Yazar: Sinem ÖZCAN
Çok dramatik bir sahneyle açıldı bu hafta Muhteşem İkili. Henüz toprağa verilmeyen Sadri Hoca, Barca’nın karısının cenazesinde kanlı canlı girdi onun hayallerine ve biz öğrendik ki aslında Sadri Hoca, MKC’ye bir tür vasiyet bırakmış. “Barca’nın intikamını sen al, ona bırakma!” diyerek belki de ileride başına gelecekleri öngörüp “evlat”larını birbirine o gün kilitlemiş. Acıyla yanan Barca’ya bakıp “Yazık benim Barca’ma!” dediği anda ben Sadri Hoca olup onun yürek yangınını taaa içimde hissettim.
Sahnenin devamı ondan da ağır geldi: “Bana her şeyi öğrettin ama buna nasıl dayanacağımı öğretmedin, Hocam!” diyen Barca’nın çaresizliğine aynı çaresizlikle cevap verdi Sadri Hoca ve o an elindeki tek şeyi verdi: öğüdünü. “Beddua etme, beddua ol!” diyerek Barca’nın yol haritasını da çizdi, belki bilerek belki bilmeden.
Sadri Hoca bize iki bilinmezi bırakıp gitti. İlki Feridun Müdür’le aralarındaki dava… Onun vurulduğu yere gelen Feridun Müdür’ün ilk yaptığı şey sehpanın üstündeki yıllığı alıp açmak oldu. Neye, kime baktı bilmiyoruz ama “Yorgan gitti, kavga bitti!” dediğine göre arada paylaşılamayan bir şey ya da biri var besbelli. Onların arasındaki sorun her neyse, çok kişisel. Ben görevleriyle ilgili olduğunu düşünmüyorum, açıkçası. Hem de o kadar kişisel ki babası yüzünden Barca’nın nişanına düğününe katılamamış bir Sadri Hoca var, karşımızda. İkinci gizem de Sadri Hoca’nın yüzüğünü Barca’ya vermiş olması ve Barca’nın bunu hiç takmayıp “en değerlilerini” sakladığı yerde gizlemesi.
Birbirlerinin tam zıttı olsalar da birbirlerini hiç sevmeseler de ortada bir gerçek var: Onlar Sadri Hoca’nın çocukları… Birinin başı beladaysa diğeri yürüyüp gitmez, gitmeyi düşünmez, hatta bu, ona teklif dahi edilemez. MKC de Barca’nın bombayla imtihanını öğrenince soluğu onun yanında alacaktı, elbette. Gerçi Barca için ölüm bir ceza değil, ölmekle bir sorunu da yok. Biraz daha yaşamak istemesinin tek nedeni içindeki intikam ateşi. O yüzden MKC’nin onu kurtarmaya gelmesine şaşırmadıysa da tepki gösterdi.
MKC, Barca’nın aksine plan program adamı ve Allah için, kafası çok iyi çalışıyor. Barca, deliliğiyle işi karıştırmasa çok daha kolay sonuç alabileceği hesaplı adımlar atıyor. Barca’nın deliliğinden yıldığı için de ilk fırsatta onu tepesinden silkeliyor. Kurtuldukları anda da yolları ayırıp herkesin kendini aklama yolunda ilerlemesi, birlikte olmaları çok zor olan bu iki deli adam için tek çıkıştı, elbette. Barca tek tabanca yoluna devam ederken bağlantılarını kullanıp daha kestirme sonuç alan da yine MKC oldu.
Delil bulmak için gittiği depoda biz, bir kez daha Ahsen’le karşı karşıya geldik. Bu defa MKC’nin ağzından “O kız hepimizi yaktı.” cümlesi çıktı. “Yakmak” sözünün hangi anlamını kullandığı şu an için meçhul, üstelik hepimiz derken kimlerden söz ediyor o da belli değil ama belli olan, Ahsen’in o dönem Polis Akademisi’nde herkesin bildiği ve bir biçimde ondan etkilendiği bir kadın oluşu.
Ben baştan beri MKC’ye temkinli yaklaştım. Onun daha örtülü kalmasından da kaynaklandı bu, bana uzak bir karakter olmasından da ama ilk defa bu bölümde Yağmur’la hesaplaştığı sahnede yüreğim sonuna kadar ondan yanaydı.
Yağmur’u gayet iyi anlıyorum. Kendi ayaklarının üstünde duran, güçlü bir kadın, o ve MKC’nin baskıları onu fazlasıyla bunaltmış, katlanamaz hâle gelince de ondan boşanmış. Ancak arada bir çocuk varsa mahkemenin “Tamam, herkes yoluna bundan böyle!” demesi yeterli olmuyor.
Yağmur ve MKC sahnesi bence, bu bölümün en başarılı sahnelerinden biriydi ve o sahnede çok beğendim Kerem Bursin’i. MKC’nin kırgınlığını anlamamda da duygularımın ondan yana olmasında da çok büyük payı var. Hele Yağmur’a “Beni ihbar ettiğin için seni ölene kadar affetmezdim ama bana bunu dedin ya o zaman ben de kendi yoluma…” dediğinde kırgınlığını gerçekten içimde hissettim ben. Emeğine sağlık, Kerem Bursin.
MKC, Yağmur’un ihbarından kurtuldu kurtulmasına ama Bruno’yu hesaba katmamıştı. O hesaplamamıştı ama yılların kurdu Feridun Baba, öngörmüştü elbette. Sadece kendi oğluna değil, belki de ezeli düşmanının bir tür emaneti saydığından ona da sahip çıktı. Yağmur’un bencil sevgisine karşılık Feridun Baba’nın içtenliğine ayrı vuruldum. Oğluna hiç kıyamayışı ama her fırsatını bulduğunda “Ben sana organizeye girme dedim.” diye söylenişi; “eşek kafalı” lafı ağzından çıkar çıkmaz pişman olup oğlunun başını öpüşü, ondan evvel onu düşünüp hep bir adım gerisinde duruşu hem saygımı hem de sevgimi söke söke alıyor benden. Barca’nın babasıyla ilişkisine vurgunum ben. O deli oğul, o babanın kontrolünde olmasa hem kendini hem de dünyayı çoktan yakıp yıkardı.
MKC, Demiray’ın tuzağına düşen Barca’yı kurtarmaya nasıl tereddütsüz gittiyse polise yakalanan MKC’yi kurtarmaya da aynı yürekle Barca da gidecekti elbet. İşin içine Bruno’nun olağanüstü burnu da girince şu ana kadar “meçhul” olan düşmanlarına umduklarından daha çabuk yaklaştılar.
Bağlantıları iyi oluşturulmuş, kurgusu sağlam ve oyunculukları gerçekten çok iyi bir bölüm izledim ben, bu hafta Muhteşem İkili’de… Bağlantılar tesadüflerle kuruluyor ama tesadüfler bana zorlama gelmiyor ve bütünün içine iyi monte ediliyor. Barca ve MKC sahnelerindeki komediye de bayılıyorum. Hasan baştan beri favori tiplemelerimden biri, bu hafta ona bir de çok hoş bir ilave yapılmıştı: Bruno. Çok keyifle izledim Bruno’yu da Bruno &MKC ikilisini de. Umarım onu ilerleyen bölümlerde görmek de mümkün olur.
Yazan, yöneten, canlandıran ve set gerisinde yükün ağırını omuzlayan herkesin emeklerine sağlık.