Site icon Dizifilm BiZ

Muhteşem İkili 8. bölüm

                                                                            Yazar: Sinem ÖZCAN

“Benim sevdiklerim ölür!” Kalbimi bu cümleye bıraktım, ardından gelen her sahne bu cümlenin içine düştü, döndü, büyüdü; sardı zihnimi. Muhteşem İkili benim için, başından beri önce Barca’ydı; bu cümleyle bölüm, tümden Barca oldu. O dağ gibi adamın, içindeki dev kavga bir cümlede vücut buldu ve benim için Barca’yı baştan ayağa hüzün kıldı. Ne Ahsen gördü gözüm ne Yüksel Amir’le Banu’yu. Hatta bir de kızdım Yüksel Adıgüzel’e; gidip vurdurdu kendi, Barca’nın yüreğine bir öküz daha oturttu diye.

İnsanın kendine verebileceği en ağır cezayı veriyor Barca: Kendini lanetliyor. Belki de annesinin ölümünden beri hayatındaki bütün kayıpların vebalini sırtlıyor ve “Benim yüzümden öldüler.” diye yargılıyor kendini. Yargıçlığını kendi yaptığı mahkemede, kendini hiç de savunmadan üstelik. Sevmemeye çalışması da bundan, sevdiğini göstermemesi de. Babasından, Yüksel Amir’den ve MKC’den kaçışı da bundan.

MKC’ye “Ben ailenden kaçıyorum, sen beni onların içine sokuyorsun!” diye sitem ettiğinde hem yüreğim burkuldu hem de evinin kapısına astığı “Kiralık” yazısının niye alelacele kalkıverdiğini anladım. Beslediği köpeğin çekip gidişinin bile suçunu kendinde arayan Barca, yüreğinin öteki yarısı olan adamın kardeşine de zarar gelmesin diye kaçacaktı elbet.

Yine de benzerlerinden büyük bir farkı var Barca’nın. Farktan da öte hiç farkında olmasa da talihli bir adam o. Oğlunun gözünden korkusunu sezen bir babaya ve MKC’ye sahip. Kardeşi dışında ailesini kaybetmiş bir adam MKC ve girdiği okulu yuva bilip ona sığınmış. Bir gün çıkıp gelen kendi gibi yalnız çocuğu da o yuvada tek ailesi saymış. Hem de “Senin acına yandığım kadar annemin babamın ölümüne yanmadım.” diyecek kadar. MKC, “Ben seni aileme sokmuyorum, onlar senin olduğun yere geliyorlar.” dediğinde bir insanın bir başkasına “Sen benim ailemsin!” demesinin daha güzel bir yolu var mı diye düşündüm. Yok! Birini bu kadar yakın bulmanın da bunu ifade etmenin de daha iyi bir yolu yok! İşte tam da bu nedenle gözünün karardığı, delirdiği anda Barca’yı “Güven bana!” sözüyle durdurabilecek tek adam MKC. İşte bu nedenle, kız kardeşiyle Barca’nın arasındaki kıvılcımları görmezden gelip “ – mış gibi”yi oynuyor.  Evet, Feridun Baba gibi Barca’yı sırtından zorla itmiyor Nilüfer’e ama çok iyi biliyor ki o ne kadar karşı çıkar – mış gibi yaparsa Barca o kadar üstüne gidecek olayın. O ne kadar sorun ediyor – muş görüntüsü verirse Barca o kadar rahat davranacak. Daha önce aynı tavrı Kaan’da test edip onayladı. Oğluyla yakınlaşan Barca’ya sinir oluyor – muş gibi davranınca Barca, oğlunun gerçek amcası oluverdi.

MKC, çok akıllı bir adam. Onun çaresizliği sadece kendine. Yalnızlığın getirdiği eksiklikle o kendi derdine derman olamıyor ama belki de sadece Barca’nın sezdiği bambaşka bir yüzü var onun. Dış dünyaya gösterdiği MKC ile içindeki adam farklı. Onun Yağmur’un bile hiç anlamadığı bir maskesi var. Ben de en çok bu tarafına güveniyorum. Ahsen konusunda da olayı ilk çözen MKC olacak gibi geliyor bana.

Ahsen’in intikam almaya geldiğini anladım da ne yapmaya çalıştığını çözebilmiş değilim. Tavrı bana şu an çok savruk geliyor. Üstelik doğal olarak da travmatik ve sorumlu bir kadın. Vakti zamanında Barca’yı, MKC’yi hatta Demiray’ı bir arada idare etmiş. Bir şekilde hepsini avcunun içine de almış. Bu da işi iyi bildiğini ve akıllı olduğunu gösteriyor. Ancak köprünün altından çok su aktığı da bir gerçek. Ne Barca ne de MKC onun 18 – 19 yaşında bıraktığı gençler değil. Yaşanmışlıklar ve hayat deneyimlerini geçiyorum, şu anda MKC ve Barca birbirlerinin eksiğini çok iyi kapatan bir ikili. Olay ne olursa olsun, birleşip tek kafa ve tek yürek gibi davranmaya çok alıştılar. İki yarımla uğraşmak Ahsen için bir zamanlar kolay olsa da bu kadar güçlü bir bütünü yenmek düşündüğü kadar kolay değil.

Barca, kendisinin de dediği gibi “lambur lumbur” iş yapan bir adam ama ipuçlarını çok çabuk kavrayıp anlık hamlelerle sonuca gidiyor, MKC ise çok zeki ve planlı. Ahsen’in onlarla baş edebilmesi için her ikisinin özelliklerini de taşıyor olması gerek üstelik de onlardan ileride durmalı oysa vaka çözümlerken gördük ki doğruyu yakalasa da daima onların bir adım gerisinde kalıyor. Barca’nın telefonun şifresini tek tahminde bulmak gibi basit bir detayla kendini kahraman görmesine bakınca büyük resmi hiç fark etmediğini düşündüm, ben.  Aynı anda ikisine de savaş açıp iki cephede birden galip gelmeyi ummak bana gerçekçi gelmedi.

MKC’yi evine gelmeye ikna etmek, ilaçlı boza içirip evinde sızmasını sağlamak ve bunu Yağmur’a göstermeye kalkmak; onun intikam anlayışıysa bizim bu Ahsen’le işimiz var, ben diyeyim. Bu hamleden ne elde etmeyi umuyor, hiç anlamış değilim. Boşanmış bir çift var karşımızda üstelik de boşanmayı isteyen Yağmur. Evet, birbirlerine aşkları devam ediyor onu da biliyoruz ama MKC’yi Ahsen’in evinde gören Yağmur yapısındaki bir kadın, “Vay sen beni aldattın!” triplerine girmez. Girse ne olacak ayrıca? Boşanmışlar işte, daha ne olabilir ki? Üstelik de MKC elden gidiyor endişesiyle onu daha da sahiplenme ihtimali var. Bu da Ahsen’in amacına uygun değil çünkü doğru anladıysam o MKC’nin de Barca’nın da mutluluklarını bozma derdinde. Öte yandan beni onun planında en rahatsız eden yan, Kaan faktörünü umursamaması oldu.

Bir kadının yaşadıkları yüzünden acı çekmesini ve bunu yaşatanlara öfke ve kin duymasını anlarım, bir yere kadar hak da veririm. İntikam alma isteğini de mazur görürüm. Gel gör ki işin içinde çocuk var. MKC’ye zarar ver, tamam; Yağmur’u da düşünme, ona da tamam. Bu seni sadece bencil bir insan yapar, daha kötüsü değil ama bu plan bir çocuğun hayatını etkiliyor ve ona zarar veriyorsa orada işin rengi değişir. Bir çocuğun gözünde kahramanını öldürmeye çalışmak bencillikle açıklanamaz, ben orada acımasızlık hatta hastalıklı bir ruh görürüm ve Barca’ya yaptıkları için değil ama Kaan’ın mutluluğunu tehdit edercesine MKC’ye yaptıklarından dolayı onunla empati kurmam mümkün değil. Bunun adı intikam değil bence cinayettir ve kurbanı da bir çocuktur.

Ahsen konusunda bir önsezim var aslında. Eğer oyuncunun mimikleri, olayı doğru vurguluyorsa onun MKC ve Barca konusundaki tavrı farklı. MKC’de salt bir intikam hissi gördüm ben Ahsen’in gözlerinde ama Barca ve Nilüfer’in mutluluğunu izleyen kadındaki duygu farklı. Orada intikamdan çok, kıskançlık ağır basıyordu. Eğer durum gerçekten böyleyse tamamen yanlış yolda olduğunu düşünüyorum Ahsen’in. Barca, kendisine gelecek saldırıları umursamaz ama babasının “Korkma!” öğüdüyle yüreğini yeniden bir kadına açmaya karar vermişken o kadının maddi ya da manevi bir tehditle karşılaşması Barca’yı çığrından çıkarır. İşte o an sadece Nilüfer’in değil o ana kadar koruyamadığı herkesin acısını çıkaracaktır ki Barca’nın delirmesinin ne anlama geldiğini de özellikle bu bölüm gördük, hepimiz. Tam da burada, söylemezsem olmaz. Bu bölüm İbrahim Çelikkol oyunculuğuna bir defa daha vuruldum. Hastanede kötü haberi aldığı andan itibaren katmerlenerek artan acıyı, bu acının öfkeyle dışa vurumunu hayranlıkla izledim. Hele birimde başta Asiye olmak üzere hepsini ezip geçerken alnında belirginleşen damardan, gözlerindeki korkunç ifadeye kadar tam bir deli öfkenin an be an yükseldiğini gördüm. Suskunluğundaki tehdidi, babasıyla konuşurken yaramaz oğlan çocuğunu ve Nilüfer’e pikabı hediye ederken utangaçlığını öyle ustaca ve öyle iyi çizdi ki bir defa daha şapka çıkardım. Bir dizinin jeneriğinde İbrahim Çelikkol adı görmek benim için yeterli izlenme nedenidir. Bu bölüm, nedenimin ne kadar geçerli olduğuna bir kez daha tanık oldum. Ona en uzak tür olan komedide dahi kendine özgü, enfes bir çizgi yakaladı ve karakterinin üstüne hiç pot yapmadan oturtmayı bildi. Emeklerine sağlık, İbrahim Çelikkol.

Bu hafta Barca’ya o kadar düştüm ki onun tetikleyicisini dile getirmeyi az daha unutuyordum. Yüksel Amir’den söz ediyorum, elbette. Feridun Baba’dan, Meto’ya; MKC’den Kaan’a kadar hepsinin hayatında yeri olan ve çok özel bir isim o. Onu kaybetme tehlikesi Barca’yı çıldırtır, MKC’nin yalnızlığını bir ton daha koyultur ve Asiye’ye baba acısı olarak vurur ama Yüksel Amir’in odağında şu an tek isim var: Banu. Kızını bile ona unutturacak kadar önemsediği kadın. Onu her şeye rağmen kurtarmak adına çok saçma bir karar verip Barca’yı da MKC’yi de durdurdu. Tır parkında onlara engel olmasa ölümün kapısına gidip gelmeyecekti ama en güvendiği adamları da olsa karşısında, Banu’nun hayatını riske atamadı. Aylin’in gelişiyle anladık ki Yüksel Amir bilmese de Banu’nun hayatındaki konumu farklı. B negatif kan grubu ve şeker hastalığı sadece bizi değil Feridun Barca’yı da uyandırdı duruma ve olayı anında çözdü, baba Barca. Yüksel Amir bilmese de Aylin, onun kızı. Açıkçası bu detaya sevindim ben. Yasemin’e Barca dışında uğraşacak bir meşguliyet çıkar ve biz, o çocuksu şımarıklıklarından biraz kurtuluruz belki. İster kardeş kıskançlığı yaşasın ister yalnız olmadığını öğrenip “yeni” kardeşine sımsıkı sarılsın ister babasına dünyayı dar etsin umrumda değil yeter ki Barca’mın yakasından bi’ düşsün! Ahsen yeterince kalabalık ediyor zaten.

Barca’nın, Nilüfer’e adım atmaya karar verdiği anda, o romantik ortamın tam ortasına dalıverdi telefonuyla. Yalnız bu nasıl bir telefon numarasıdır ki MKC’yi aradığında “Ela” Barca’yı aradığında “Ahsen” olarak çalıyor, pek çözemedim. Umarım biz göremesek de kızımız farklı bir telefondan ya da sim kart değişikliği yapıp Barca’yı eski numarasından aramış olsun. Saçma filan demeyeceğim, kabul edeceğim; söz! Eğer değilse bu detaylardaki umursamazlık beni giderek çileden çıkarıyor çünkü.

Bu hafta Ekrem’den de kurtulduğumuza göre sırada MKC’yi tuzağa çeken yeni bir düşman var anlaşılan. Bir yandan dahili (Ahsen) diğer yandan harici (iki bölümde bir ölenler) düşmanlar Barca ve MKC’nin başını ağrıtmaya devam edecek elbette. Olayın aksiyon boyutuna dair artık konuşmak istemiyorum, bu akşamki gibi duygusu yüksek bölümler izlemek bana yetecek.

Emeği geçen herkesin ellerine sağlık.

 

Exit mobile version