Yazar: Sinem ÖZCAN
Asya ve Avrupa’nın “en iyi” polislerini hapse atmış ve kazanın kaynamasını beklemiştik bir hafta. Masum olduklarını biz bilsek de kabul etmek lazım ki Demiray’ın tezgâhı sağlamdı. MKC’nin adalete güvenip mahkemede aklanacağına inanmasına saygım sonsuz da benim kafam da Barca gibi çalıştığından ne yapıp ne edip kendilerini aklamaları gerektiğine inanıyordum ben de.
Emniyet’in iki cevval polisinin hapse düşmesi dost kim, düşman kim; cesur kim, korkak kim onu da ortaya serdi. Adalet temsilcisi Yağmur’un MKC söz konusu olsa dahi bir firara destek olmayacağı açıktı ama Allah’tan Nilüfer hem gözü kara hem de pek kanun kitap insanı çıkmadı. Öte yandan Yüksel Amir’in “plaket polisi” olduğunu geçen bölüm sezmiştim, bu bölüm kanım doğrulandı. O adına göreve bağlılık da dese, kusura bakma amirim, ben biraz “önce ben” havası sezdim onda ve Barca’nın güveni gibi benimki de tuzla buz oldu ona karşı. Yüksel Amir, en iyi adamları da olsa kendini riske atacak bir kanunsuzluğa bulaşmayacak anlaşıldı. (Aman Allah’ım, benim içimde de ortaya çıkmayı bekleyen yasadışı taraf varmış, şu an fark ediyorum!)
Bu haftanın en büyük sürprizi Sadri Hoca’nın gelip hem çılgın ikilinin hem de bizim gözümüzün önünden yıldırım hızıyla geçişi oldu. Uğur Yücel gibi dev bir ismi daha uzun süre izlemek istesem de Sadri Hoca gizemleriyle gidiverdi, maalesef. Onun sayesinde Barca ve MKC’nin hem tanışıklıklarının hem de rekabetlerinin akademi yıllarına dayandığını öğrendik. Sadri Hoca ve Feridun Müdür’ün arasında da Barca ve MKC’ninkine benzeyen bir çekişme olduğunu da anladık. Sadri Hoca’nın ayağına “ölse” gitmeyecek olan Feridun Baba’nın söz konusu olan evladı olunca başını öne eğmesi ve “Çıkar evladımı oradan!” demesi, benim yüreğime çok dokundu. Hayattaki tek varlığına sımsıkı tutunup “Sen sağ ol! Ölme” diyen Feridun Barca’ya yüreğimi bıraktım, ben.
En sevdiği öğrencilerini hapiste ziyarete gelip onları liseli toy delikanlılara çeviren Sadri Hoca, tek bölümle gönlüme taht kurdu. O sahnede MKC’nin azar işitmesinden mi Barca’nın tırsıp sandalyede büzüşmesinden mi daha çok keyif aldım bilemiyorum ama asıl favorim MKC’nin kafasında serum şişesi kıran Barca’ydı, orası kesin.
Sadri Hoca’nın akademi yıllarında aslında üç favorisi olduğunu MKC ve Barca dışında rekabet üçgeninin diğer köşesinde Hakan’ın bulunduğunu da öğrendik. O zamanların Hakan’ı bugün bizim karşımızda Demiray olarak duruyor ve rekabet farklı bir biçim almış görünüyor. Açıkçası Demiray’ın altının böyle doldurulmasını çok sevdim. Geçen bölümde onun babasını kısa süre önce bulduğunu öğrenmiştik. Çok yeni tanıdığı babasının intikamını almaya çalışma duygusu, geçmiş rekabetle birleşince ayakları yere çok daha sağlam basan bir alt metin olmuş.
Barca, MKC ve Demiray/Hakan üçlüsünün iki kesişim kümesi var: İlki Sadri Hoca’ydı. İki öğrencisini kurtaran Hoca’yı üçüncüsü eliyle kaybettik. Diğer ortak nokta ise: Ahsen. Geçen hafta Nilüfer’in restoranının tabelasında okumuştuk o adı, açıkçası ben “Ah – Sen” yazılışının Nilüfer’den abisi MKC’ye hoş bir gönderme olduğunu düşünmüştüm; değilmiş. Ahsen görünüşte her üçünün de gençlik yıllarını süsleyen platonik bir aşk olarak sunuldu bize. Çok kişisel fikrim, ben buradan bir ters köşe bekliyorum. Barca’nın ölen karısına aşkını, MKC’nin Yağmur’a tutkusunu gördükçe onlardan önce her ikisinin kalbini birden çalan bir genç kadın fikri bana makul gelmiyor.
Muhteşem İkili’nin ikinci bölümü Demiray ve Ahsen başta olmak üzere önümüze yeni düğümler bıraktı. Benim dikkatimi çeken üçüncü gizem de Sadri Hoca’nın MKC ile konuşurken yanındaki sehpada duran “1968 Polis Okulu Yıllığı” oldu. Bir insan durup dururken elli yıl öncesine gitmez ve elli yıl öncesine ait bir yıllığı başucunda tutmaz. Belli ki Sadri Hoca o gece geçmişte bir yerlere gitti, bir şeyleri ya da birilerini hatırlamak istedi ve o yıllığı karıştırdı. Feridun Barca ile sınıf arkadaşı olduklarını tahmin ediyor ve aralarında hesabı görülmemiş davalar olduğunu biliyoruz ama sırf bu nedenle o yıllığın karıştırıldığına da inanmıyorum, açıkçası. Belli ki o yıllık da bir sırrı saklıyor.
Dizinin muhteşem ikilisine dönecek olursam bu hafta onların karakterlerindeki farklılıklar biraz daha belirginleşti. Barca, MKC’ye göre daha özgür ruhlu ve daha pratik bir adam. Yasa, kural gibi toplumsal hayatın gereklilikleri onu pek bağlamıyor ve sonuç odaklı davranıyor. Bunun en büyük sebebi, hayatta babası dışında başka kimsesinin olmaması elbette. Üstelik de babasıyla aynı kumaştan Barca. Hapisten kaçmaması ve kanuna uyması için onu zorlayan bir baba yerine, karşımızda oğlunu kaçırabilmek için düşmanından yardım isteyen Feridun Barca var. MKC ise Barca’ya göre sevdikleriyle daha çok çevrelenmiş ve daha kısıtlanmış bir adam. Düşünmek zorunda olduğu bir “eski” karısı, oğlu ve kardeşi var. Barca kadar hayatıyla kumar oynama lüksüne sahip değil. Bir tarafıyla da Barca’ya göre daha saf. Evinde paket paket uyuşturucu ve balya balya para bulunmuş bir polisin “mahkemede aklanabileceği” iyimserliğine sahip. O, çok köşeye sıkışmadıkça kural çiğneyecek yapıda bir adam değil. “Beyin takımı”na girme hedefi de hâlâ onu yönlendiriyor. Açıkçası MKC, son aşamaya kadar bende olayın vahametini tam algılamış bir adam izlenimi uyandırmadı. Kendi tedbirsizliği yüzünden polis takibine girdikleri hâlde, durumun farkına varmayıp olayı Barca’nın tedbirsizliğine bağlaması da şişkin egosunun oyunlarından biriydi. Ben onun ayaklarının da Sadri Hoca’nın öldürüldüğünü öğrendiği an yere değeceğini düşünüyorum.
İki ezeli rakip, artık isteseler de istemeseler de birlikte yol almak zorundalar. MKC, Barca’yı Semih’i başlarına bela etmekle suçlasa ve özünde bunda haklı da olsa sonuç değişmiyor. Semih ve onun ardındaki Demiray için ikisi de hedef… “Sen yoluna, ben yoluma” isteği olaylar bu noktaya gelmese gerçekten de ikisi için en hayırlı olandı ama elbette ki mümkün değil. Barca, MKC’yi kaynar kazanda haşlanmaktan, istemeyerek de olsa, son anda nasıl kurtardıysa şimdi MKC de bunun rövanşını alacak. MKC için kırılma noktası da dile getirmese bile bu, bana sorarsanız. Ortak düşmanları Demiray’ı alt edene dek su ve zeytin yağı gibi yaşamak durumunda kalsalar da birlikte olmak zorundalar.
Muhteşem İkili’nin ikinci bölümü benim için ilk bölümde açtığı kanaldan iyi ilerledi. Bu bölüm atılan düğümler sadece ikiliyi değil izleyici olarak beni de onlara bağladı. Boşluklar yavaş yavaş doldukça, bağlantılar güçlendikçe ve olayın kontrolü bizimkilerin eline geçtikçe sürükleyicilik daha da artacak gibi geliyor.
Söylemeden geçemeyeceğim, İbrahim Çelikkol, Barca’da beni sımsıkı yakaladı. Onun dram performanslarını ve aksiyona yatkınlığını iyi bilen bir izleyici olarak öykünün bu boyutlarında beni şaşırtmadı ama komedide çıkardığı oyuna bayıldım. Kahkahayla güldüğüm bir İbrahim Çelikkol’u izlemeye alışmam biraz zaman alacak.
MKC bana çok uzak bir karakter. Elitliği ve snopluğuna karşın sık sık içinden fırlayıveren maçoluğu benim onunla empati yapmamı biraz zorlaştırıyor ama açıkça itiraf ediyorum Kerem Bursin, MKC’yi düşündüğümden iyi taşıyor. Huysuzluğuna karşın taşıdığı o şeytan tüyünü iyi yakalamış.
İkilinin aradıkları adamın eski arkadaşları Hakan olduğunu fark etmeleri işin rengini değiştirecek. Bu kez birbiriyle yarışan üç kişi değil Barca ve MKC’ye karşı bir Hakan/ Demiray izleyeceğiz ve rekabet asıl o zaman kızışacak. Ben merakla üçüncü bölümü bekliyorum.
Yazan, çeken, canlandıran ve set gerisinde yükün büyüğünü sırtlayan herkesin emeklerine sağlık.