Yazar: Ayşe KUTLUHAN
Birbirlerinden deli ve bir o kadar da birbirlerinden değişik kişiliklere sahip, iki komiserimizin cezaevine girmeleriyle kapatmıştık, geçtiğimiz haftaki bölümü. Demiray’ın kusursuz planı -teşkilatın aklına, zerre soru işareti sokmadan- iki komiserin içeri girmesine yetmişti. ‘’İntikam soğuk yenen bir yemektir.’’ derler, bu bölüm Demiray’ın; MKC ve Barca’ya olan intikam duygusunun, geçmişe taaa kolej dönemine kadar dayandığını öğrendik. Bununla da kalmayıp aslında Demiray’ın da eski bir polis koleji öğrencisi olduğunu öğrenmiş olduk. Demiray’ın içinde biriktirdiği intikam duygusu, babasının da hastalanmasıyla birleşince, kurduğu kusursuz planın üç beş saat içerisinde ikiliyi cezaevine yollamasına yetti de arttı bile.
Açıkçası bu bölüm benim için, tam bir “Demiray” bölümü oldu. Geçtiğimiz bölüm Denizkızı Operasyonu ile karşımıza çıkan ve hakkında pek bir şey bilmediğimiz Demiray, bu bölüm oldukça geniş işlendi. Barca’nın karısının katili ve dolayısıyla ezeli düşmanı Demiray: Polis kolejini yarım bırakmak zorunda kalmış, eski bir polis koleji öğrencisi; şimdilerde polis okuluna bağışta bulunan, vefalı ve bir o kadar zengin bir iş adamı ya da Sadri Hoca’nın deyimiyle Hakan… ‘’Demiray’ın hangi kişiliği, Barca’nın yüzünü gördüğünde tanıyacağı kişilik acaba?’’ diye sormadan edemiyorum kendi kendime. Barca ya da MKC, kim olarak biliyordu Demiray Hazan’ı? Hakan mı? Ve o, Sadri Hoca’yı öldürecek kadar içinde ne biriktirdi ya da geçmişte ne yaşadı, meçhul.
Şöyle biraz kafa yoracak olursam: Babasına geç kavuştuğunu dile getirmişti geçen bölüm, Demiray. Polis okulunu yarım bırakmasının altında bunun yattığını düşünüyorum açıkçası, şayet atılmadıysa. Zira Yüksel Müdür plaket verirken Demiray’ın okulu yarım bırakmak zorunda kaldığını dile getirmişti. Ancak Sadri Hoca’nın, Hakan diye seslendiğini ve polis okulunda Demiray diye resmî kaydı olduğunu düşününce işler iyice arap saçı oluyor kafamda. Ayrıca Demiray’ın husumetinin sadece Barca ile olduğunu da düşünmüyorum. MKC, Demiray ve Barca üçgeni diye bir gerçek var belli ki ve her neyse bu üçgenin tam ortasına ‘’Ahsen’’ diye bahsettikleri kişilik oturuyor. Ahsen’i eski bir sevgili edasıyla kurguya yansıtsalar da altından çok farklı bir şey çıkacağına inanıyorum ben. Bekleyip görelim. Çok ustaca ilerliyor Demiray. Oldukça güçlü bir düşman ve fazlasıyla zeki. Polise kaptırdığı onca malı yine polis aracılığıyla ülkeye sokmayı başardı gibi. Üçlü arasındaki çatışmayı seyretmek oldukça zevkli olacak.
Birazcık da bölümün başındaki o muhteşem kavga sahnesine değinmek istiyorum: Kendi kahkahalarımın arasında replikleri kaçırdım dersem asla yalan olmaz. Barca’nın koğuşta duş alırken içeri tıktığı mahkûmlar tarafından basılması ve gayet rahat bir şekilde saç kremi istemek için içeri giren MKC’nin, Barca’ya karşı kayıtsız kalıp gitmesi, enfes bir komedi oluşturdu sahnede. Sonuçta MKC de haklıydı yani, herkes kendi düşmanıyla ilgilenmeliydi; muhtemelen MKC’yi de görsel bir şölenle koğuşunda bekleyen, içeri tıktığı mahkûmları vardı. Şimdi Barca’nın düşmanlarıyla ilgilenmek onlara saygısızlık olmaz mıydı? Adam haklı. Ben MKC’yi çok sevdim. Ve sanırım MKC’nin Kerem Bursin olmasını daha da çok sevdim.
MKC daha şanssızdı, Barca’ya göre: Koğuşunda gayet gafil avlanmıştı. Kapıdan içeri girmesiyle karnına yediği sopa, oldukça ağır gelse de onun aklı temiz kalan son tişörtündeydi. Ancak herkes onun hassas noktasını çok net biliyor olacaktı ki tişörtüne dair kurduğu cümlesi bitmeden, kirleniyordu tişört. Sahnenin en enfes repliğiyse MKC’nin söylediği ‘’Hani mahpus yata yata bitiyordu? Bir yatırmadınız adamı!’’ cümlesi oldu. Yüz üstünden iki yüz verilse hiç düşünmez verirdim, o notu. Eee!!! ‘’Her horoz kendi çöplüğünde öter. ‘’diyorum ben de, pek sevgili deli komiserlerim. Orası onların çöplüğü, az geri duracaksınız.
Bölümün en sürpriz konuğu, Köpek Sadri karakteriyle gelen, Sevgili Uğur Yücel oldu sanırım. İkili, aynı anda gelen ziyaretçinin ismini duyduklarında, ip gibi kesilip kaldılar oldukları yerde. Köpek Sadri; Mustafa Kerim Can ve Mert Barca’nın polis kolejinden hocaları. Görünen o ki sadece ders verdiği hoca olmakla kalmamış, onlara adeta yaşam koçluğu da yapmış bir karakter, Sadri Hoca. Rüzgâr gibi gelip MKC ve Barca’yı bir güzel silkeleyip öylece gitti, Sadri Hoca. İki haşarı polis gitti, yerine ilkokul çağında öğretmeninden azar yiyen iki çocuk geldi adeta. Peki, korku mu bu? Kesinlikle değil! Sonsuz sevgi ve saygı duydukları biriydi Sadri Hoca. Ve onu hayal kırıklığına uğrattıklarını düşünmek, onlara yetti de arttı gibi.
MKC ve Barca birbirinden farklı iki insan her şeyden önce. Yetişme şartlarından tut da yaşadıkları ortama kadar. Biri sokak, diğeriyse tam bir salon adamı. Barca için cezaevi şartları çok zor olmasa gerek ancak MKC için bu söylenemezdi. Dört beyazdan omlet yeme şansı yoktu mesela orada ya da her sabah jilet gibi giydiği beyaz gömleği. Yine de Barca’nın kaçma fikrini asla benimseyip kabul etmemişti. Barca, belli ki tam da babasının oğluydu. Feridun Barca dışarıda onları kaçırma planını devreye sokmaya çalışırken Mert Barca cezaevinden kaçmayı çoktan kafasına koymuştu bile. Hayatta kalmak için ve her şeyden önemlisi suçsuz olduklarını ispatlamak için, oradan çıkmaları şarttı. Feridun Barca, Yağmur’dan beklediği yardımı MKC’nin kız kardeşi Nilüfer’den alınca planını da devreye sokmuş oldu. Yağmur işini iyi yapan bir avukattı. Usullere uygun bir şekilde MKC’yi oradan çıkacağını düşünse de Feridun Barca eski emekli müdürü olarak bunun çok zor olacağını net biliyordu. Oğlunun masum olduğunu ispatlamayı bir kenara koyup ilk önce onun hayatta kalmasını sağlama peşindeydi aslında. Çok net bir şey varsa da bu ikiliyi aklayacak olan yine kendileriydi.
Velhasıl ikilinin Sadri Hoca’nın da yardımıyla cezaevinden kaçtıkları andan itibaren ufak tefek delil kırıntıları elde etmiş bulundular. Dışarıda birbirlerini kaybetseler de ulaştıkları delillerle çok iç açıcı olmayan sonuçlar elde ettiler. Barca’nın, Sadri Hoca’sının cansız bedeniyle karşılaşmasıyla nokta koyduk bölüme. Karısının ölümünün ardında aynı katiller tarafından çok değer verdiği hocasını kaybetmesi, onun intikam ateşini daha da körükleyecek anlaşılan. Bu kez olaya MKC de dâhil olmuş olacak. Çünkü Sadri Hoca ikisi için de çok önemliydi.
Genel Notlarım:
- Çiftlere değinmek istiyorum biraz: Ben Mustafa Kerim Can ve Yağmur ikilisine gönlümü vermiş bulunmaktayım. İkisinin enerjisini çok sevdim açıkçası. Görüş saati birbirlerine bakan o ikili beni çok etkiledi. Öte yandan Mert Barca ve Nilüfer çekişmeleriyle apayrı bir komedi unsuru oldu. Barca’nın kanayan yarasına Nilüfer’in merhem olmaya başlayacağı sahneleri iple çekiyorum. O güne kadar bu ikili bize bayağı eğlence sunacak gibi.
- Bu bölüm benim kanayan yaram, Yüksel Amir’in ‘’Acından ölse Sabri hocaya gitmez.’’ dediği Feridun Barca’nın, söz konusu evladı olunca Sabri Hoca’nın ayağına gidip ‘’Oğlumu oradan kurtar.’’ dediği sahneydi. İnsan; bir, evladı söz konusu olduğunda bütün duvarlarını yıkabiliyormuş, bunu bir kez daha görmüş olduk. Öte taraftan MKC ve Barca’nın yanı sıra Feridun Barca ve Sabri Hoca’nın da geçmişten gelen bir husumetleri olduğu aşikâr. İkisi de emekli polis müdürü, aradaki her neyse belli ki o dönemlere dayanan bir şey. Sabri Hoca’nın ölmesi, geçmişten gelen bu gizemi bir bölümde silip atılacağı anlamına gelmez diye düşünüyorum. İlerleyen bölümlerde buna dair bir açık verilecektir muhtemelen.
- Bölümün değil, dizinin en renkli karakterlerinden bir tanesi de küçük MKC! Tam anlamıyla babasının veliahdı diyebiliriz. O kadar sevilesi bir şey ki ‘’Babama hırsız dediler! Gözümü bir açtım, müdür odasındayım’’ repliğinde böyle içime içime sokasım geldi adeta. Sen çok yaşa yavru kuşum! O ne güzel role bürünmektir öyle.
- Barca’nın, bir güvenle Yüksel Müdür’ün yanına geldiği an ve uğradığı hayal kırıklığına ben nedense hiç şaşırmadım. Yüksel Müdür, tam da ondan beklenilecek bir davranış sergiledi aslına. Zira o, sadece kendi menfaatleri doğrultusunda çalışan bir meslek adamı; emniyete yararı olduğundan değil başka bir deyişle!
- Kötü karakter kendisini sevdirdiğinde bir başka seyredilir oluyor zannımca. Semih Karan da bunlardan birisi; Bora Koçak’ı birçok karakterde seyretmişimdir bu zamana kadar. En büyük özelliğiyse hepsinin birbirinden farklı karakterler olması. Muhteşem İkili’de de o kadar güzel Semih Karan olmuş ki sahnelerinin içinde eğlenceyle kayboluyorum adeta. Ben kötü kurguların, kötü karakterlerini sevmeyi seviyorum sanırım. Yüreğine sağlık Sevgili Bora Koçak.
- Ve son olarak ‘’İbrahim Çelikkol oyunculuğu’’ demeden de geçemeyeceğim. Bir kez daha ‘’Ne rol verirsen ver, o rolü kalıp gibi giyer’’ dedirttiğin için binlerce teşekkür ederim. Seni komedide seyretmek de ayrı bir güzelmiş. Her daim ‘’iyi ki’’ lerimin içinde yer alacaksın.
Kahkahalarla dolu bir bölüm daha seyrettik. Gülmeyi özlediğimiz bu dönemde, o kadar iyi geldi ki Muhteşem İkili, bir kez daha iyi ki diyorum. Emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
Sevgiyle kalın.