevdiğim karakter, hiç tartışmasız, Kopuz Albay… İlk bölümden vuruldum ben ona. Bu hafta da duygum katlanarak sürdü. Murat Serezli ifadesizliği ifadeye dönüştüren çok sağlam bir oyuncu ve onun varlığı Halil İbrahim Kopuz’a bambaşka bir karizma katıyor. Çekmecenin içinde eşit aralıklarla duran çatal, bıçak, kaşık… Kulpu belli bir açıda tabağa oturtulan ve kenarları dikkatle silinen kahve fincanı… Çalışma masasındaki keskin düzen… Bize Kopuz Albay’ın takıntılı denebilecek düzenliliğini ve sterilliğini çok net yansıttı. Hayatındaki büyük karmaşayı gündelik yaşamına ekstra bir düzen vererek kapatmaya çalışan insanlardan bir o! Tıpkı ruhundaki fırtınayı yüzündeki sükûnetle maskelemesi gibi… Bir o kadar derin, bir o kadar karmaşık bir adam ve Murat Serezli çok ama çok başarıyla her detayının altını çiziyor. Her sahnesinde apayrı bir keyif aldım, bu hafta da.
İkinci bölümde dikkatimi çeken ve bu bölüm çok beğendiğim bir başka isim de Burç Kümbetlioğlu… Erzurumlu Bayram’a çok yakışmış.
Başta da söyledim Savaşçı’nın bana göre en başarıl yanı kesinlikle rejisi… Volkan Kocatürk, özellikle dış mekân ve operasyon sahnelerinde çok harika görüntülere ve geçişlere imza atıyor. Gerek color gerek planlar gerekse kurgu tek kelimeyle enfes…
Senaryo dilini de çok sevdim. Hamasi söylemlere nerdeyse hiç yüz vermeden etkili ve kısa ifadelerle vuruculuk sağlanmış. Burada Mehmet Arif Paşa’nın “ıhlamur ve kahve “repliklerine de ayrıca bayıldığımı söylemeliyim.
Rejisiyle, temposuyla ve başarılı oyunculuklarıyla bu hafta da bana çok keyifli vakit geçirtti, Savaşçı. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum.