Yazar: Berrak KÜÇÜK
Ay Yapım’ın beklenen prodüksiyonu Şahin Tepesi bu akşam nihayet izleyicisiyle buluştu.Usta yönetmen Hilal Saral’ın rejisi ve kuvvetli oyuncu kadrosuyla merak uyandıran, bir dönemin fenomen dizisi Falcon Crest uyarlaması olan Şahin Tepesi’nde senaryonun başındaki deneyimli kalem Melek Gençoğlu ismiyle birlikte, bu öykünün benim hanemde izleme nedenleri arttıkça arttı.
Hikaye şaşaalı bir holding sahnesiyle açılışı yaparken muktedir ve sofistike Tuna Hanım tüm müdanasızlığıyla arz-ı endam etti. Zerrin Tekindor benim için tartışmaya kapalı oyunculardan biridir; artık başka bir klasmanda, başka bir evrededir ki girizgâhta dahi Tuna’nın benzersiz tavrında onun dokunuşunu net olarak hissettim
Bir parfüm geliştirme safhasında koku arayan Tuna, zarar eden kozmetik markası olan Şeb-i Verda da dahil şirketler zincirinin başında.Yaşadıkları köşkte Mithat Amca’yla uzun süreli bir problem olduğu anlaşılan Şeb-i Verda hakkında bir tartışma içindeyken, Şeb-i Verda’nın öylesine “bir şey “ olmadığının da ilk kırıntıları da geldi.
Kapılar kapanırken gecenin uğursuzluğu yeni başladı: sonradan anlaşılan Mithat Amca‘nın eski hayalet evinde, iki mümkünsüz âşık Deniz ve Mete, Mithat Amca’ya yakalanınca olanlar oldu. Deniz ve dolaylı yoldan annesi Tuna’nın elini kana buladığı bu cinayet gecesi, buz gibi bir etkiyle gerilimin verildiği ilk sekanslardı. Bu sahnelere renk ve atmosfer olarak bayıldığımı belirtmeliyim. Deniz ve Tuna arasındaki panik/şok ifadeleri, yükselen gerginlik, Mithat Amca’nın aniden gölden çıkan eli ve o kan donduran an çok gerçekçiydi. Bu anları izleyen başka bir gözün varlığı heyecan dozunu iyiden iyiye arttırırken hikâyeye de sıkı bir düğüm daha attı.
Peki kim? Bu cinayetin istekli görgü şahidi, kim? İlk ihtimaller, Mete’nin kardeşi Zafer, Tuna’nın sağ kolu Yılmaz hatta belki evin sessiz hizmetçisi ya da bambaşka biri, ama hikâyenin tekinsiz ve tempolu akslarında görünen o ki bu perili köşkte herkes olağan şüpheli.
Pandora’nın kutusu böylece açıldı.Sonrasında sıcak bir anda, bir mahallede tanıştığımız Melek, yüzüne iliştirilmiş eski keder ve çocuklarıyla pek ferah olmayan hayatlarında kavrulurken ansızın gelen bir telefonla her şey değişti.Alelacele verilen kaza süsüyle örtbas edilen cinayetin sonucu, Mithat Amca’yı kitabına uygun şekilde Hakk’ın rahmetine kavuşturmuştu. Çocuklarından bile kaçırdığı geçmişiyle Melek, babasının cenazesine doğru giderken fark etmeden çoktan savrulduğu eski hayatına da koşuyordu.
Tuna’yla karşılaştığı ilk an, geçmişle ilgili ilk büyük çatışmanın Demir olduğu, hileli hurdalı ve dahi küllenmemiş bir aşk üçgeninin içine girdik.Bu arada flashbacklerde oyuncuların gençlik dönemlerini canlandıran oyuncuları çok beğendiğimi söylemeliyim.
Henüz kapanmamış ve derin yaraları, korkuları ilk andan sezilen bu soğuk karşılaşmayı yumuşatan Tuna’nın kardeşi Ceylan’dı ki bölümde en sevdiğim oyunculardan biri Ceylan rolüyle Esra Dermancıoğlu oldu. Beklentinin tersine bu defa kaşıyla gözüyle bir entrika kraliçesi değil; safiyane , iyi niyetli, vicdan sahibi – tam da bu yüzden yine bir olağan şüpheli- Ceylan’ı çok doğal bir akışta veren Esra Dermancıoğlu’nu izlemekten çok keyif aldığımı belirtmeliyim.
Tuna ve Melek arasındaki ilk restleşme miras hikâyesiydi. Mithat Amca’nın nedametiyle mirasın en kıymetli varlığı Şeb-i Verda oluverdi. Tuna’nın goygoya getirip sattırmaya çalıştığı bir markadan öte bambaşka bir şeyin temsiliydi zira; gerçek , kopmaz bir bağın ifadesiydi Şeb-i Verda. Ve görünen o ki Melek’le sadece günahını paylaşan Tuna için, başka bir şeyi paylaşmak söz konusu olamazdı. Tek derdi cenazeyi kaldırmak olan Melek ise her uzlaşmaya açıktı, babasının son mektubunu bile kendinden esirgeyen Tuna’ya olan kambur tavrını anlamaya çalışırken flashbackler yine imdada yetişti. Küçücük bir kız çocuğuyken tanık olduğu yasak aşkla, Tuna ve Ceylan’ı anne- babasız bırakan bir kıyametin tek sebebi oluvermişti. Melek’in,Tuna ve Ceylan’la hayatlarını birleştiren bu kanlı hikâyenin devamı da çok sevimli değildi. Büyüyüp genç birer kız olduklarında Tuna basit ve zahmetsiz tek bir hamleyle, Melek’i aşksız, evsiz ve hatta babasız bırakan bir entrikayı icat etmişti. Ve fakat kimsenin masum olmadığı geçmiş, bir ölümle yeniden dirildi.
Hiç ummadıkları bir anda yolları kesişen Melek ve Tuna’nın hikâyesine bir de şimdi eklendi. Her ikisi de anne olmuştu ve aslında çocuklarla işler çok yolunda gitmiyordu. Delibozuk Cem, besbelli Melek’in zorlu tarafı; Verda muhalif, duyarlı ve Cem’e nazaran hayırlı evlat ama görünen o ki tek başına annelik bir kırık kanattı.Bu noktada, Cem’e hayat veren Mustafa Mert Koç’un gelecek bölümlere dair umut veren ışığından bahsetmeden geçemeyeceğim. Ben, son derece gösterişsiz ve içerden seslenen, öteki Cem’i sevdim, kabul ettim.
Tuna’nın-görünürde de olsa- bir kocası ve evlatlarının bir babası var ama Efe ve Deniz bu tıkır tıkır işleyen ideal nizamın çok ötesinde, Tuna’nın kontrol sınırlarının dışında tehlikeli sularda geziniyorlar. Hele de Deniz’in içine düştüğü son felaket, kopacak büyük fırtınayı işaret ederken Cem , Tuna’nın kanlı bilekliğini bularak bilmeden bu fırtınaya kapıldı bile! Annelerinden miras kara yazgı çocuklarına da böylece bulaştı.
Bu bölümün en can alıcı sahnesi bana göre Tuna ve Ceylan’ın konuşmasını duyan Melek’in, Tuna’yla yüzleştiği andı. Tuna’nın çevirdiği entrikayı itiraf ettiği o sekansta, Melek’in zihninin aydınlanması, küçük jestler ve mimikler harikaydı.Ama esas kırılma Tuna’nın tüm yaptıklarından minik de olsa bir pişmanlık yaşamadığını, Zerrin Tekindor’un yüzünde, inip çıkan sesinde an an hissettiğim zamandı. Pişman olmadığı gibi pişman eden Tuna müthiş bir manevrayla Melek’i resmen suçlu çıkardı.Bu keskin hesaplaşma Demir, Tuna ve Melek üçgeninde yeni cephelerin açılacağı toz duman günlerin habercisi.
Bu haftanın finalinde Melek, bu oyunda ben de varım dedi ve böylece savaş alenen ilan edildi.
Şahin Tepesi akıcı, şaşırtıcı akslarla ilerleyen ilk bölümüyle benim için vadettiğini fazlasıyla verdi. Her günün, her yapım için artık çok zor olduğu bugünün ekran dinamiğinde dilerim yolu açık olur.
Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum. Haftaya görüşmek üzere, sevgiler.
- Yönetmen Bryan Singer’ın 1995 yapımı aynı adlı filmi.